Bediüzzaman’ın Ramazan Risalesi harika mücmel cümlelerle dolu bir büyük kitap. Ona şerh yazıp tarihi, sahabe tarihini, İslam, ibadet, tasavvuf tarihini örnek göstermek isterseniz koca bir şerh ortaya çıkar. Ben bazı cümleleri açmayı düşündüm. Mesela onlardan biri “İşte ramazan-ı şerif adeta bir ahiret ticareti için gayet karlı bir meşher bir pazardır ve uhrevi hasılat için gayet münbit bir zemindir.”
Orucun ahretteki mukabilini görseydi insanlar muhakkak her halükarda oruç tutarlardı. Arafa Şerefe günlerinde babam sergisini sabaha kadar açık tutardı, gece geç vakit eve dönerdik, mutlu olurdu. Çünkü para kazanmak onu mutlu ederdi, giderken eve bayram ihtiyaçlarını alırdık, rahmetli anneme özel çerez alırdı. Hacı Rüveyde kamile bir kadındı. İşte Ramazanı Şerif öyle büyük ticaretlerin yapıldığı “meşher bir pazardır.”
Tarla ekmeye müsait bir hale gelmiş, yağmurunu almış, gübresini almış, çiftçi adayı kenarında uyuya kalmış, babası “kalk oğul kalk böyle günde yatılmaz” demiş. Ey münbit tarlanın yanında uyuyan kalk!
Her malın çok üstünde kabul gördüğü bir meşher gibi Pazar, dükkanı kapatmış maça gitmiş esnaf. Sen o değil misin yazar?
Nisan yağmurları yağarken gazete okuyan çiftçi! Hepimiz yer yer bunlara benzemiyor muyuz?
Verilen örnekler hep hayattan alınmış buna Muhakemat’ta harici mekayis diyor. Mukayese edilecek harici olayları bulmak anlatırken. Anlatımla hayat arasında bağlar kurmak, mikyaslar oluşturmak. Camilerde anlatılan din ile günümüz hayatı arasında mikyaslar kuramayan hocalara demiyor mu? Bir kadim filozof “biz Akdeniz milletleri akdenizin etrafında uyuyan kurbağalar gibiyiz” diyor. Söze bak hikmetini harekete geçir, biz ahiret ticareti için kurulmuş bu dünyada uyuyan kurbağalar gibiyiz deseydi belki Bediüzzaman’dan etkilenmiş olurdu. Bir başka filozof “düşünüyorum o halde varım” demiş. Hayret patatesin keşfi bundan daha önemli. Bu yüzden Bediüzzaman “bir kuru soğanı bir kızıl elmaya değişmem“ derken hayal ile realite arasındaki farkı dehaca bir avami örnekle itekler.
Bir hikaye anlatalım oradan kıyasla yorumlayalım, tasavvuf meyve olduğu için Allah kullarını teşvik için meyve gösterir onlara ama Bediüzzaman meyve göstermez, meyveleri ahirete erteler. Sadece “biliniz ki elinizden kaçmasın“ der. Kaçmasın kaçmasın kaçmasın kaçmasın.
Kabe’yi tavaf ederken bir adam gördüm, durmadan “Ya seyyidi ma fealte bil mahrum” diye dua ediyordu. Neden böyle dua ettiğini kendisine sorunca şu açıklamayı yaptı. “Biz Allah’ın yolunda savaşan on kişi idik. Düşman bizi muhasara edip esir aldı. Başkanları boyunlarımızın vurulmasını emretti. O arada gözüm göğe ilişiverdi. Havada on hurinin uçmakta olduğunu gördüm, içimizden kimin boynu vurulursa hemen onlardan bir tanesini alıyor ve onun ruhunu aldığı gibi semaya yükseltiyordu. Sıra bana gelince her ne hikmetse beni bağışladılar ve boynumu vurmadılar. Benim için inen o huri kız, “ey mahrum ey mahrum, yoksun” diye diye semaya yükselip gözümden uzaklaştı. İşte bunun için bu şekilde dua ediyorum. Alllah yoluna ölen bir insana Allah hemen iltifatını gösteriyor, ve hurileri gönderiyor. Acaba oruç tutan bir insana Allah kimleri gönderiyor, insan bilseydi, sır bozulurdu ama bu örnekten anladığımız çok büyük bedeli var.
Dünyanın beşyüz misli kadar büyük bir cenneti nefsini ve malını Allah’a satan adama veren Allah. Dünyanın beşyüz misli. Dile kolay Türkiye’nin beşyüz misli değil. Demek bizim her ibadetimiz bir büyük bölgeye taalluk edecek. Abdullah Yeğin Abi’nin dershanesinde bir hadis var “Allah namaza imamın arkasından hemen başlayan adama bin deve tasadduk etmiş gibi hayır veriyor.” Sadece bir namaza başlamaya bu kadar olursa gerisini düşün. Ahirette hepimiz elimizi dizimize vuracağız.
Bediüzzaman kaçmasın fiilini kullanıyor. Demek ihmal ettiğimiz her ibadet, her hayır ve her hizmet sonrasında bizden neler kaçıyor, kaçırdıklarımızı görseydik aklımızı kaçırırdık. Bir cihad hikayesi daha anlatalım. “İmam Nesei anlatıyor, Allah yolunda savaşan bir adam gördüm, savaş bittikten sonra harp elbiselerini çıkarttı, tozlarını bir araya topladı. Topladığı toz ve toprak epeyi bir miktar olmuştu. Onlardan kerpiç yapıp oğluna tavsiye etti. “Yavrum ben öldüğüm zaman bunu kabrimde başımın altına koy.” Aldam öldü, vasiyeti yerine getirildi, sonra kendisini rüyada gören bir arkadaşı halinden sual edince şu cevabı verdi. “Allah beni o kerpiçin bereketi sayesinde mağfiret etti.“ Yunus Emre buna remzeden bir cümle söyler ”Hak yoluna gidenlerin asa olsam ellerine.”
Meşher, Pazar, ahiret ticareti, uhrevi hasılat, münbit bir zemin, bu şu kelimelere ne kadar düşünülmüş kelimeler, anahtar kelimeler. Hasılat akşam dükkanını kapayan adam kazandıklarını düşünür ve mutlu olur, kendinden emin evine döner. Bu dediğimiz ahiret hasılatı. Ahiret ticareti, bir de dünya ticareti var ya, bu ahiret ticareti biz ise ahiret ticareti yapan tüccarlar. Münbit bir zemin, hani tohum ekmeden önce toprak hazırlanır, verimli hale getirilir, daha sonra tohum ekilir. İşte Ramazan-ı Şerif böyle ahiret ticareti tohum ekmek için verimli bir zemin.
Peygamberimizden (asm) bir örnek verelim, onsuz olmaz. “Bazı günler iftar etmeden ikinci günün orucuna niyetlenirdi. Onun bu durumundan etkilenen sahabiler de böyle yapmak istediklerinde buna izin vermez ve şöyle buyururdu. “Siz benim gibi yapmayınız, buna güç yetiremezsiniz, çünkü Rabbim bana yedirir ve içirir. Bir yudum suyla da olsa mutlaka sahura kalkınız sahur yapınız ve iftarı etmekte de acele ediniz.”