“Ramazan-ı Şerif insanın hayat-ı şahsiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki…”
İnsanın bedenini idare etmesi, terbiye etmesi, kötü şeylerden sakındırması yerine göre devlet idaresinden dahi zordur denebilir. Çünkü topluma bakıyorsun, bedenin idaresi konusunda ne kadar farklı insan tipleri var. Düzgün bedenli bir insana rastlamak neredeyse nadir. Bütün bunun nedeni insanların yemek denilen bu faydalı-muzır eylemin yüzündendir. İnsanlar yemek yerler üç tabak, beş tabak. Sonra hemen arkasından elinde sigara ile bir süre de onunla demlenirler. Arkasından otomobile biner, gideceği yere gider. Bir süre sonra aynı eylemi tekrar eder, adeta yığma bir beden ile yaşar durur. Birçok insan yürümekte zorluk çeker, bir kısmı bastonla ancak yürür.
Bediüzzaman sekizinci nüktede çok vurucu bir cümle kullanır. “Oruç insana en mühim bir ilaç neviinden maddi manevi bir perhizdir ve tıbben bir himyedir.”
Oruç ”ilaç neviinden” yani ilaç değil ama ilaç sınıfına girer demek. Cümle şöyle “insana en mühim bir ilaç neviinden maddi ve manevi bir perhizdir ve tıbben bir himyedir.” Oruç hem en mühim bir ilaç neviinden.
Bir gün Hazreti Fatıma (ra) Resulullah’a (asm) bir parça ekmek getirdi. Resulullah “Ya Fatıma bu nedir” diye sormuş. Hz. Fatıma, “pişirdiğim ekmeğin parçasıdır, bu parçayı sana getirmeden ekmeği yemeye gönlüm razı olmadı” demiş. Hz. Peygamber “üç günden beri babanın ağzına giren ilk yiyecek budur” buyurmuştu. Onun (asm) başka bir insan olduğu kesin ya biz neyiz buna göre?
“Bu nedenle açlık sufilerin vasıflarından bir vasıf, mücahadenin erkanından bir erkan olmuştur. Şüphe yok ki süluk erbabı yemeyi bir yana bırakarak hikmetin menbalarını açıkça bulmuşlardır.“
Bediüzzaman bir el ayasının yarısı kadar lokmanın yarısını Vahşi Şaban lakaplı abiye vermiş. Şaban abi ”Üstadım zaten hepsi bir lokma yarısı da bana verilirse, senin yediğin nedir?” demiş.
Bizim bunları anlamamız mümkün mü? Açlık hikmetin menbaı. Aç kalmayan mideye hikmet inmiyor demektir. Sehl bin Abdullah, “Allahu Teala dünyayı yaratınca günahı ve cehaleti tokluğun içine, ilmi ve hikmeti açlığın içinle iskan etti” demiş.
Bediüzzaman’ın manevi perhiz demesi bu demek herhalde.
“İnsanın nefsi yemek, içmek hususunda keyfemayeşa hareket ettikçe, hem şahsın maddi hayatına tıbben zarar verdiği gibi, (keyfemayeşa arzu ettiği gibi, keyfinin istediği gibi) hem helal haram demeyip rast gelen şeye saldırmak, adeta manevi hayatı da zehirler. (Rast gelen şeye saldırmak, nasıl bir cümle, seçilmiş tam o haleti ifade diyor.)
Daha kalbe ve ruha itaat etmek o nefse güç gelir. Serkeşane dizginini eline alır. (Saldırgan ve keyfine göre hareket eden bir insanın kalbi ve ruhu itaat etmez, kalp ve ruh itaat etmezse nefse de güç gelir, nefis onların atı, onları çekemez ki.)
Daha insan ona binemez ve o insana biner. (Daha vahşi bir cümle, kalbi dağınık, ruhu dizginsiz nefse binemez insan, o insana biner, nereye isterse oraya götürür.)
Kelimeler özenle seçilmiş. “Keyfemayeşa, rastgelen şeye saldırmak, serkeşane dizginini eline almak, insan ona binemez, o insana biner.” Bu bahis bu kelimeleri düşünerek canlılık ve süreklilik kazanabilir. Bütün hayata yayılabilir.
“Ramazan-ı şerifte oruç vasıtasıyla bir nevi perhize alışır, riyasete çalışır ve emir dinlemeyi öğrenir.”
Oruç onu perhize alıştırıyor, riyazete çalıştırıyor, en önemlisi emir dinlemeyi öğrenmek. Perhiz, riyazet ve emir dinlemeyi öğrenmek. Her iyi şeye bir takım bahaneler bulup ondan kaçmak. Emir dinlememek işte bu.
Bu sekizinci nükte hayat prensibi olmalı, Ramazana has bir şey değil. İslamı kendine dava edinenlerin çoğu obez. Yemek, uyumak, kalkmak yine yemek yine uyumak. His yok, heyecan yok, huşu ara bulursun, aşk kaybolmuş.
“Biçare zayıf mideye de hazımdan evvel yemek yemek üzerine doldurmak ile hastalıkları celbetmez.” Mideye bir kişilik vermiş ona acıyor. “Biçare zayıf mide…” Birçoğumuzun midesi bu. Köpeğe hoşhoş diyen merkebe işlek diyen mideyi biçare olarak tavsif ediyor. Ve onun halini anlatıyor. “Biçare zayıf mideye de hazımdan evvel yemek yemek üzerine doldurmak ile hastalıkları celbetmez.” Hangimiz midemizin zavallı olduğunu düşünmüşüz.
Burada bir cümle daha var. “Ve emir vasıtasiyle helali terkettiği cihetle, haramdan çekinmek için akıl ve şeriattan gelen emri dinlemeye kabiliyet peyda eder.” Burada harika bir yorum var, helali terk etmenin faydasını anlatıyor. “Helali terk ettiği cihetle haramdan çekinmek için akıl ve şeriattan gelen emri dinlemeye kabiliyet peyda eder.” Haramdan öte helali terketmek iradeyi güçlendiriyor. Ne kadar orijinal bir bakış açısı. ”Hayat-ı maneviyesini bozmamaya çalışır.” Yeni slogan helali terketmek.
Oruç sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün de ilacıdır. Ve bir riyazettir. Bediüzzaman ne kadar büyük zulümlere tahammül etmiş demek bunların kaynağı açlık. Ya Peygamberimiz (asm)? Evinin alt başında üst başında iki büyük düşman onları kolluyor ve olmadıkları zaman dışarı çıkıyor, çöplerini getirip evinin önüne döküyorlar, nasıl bir tahammül ile sabır gösteriyor.
“Hem insanın ekseriyat-ı mutlakası açlığa çok zaman müptela olur. Sabır ve tahammül için bir idman veren açlık, riyazete muhtaçtır. Ramazan-ı Şerifteki oruç onbeş saat, sahursuz ise yirmi dört saat devam eden bir müddet açlığa sabır ve tahammül ve riyazettir ve bir idmandır. Demek beşerin musibetini ikileştiren sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün bir ilacı da oruçtur.”
İnsan fizyolojisini nasıl biliyor Bediüzzaman. Hutbe-i Şamiye’de anatomiden, teşrih-i bedeni insaniden bahsediyor. Üstelik estetik yani güzellikle bağlantılı. Tıbbi değil, yaratılışın gayesinin güzellik olduğunu söylüyor. O koca büyük camide, asrın başında bir hoca anatomiden bahsediyor. İnsanlar yüz yılı işgal eden bir büyük adamı tanımak istemiyor, merak yok ki.
Otuz ikinci sözün birincı mevkıfının haşiyesinde fizyoloji ilmi ile insan bedenini anlatıyor Bediüzzaman. “Sani-i Hakim beden-i insanı büyük bir şehir hükmünde yaratmış. Çünkü kainata ait fenlerden her bir fen külli kaideleriyle bahsettiği nev ve taifede öyle bir intizam ve mükemmeliyet gösteriyor ki ondan daha mükemmel akıl bulamıyor. Mesela tıbba ait teşrih-i bedeni insani fenni ve kozmoğrafya ya tabi manzume-i şemsiye fenni nebatat ve hayvanata ait fenler gibi bütün fenlerin her birisi külli kaideleriyle o bahsettiği kısımda Sani-i Zülcelal’in o nevdeki nizamında mucizat-ı kudretini ve hikmetini ve “ahsene külli şeyin haleke“ hakikatını gösteriyor.“ Anatomi (teşrih-i bedeni insani) Güneş sistemi, biyoloji ve zooloji herşeyin en güzel surette yaratıldığını gösteriyor.
Ne kadar derin bir tetebbuatı olan insan. Fen, ilim, din ve felsefede senteze varan bir zeka ve deha. Tefsir metodolojisi de ayrı. Ey hocalar Kur’an’ın estetik yorumunu, ilimlerin gayesinin güzellik olduğunu siz ne zaman ortaya koydunuz da biz görmedik. O büyük adam ta yirminci yüzyılın başında İslam ulemasına anlatıyor bunları. Nasip meselesi.
Bediüzzaman midenin fizyolojik olarak kapasitesinden hareketle insanların uygulamalarının onun aleyhine olduğunu anlatır. Sadece bilimsel bir fizyoloji değil fizyolojinin oruçla bağlantılı felsefesini yapar. İlimleri hem de onların felsefelerini yapar. Matematik, biyoloji, astronomi, fizik ve kimya daha birçok ilimin verilerini nakletmez, onların dinle bağlantılı felsefelerini yapar.
Mide insan bedeninin adeta benzinliği. Bediüzzaman ona mide fabrikası diyor. “Hem mide fabrikasının çok hademeleri var. Nefis eğer muvakkat bir ayın gündüz zamanında tatil-i eşgal etmezse, o fabrikanın hademelerinin ve o cihazatın hususi ibadetlerini onlara unutturur, kendiyle meşgul eder. Tahakkümü altında bırakır. O sair cihazat-ı insaniyeyi de o manevi fabrika çarklarının gürültüsü ve dumanlarıyla müşevveş eder. Nazar-ı dikkatlerini daima kendisine celbeder, ulvi vazifelerini muvakkaten unutturur.“
Vücut midenin denetimine geçer diğer azalar, göz, kulak, hafıza, hayal, beş duyu daha neler midenin istiab haddinin dışında kullanılmasından dolayı görevlerini yapamaz hale gelirler. Burada Bediüzzaman şunu nakleder. “Ondandır ki eskiden beri çok ehli velayet, tekemmül için riyazete, az yemek ve içmeye kendilerini alıştırmışlar.”
Ebu Süleyman Darani “Dünya amelinin anahtarı tokluk, ahiret amelinin anahtarı açlıktır” demiştir. Yahya Bin Muaz, “Açlık nur, tokluk ateştir. İştah oduna benzer, ondan ateş meydana gelir, bu ateş sahibini yakmadan sönmez” demiştir. Sehl bin Abdullah sadece on beş günde bir yemek yerdi. Ramazan gelince ay başından hilal görene kadar yemek yemezdi. Her akşam yalnız su ile iftar ederdi.
Ramazanın orucunun mide fabrikası üzerindeki tesirlerini anlatır Bediüzzaman. “Fakat Ramazan-ı Şerif orucuyla o fabrikanın hademeleri anlarlar ki sırf o fabrika için yaratılmamışlar. Ve Sair cihazat o fabrikanın süfli eğlencelerine bedel Ramazan-ı Şerifte meleki ve ruhani eğlencelerde telezzüz ederler. Nazarlarını onlara dikerler. Onun içindir ki Ramazan-ı Şerif’te müminler derecatına göre ayrı ayrı nurlara, feyizlere, manevi sürurlara mazhar oluyorlar. Kalp ve ruh, akıl, sır gibi letaifin o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terakkiyat ve tefeyyüzleri vardır. Midenin ağlamasına rağmen onlar masumane gülüyorlar.“
Her nükte ne kadar orijinal ve hem de sınırları birbirine müdahale etmeyen bağımsız bahisler halindedir. Orucun manen gelişmenin anahtarı olduğu, sabrı ve tahammülü artırdığı, insan aklının çok da kavrayamayacağı manevi terakkinin merdivenlerine kişiyi taşıdığı, insanın bedenine denetleme gücü verdiği bu bahiste görülmektedir. Allah bir ibadeti nasıl sosyal, insani, ruhen ve manen gelişmeye neden yapmış bu izahta görülüyor.