Rüyet-i hilal ayın görünmesi ile Ramazanın başlamasıdır. Bir heyet gökyüzünü tarar birlikte bir karara varırlar, mübarek ay başlar. Hazreti Ömer zamanında iki adam gelir, biri ayı görmediğini söyler, diğeri “ben gördüm” der. Hazreti Ömer şöyle bir gökyüzüne bakar ve ayı göremez, adamın gözlerine bakar gür kaşlı bir adamdır, elini ıslatır, adamın aşağı kaymış olan kaşındaki kılı kaldırır ve “şimdi bir daha bak” der. Adam bakar, ay yok. “Allah Allah biraz önce ayan beyan vardı, şimdi nere gitti bu ay?”
İnsanların hakikatı görmesine basari duygularının arızaları engel olur. Bu duygular iç gözlerdir de dış gözlerdir de. Hazreti Mevlana bir kıl gök ile yerin bağını kesiyor der, ya o kıl insanın kalbine başka bir hüviyetle düşürse hakikatı göstermez. Bediüzzaman da aynı hakikata işaret eder. “Hem tebei sathi bir nazarla bakılsa gayet muhal bir şey, mümkün görünebilir. Bir zaman bir ihtiyar adam Ramazan hilalini görmek için semaya bakmış, gözüne beyaz bir kıl inmiş. O kılı ay zannetmiş, Ay’ı gördüm demiş. İşte muhaldir ki Hilal o beyaz kıl olsun. Fakat kasten ve bizzat Ay’a baktığı ve o saçı tebei ve dolayısıyla ikinci derecede göründüğü için o muhali mümkün telakki etmiş.” (15. Söz)
Batılı hak ve muhali mümkün gösteren bu beyaz kıl gibi nice engeller vardır. Bediüzzaman bunları sayar. “Hem ey şeytan batılı hak ve muhali mümkün gösteren gaflet ve dalalet ve safsata ve inat ve mugalata ve mukabere ve iğfal ve görenek gibi şeytani desiselerle çok muhalatı intac eden bir küfrü, o bedbahd insan suretindeki hayvanlara yutturmuşsunuz.”
Yukarıda sayılan sekiz batılı hak gösteren nedenlerden her biri her itikadi ve ameli şeylere uygulanabilir. Oruca da uygulanabilir, namaza da, ahirete de, meleklere de her şeye.
Gaflet
Dalalet
Safsata
İnat
Mugalata
Mukabere
İğfal
Görenek
Müslüman toplumlarını haktan uzaklaştıran bu nedenler dalaletin de nedenleridir. Bunların önüne deliller konmadıkça insanlar onları aşıp ibadetlere, farzlara ve emirlere yanaşamazlar. Çünkü bunlar “batılı hak muhali mümkün gösteren” nedenlerdir. Gösteren diyor, yani görmeye engel olan nedenler görmeyi engelliyor, insan da hakikatı göremeyip orada kala kalıyor. Bediüzzaman’ın bütün hayatı bu sekiz şey ile mücadele ile geçmiştir. Her insanın itikad ve amel dünyası araştırılsa bunlardan biri veya bir kaçı onun hakikati ve amelin zorunluluğunu görmesine engeldir.
Mesela Bediüzzaman namazın anlaşılmasındaki yanlışları sayar. “Bir zaman sinnen, cismen, rütbeten bir büyük adam bana dedi. Namaz iyidir. Fakat hergün hergün beşer defa kılmak çoktur bitmediğinden usanç veriyor.” İkinci namaza engel neden usanmaktır. “Eğer anlasa idin ki ömrün azdır, hem faidesiz gidiyor. Elbette onun yirmi dörtten birisini, hakiki bir hayat-ı ebediyenin saadetine medar olacak bir güzel ve hoş ve rahat ve rahmet bir hizmete sarfetmek usanmak şöyle dursun belki ciddi bir iştiyak ve hoş bir zevki tahrike sebeb olur.”
Bir diğerinde midenin ihtiyaçları olduğu gibi kalbin, ruhun ve latifei rabbaniyenin gıdası olan namazın da bir büyük uhrevi ihtiyaç olduğunu söyler. Bunları hissedememek, anlamamak gaflettir, dalalettir. Daha diğer nedenlerdir de.
Onuncu sözdeki dalalet nedeni bütün bahsi harekete geçiren “inanmam hiç mümkün müdür ki bu memleket harab edilsin başka bir memlekete göç etsin” cümlesidir. Bütün haşir bu cümleye cevap aramakla geçer. Bediüzzaman ibaretlere ve sorumluluklara engel olan din sosyolojisinin temalarını iyi gözlemlemiş ve onlardan hareketle hakikatleri anlatmışır. Yedinci sözde iki adamdan biri dini emirleri anlaşılmaz telakki eder, keyfini bozmak istemez, ilaçları kabul etmez alkış ve eğlence zamanı olarak görür hayatı. Beş nişanlı kağıdı yani namazı veya İslamın şartlarını yolculuğu inkar ederek geçiştirir.
Altıncı sözde malını Allah’a satmak istemeyen adamın gerekçeleri şunlar. “Diğeri mağrur, nefsi firavunlaşmış, hodbin ayyaş, güya ebedi o çiftlikte kalacak gibi dünya zelzelelerinden, dağdağalarından haberi yok. Dedi “Yok padişah kimdir, ben mülkümü satmam keyfimi bozmam.”
Her yerde karşımıza çıkan keyf etmek. Hayatı bir eğlence olarak görenler, keyiflerini tatmin etmek yolunda emirlere gereken önemi vermezler. Keyif bahsi ayrı bir bahis olacak kadar önemli. Bu keyfimi bozmak keyif kelimeleri üzerinde oldukça yorumlar getirmiştir Bediüzzaman. Onu da ele almalı. Çünkü ahirette bizi mahrum edecek olan önemli nedenlerden biri keyfimizdir. Keyfimiz ister hizmeti değil keyfimizi tercih ederiz. Uyku keyiftir o da engeldir, yemek engeldir, gezip tozmak engeldir, keyif kocaman bir mebhastir. Basit gibi görünür ama önümüzde her zaman bir bahane ile çıkar keyif. Keyfin sınırını bozanlar iyi şeylerden kaçarlar, soğukturlar, bir fedakarlığa katlanmazlar. Bu gün keyif yüzünden binlerce arkadaşımız felçli gibi yerinden kalkmaz, zorla ite kaka bile bir hizmete bakmaz.
Keyif dünyanın da dünyevi başarının da belasıdır. Keyfinden dolayı birçok insan bir ilmi başarı gösteremez. Keyfinden dolayı çalışmaz, sonra da şikayet eder durur. Batılı birçok ilim adamı öyle çalışmışlar ki keyif etmek akıllarına bile gelmemiş. Zola tren rezaletlerini yazmak için şark demiryollarında altı ay gidip gelmiş ve gördüğü pislikleri bir romanında hayvanlaşan insanlık diye anlatmıştır.
Bediüzzaman‘ın coğrafyasında koşarken ne kadar onu ihmal ettiğimizi onunla ilgili bilgileri görmediğimizi ve organize etmediğimizi görünce insan üzülüyor. İhsan Atasoy Elazığ’da bir söz söyledi benim de kabul ettiğim bir söz. “Yazmak istekle olur, arzu ile olur, iterek kakarak kimseyi yazar edemeyiz.” Çok doğru. Sait Faik’e ailesi derbederliğinden döküntü insanlarla düşüp kalktığından dolayı kızarlar, yazmayı terk etmesini isterler. O da terk eder. Fakat birkaç gün geçince acele bir kalem alır ve bıçakla ucunu açar, kalemi öper ve yazmaya başlar. “Yazmasam çıldıracaktım“ der.
İşte Bediüzzaman en zor şartlarda yazan insan, zaten bütün eserleri zor şartların sonucu çünkü “ıztırap sanatın anası büyük eserlerin de anne annesidir“ demiş birileri. Haydi yazalım mı?
Ramazan yazılar dedim, bahis nereye geldi, olsun…