Ramazan ayına has nafile ibadetlerin başında “Teravih Namazı” gelmektedir. Ramazan ayı “Kur’an Ayı” olduğu için yüce Allah bu ayda mü’minlere “oruç” emrederek yemekten ve içmekten perhiz ile bir nevi melekleştirmektedir. Peygamberimiz (sav) de farz ibadetlerin yanında “Mukabele” ve “Teravihler” ile buna katkı sağlayarak bu mübarek ayı adeta ahret pazarı haline getirmiştir.
Ramazan ayında ibadetin iki “Avama” ve Havasa” olmak üzere iki yönü vardır. Buna fıkıhta “Fetva ve Takva” “Azimet ve Ruhsat” gibi terimlerle ifade edilmektedir. Avam için “Farzların yapılması, Kur’an okunması, teravih namazı kılınması ve haramlardan uzak durulması” yeterlidir. Havas için ise “Gecelerin ihyası, Ramazan’ın son on gününde itikâfa girilmesi” gibi fazladan nafile ibadetlerle meşgul olunması tavsiye edilmiştir. Ancak bu tavsiyenin ötesine geçilmemiştir. Zira herkes aynı durumda olmaz ve bunu kaldıramaz. Bunun için peygamberimiz (sav) sahabelerin teravih namazına fazla ilgi göstermesine sevinmiş; ama bütün ümmetini de düşünerek teraviye çıkmamıştır. Sebebini soranlara “Teravih namazına o derece ilgi gösterdiniz ki bunun size farz olacağından korktum. Şayet farz kılınsa onu yapamazdınız” (Müslim, Misafirun, 213-214) buyurmuşlardır.
Yüce Allah farz kıldığı ibadetleri şartları taşıyanların tüm insanların yapabilecekleri ve güç yetirebilecekleri şekilde olması hikmetini takip etmiştir. “Allah güç yetiremeyeceğiniz şeyi teklif etmez.” (Bakara, 2:286) Bu hikmete binaen teravih namazı beş vakit namaz gibi farz bir ibadet değildir. Bununla beraber tavsiye olarak kulun faziletini artırmak ve günahlarının affına vesile olmak için peygamberimiz (sav) “Kim inanarak ve sevabını Allah’tan umarak Ramazan Gecelerini teravihlerle ihya ederse geçmiş günahları affolunur” (Buhari, Teravih, 46) buyurmuşlardır.
Peygamberimiz (sav) zamanında ferdi olarak ayrı ayrı kılınan teravih namazı peygamberimizin (sav) vefatından sonra da aynı şekilde kılınmaya devam edilmiştir. Ancak Hz. Ömer (ra) devrinde cemaate kolaylık olsun diye cemaatle kılınması konusunda içtihat edilmiş ve cemaatle toplu olarak yatsı namazından sonra kılmaya başlanmıştır. Teravih namazı 20 rekât olarak cemaatle kılındıktan sonra gece namazı olan “Vitir Namazı” da teravih namazı sonunda kılınmaya başlanmıştır. (Şah Veliyyullah Dihlevi, Huccetullahi’l-Bâliğa, 2:51-52) Hz. Ömer (ra) Müslümanların şevkle Teravih Namazını cemaatle kıldığını görünce “Bu ne güzel bir adet oldu” diye sevincini izhar ettiği rivayet edilir. Hz. Ali (ra) Hz. Ömer’in (ra) bu içtihadını desteklemiş ve “Ömer mescitlerimizi teravihin feyzi ile nurlandırdığı gibi, Allah da Ömer’in kalbini öyle nurlandırsın” diye memnuniyetini ifade etmiştir.
Hz. Ömer (ra) bu namazı 20 (yirmi) rekât olarak kılınmasını emretmiştir. (İbn-i Ebi Şeybe, Musannef, 2:163-164) İmam Nevevi tahkikatı sonucu bu namazın 20 rekât olduğu sonucuna ulaşmıştır. (İbn-i Hümmam, Feyzü’l-Kadir, 1:334) Bu konuda Medine halkının ameli ve uygulamaları da bu şekildedir. Nitekim on rekât yatsı namazı, üç rekât vitir ile beraber 33 rekât kılınması adet olarak zamanımıza kadar gelmiştir. Hz. Ömer (ra) üç rekât vitir namazı ile 23 rekât cemaatle kılınmasını emrettiği gibi, Hz. Ali (ra) zamanında tayin ettiği imamlara 20 rekât teravih namazını kılmalarını emretmiştir. (Fethu’l-Kadir, 1:336; İhtilâf-ı Ulema, 1:312, Madde: 271)
Mezhep imamlarından İmam-ı Şafi ve diğer imamlar da Teravih Namazının 20 rekât olduğunu kabul etmiş ve böyle de uygulamıştır. Ancak İmam Malik (ra) Medine halkının Teravih namazını yatsı ve vitir ile beraber 36 rekât olarak kılındığını belirtir. (Neylu’l-Evtar, Metn-i Mülteka, 3:60) Ümmet içinde genel kabul gören ve İcma-i Sahabe ve İcma-i Ümmet olan husus mezhep imamlarının da ittifakı ile 20 rekâttır. (Prof. Kamil Miras, Tecrid-i Sarih, 4:85-86)
Peygamberimiz (sav) “Sünnetimi ve Hulefa-i Raşidinin sünnetini devam ettiriniz” (Halebi, İbrahim Efendi, Haleb-i Sağir, 270) emretmiş sahabeden sonra da ümmet bu sünneti/âdeti devam ettirmiştir. Bu nedenle Teravih Namazını cemaatle kılmak sünnettir. Bu namazı camide ve cemaatle kılmak evde kılmaktan daha faziletli ve sevaplıdır.
Teravih namazı İmam-ı Şafiye göre iki rekâtta bir selam verilerek kılınır. İmam-ı Azama göre ise 20 rekât istenildiği şekilde kılınabilir. Teravih istirahattan gelmektedir. Her iki veya dört rekât arasında bir miktar oturmak sünnettir. İslam bilginleri bunu dört veya iki rekât arasında “Salât-ü Selam” getirmek ve bunun için oturmak şeklinde uygulamışlardır.
Teravih namazında kıraat akşam namazı kıratı gibi olmalıdır. İslam bilginleri bu konuda ittifak etmişlerdir. Bu da kısa sureleri okuma şeklindedir. “İmam cemaate kolay ve hafif gelene meyleder. Onların usanmayacağı bir şekilde namaz kıldırır” denilmiştir. Yani imam kısa sureleri ve ayetleri okur, dört rekâtta bir selam verir ve arada salâvatları okumak cemaati sıkarsa başlangıçta ve sonunda üçer defa salâvat okur. Böylece hafif bir şekilde Ramazan boyunca terk etmeden ve cemaati usandırmadan Teravih Namazını kıldırır.
Hatimle kıldıran imamlar ise her rekâtta bir sayfa ve her teravihde bir cüz okuyarak namaz kıldırırlar. Böylece Ramazan sonunda hatim tamamlanmış olur. Hidaye ve bazı fıkıh kitaplarında “Teravihde sünnet olan da bir hatimdir. Her beldede bir camide hatimle kılınması gerekir. Cemaatin tembelliğinden dolayı bunu terk etmek caiz değildir” denilmiştir.
Teravih namazı yatsı namazından sonra kılınır. Bunun için teravih namazına sonradan yetişen bir cemaat, şayet imam teravih namazını kıldırıyorsa hemen imama uymaz, önce Yatsı namazının farzını ve iki rekât sünnetini kılar. Sonra yetiştiği yerden imama uyarak namazını kılar. Kılmadıklarını sonradan isterse kılar, dilerse terk eder.
Ramazan ayında sahura kalkmak da bir ibadettir ve gece ibadetine vesiledir. Zira sahura kalkan kimse en azından abdest alır ve Kur’ân okur. Sahur yemeğini yer ve dua eder. Bunu bir fırsat bilir, nefsini yemek için ikna eden Müslüman yemekten sonra ibadet ve zikir için de ikna eder ve bu da onun ibadetinin ve faziletinin artmasına, nefsin ıslahına ve Allah'ın rızasına vesile olur. Sahur yemeğinin bedeni beslemek ve oruca dayanma hikmeti yanında manevi olarak ruhani ve duygulara hitap eden ikinci yönü de vardır.
Ramazanın son on gününde itikâfa girmek ise ruhun yücelmesi ve Allah'a yakınlaşması bakımından mühim bir ibadettir. İtikâf kişinin kendisini belli günlerde Allah'a adamak demektir. Bu nedenle abdest tazelemek gibi zaruri bir ihtiyacı dışında dünyevi bir meşguliyet için mescitten dışarı çıkmak itikâfı bozar. Peygamberimiz (sav) böyle yaptığı gibi, ailesine de bunu emrederdi. Kadir Gecesi’nin Ramazanın son on günde bulunması da “İtikâf” ibadetinin son on günde yapılmasını ve ibadete kendisini verdiği bu günlerde bin aydan hayırlı olan Kadir Gecesini yakalamak ve seksen üç sene ibadet etmiş gibi sevaba ve fazilete, Allah'a yakınlığa vesile olmak mümkündür.
Oruç ibadeti de fazilet bakımından üçe ayrılır. Mideye oruç tutturmak ve şehvetlerden sakınmak avamın orucudur. Mide ile beraber kulak, göz, dil, el ve ayağı haramlardan sakındırmak ve günahlardan uzak tutmak, ibadet ve zikirle meşgul etmek ise havassın orucudur. Kalbi dünyevî düşüncelerden uzak tutmak Allah'ın zikrine yöneltmek, aklı ilim ve tefekkürle meşgul etmek, kalbe ve hayale de ibadet vaziyeti vermek ise “Hassların” “Ehass-ı Havassın” oruç ibadetidir. Bu sonuncusu Sıddıkların, mukarrebînin orucu ve ibadetidir.
Ramazan ayının sonunda “Sadaka-i Fıtır” verilerek yaratılış, vücut ve Ramazan nimetine şükredilir. Nihayet Ramazan’ın bitiminde üç gün Bayram yapılarak Ramazan ayı uğrulanır.