Ramazana “mani”niz var mı?

Habib FİDAN

Her yıl olduğu gibi, bu yıl da ağır ağır ve kararında adımlarla Ramazan ayı bize varlığını hissettirerek  göz kırptı. Ve bu göz kırpmayla, hayatın iki yüzünü bariz bir şekilde göstereceğinin sinyallerini verdi. Peki nedir bu iki yüz? Fakirlere yardım yapılması, iftar sofralarının kurulup kıyıda köşede kalanlara ziyafet verilmesi, dargınların barış(tırıl)ması ve benzeri durumlar Ramazan’da yaşanan hayatın gerçek yüzünü gösterirken; minarelerde kandillerin yakılması, camilerde mahyaların kurulması, mesela güllaç baklavalarının yenmesi, şekerden ağaçların yapılması, Karagöz-Hacivat ve ortaoyunu gibi eğlencelerin tertip edilmesi gibi manzaralar da Ramazanda yaşanan hayatın estetik yönünü gösterir.

Bununla birlikte, bahsetmediğim ve hayatın estetik yönüne dahil edebileceğim bir unsur var ki, bu da Ramazan manileridir. Yani bekçiler veya davulcular tarafından sahura kaldırmak ve iftara davet etmek için söylenen maniler. Mani deyip geçmeyin; zira sözünü ettiğim hayatın iki yüzünü birbiri içinde yaşatan ve belli bir kaynaştırmayı başaran yegane üründür maniler. Bundan da öte, belki de günümüzde tarih olmuş ve edebiyat araştırma kitaplarının sayfaları arasında sıkışıp kalmış folklorik malzemelerdir.

Daha kurmalı saatler icat edilmemişken, Ramazan bekçileri (davulcuları) vardı. Ramazanın ilk gününden itibaren değerlenen bekçiler, sahur vaktinde mahalle sakinleri için yegâne iletişim aracıydı. Ayın ilk görünmesiyle birlikte,
“Geldi mâh-ı Ramazan’ım
Şâd olup sevindi cânım
Ramazan-ı şerifiniz
Mübarek olsun sultânım” manisiyle ışıklar bir bir açılır, seslenmeler ufaktan ufağa başlardı.

Böylece, bütün mahalle aynı ibadeti birlikte yapmanın hazzını yaşardı. Bunun bir de eğlence yönü vardı. Başrolde bekçi, yardımcı rolde de çocuklar vardı. Henüz sokaklar hırsız, yankesici yahut kapkaççılarla kuşatılmamışken, sahur vaktinde,
“Müminlere verdi safâ
Çağrışıp dedi merhaba
Sizlere geldi sultanım
Müjde ile bekçi gedâ” manisiyle sokağı arşınladı mı bekçi, bilin ki köşe başlarında saklanan çocuklar olurdu. Ardından da bekçinin elinde tuttuğu feneri kırma yarışı başlardı. Bunu bekçinin söylenme ve çocukları kovalama faslı takip ederdi.  Bütün bunlar hiç yaşanmamışçasına, ertesi gün mahalle tarafından bekçiye yeni bir fener alınır, böylece bekçinin gönlü alınmaya çalışılırdı.

“Mahalleli neden kızmazdı çocuklara?” diye bir soru akla gelmiyor değil. Yahut, “Bekçi, neden bunlardan aşırı derecede şikâyetçi olmuyor, onları eşek sudan gelinceye kadar dövmüyordu?” şeklinde başka bir soru da zihni meşgul etmekten geri durmuyor. Biraz düşününce, “Belki de sahurda herkes uyanık olduğundan ve çocuklarla bekçinin yaptığı gürültü de gündüz tadında gürültüyü oluşturduğundan kızılmıyordu” diyesi geliyor insanın. Kim bilir…

Sahur vakti böyle de iftar vakti farklı mı? Elbette hayır. İftara yakın, top atılmadan ve sofralar kurulmadan önce bekçinin,
“Geldi Ramazan-ı Şerif
Ehl-i diller gayet zarif
İftarı size söyleyem
Olmaz mı sultanım latif” şeklinde söylediği bir mani, hazırlıklara başlama talimatı gibiydi.

Sonrasında mesela,
“Ye kebâbı biberlice
İç şerbeti anberlice
Ehl-i keyfe safâ verir
Tel kadayıf şekerlice” şeklindeki maniler bir günlük, yahut ertesi gün için verilmiş iftar mönüsü gibiydi.

Peki ya teravih namazları için camilere davet manileri var mı? Elbette var. Camiler faslında mesela İstanbul için Ayasofya, Sultan Ahmet, Beyazıt, Süleymaniye, Şehzade, Fatih, Eyüp Sultan vb. camilerin özellikleri sayıldıktan sonra,
“Câmileri size dedim
Selâtini vasfeyledim
Bahş u atâya (Bahşiş ve hediyeye) kaldı söz
 Faslımı tamam söyledim” şeklinde bitirilirdi cami faslı.   

Aslında mani ile birlikte mazide yaşananları ne kadar anlatsak, yine yetmeyecek. Hâl böyle olunca, her yıl oluşturulan koroya dahil olup “Nerde o eski Ramazanlar” diyecek değilim. Ancak şurası var ki,  “hayatın gerçek yüzü” diye ifade ettiğim manzaralar günümüzde ağır aksak da olsa, Ramazan’da hâlen devam ediyor. Peki ya Ramazan’da yaşanan hayatın estetik yönü hâlen yaşıyor mu? Bana sorarsanız, son demlerini yaşıyor yahut artık yaşamıyor. Ve ben işte bu noktada eski Ramazanları hatırla(t)makta kendimi mazur görüyorum. Bu bir mazi saplantısı değil, hayatın yaşanabilir yönünü gitgide kaybedişin ızdırabıdır. Belki de bu, sadece ânı yaşamak ve ânın içinde mazi ile geleceğin sentezini çıkarmaya çalışmaktır.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.