Ramazan Şerif’i israf etmemek, ona takılmış olan hikmetlere uygun hareket etmekle olabilir. Bu hikmetlerin üçünü geçen yazımızda ele almıştık. Dördüncüsünden devam edelim.
4. Nefsin terbiyesine bakan hikmetlerden bir kaçı
Ramazan-ı Şerif’e dair olan Yirmidokuzuncu Mektubun İkinci Kısmı’nda nefisle ilgili üç nükte var. Dördüncü, Beşinci ve Dokuzuncu Nükte’ler. Bu nüktelerden anlıyoruz ki; nefis kendi üzerinde bir otorite tanımak istemiyor, kendi istediğince hareket etmek, serbest olmak ve lezzetli şeylerden dilediğince adeta hayvancasına istifade etmek istiyor. Kendisinemenfaati olan şeylere sıkı sıkıya bağlanıyor. Zayıf bir vücudu olduğunu her an bir Mucidin icadı ile var edildiğini düşünmek istemiyor. Kendisi rububiyet istiyor. Eğer gafleti kalınlaştıran malı ve gücü de varsa adeta çelikten bir vücudu var ve dünyadan hiç ayrılmayacak gibi dünyaya ve içindeki lezzet ve menfaatine bağlanıyor. Ahiret hayatını unutuyor.Kendisinde bir rububiyet tevehhüm etmeye başlıyor. Adeta kuralları koyan kendisi imiş ve kendine sahip imiş gibi davranmaya başlıyor. Adeta Firavun gibi rububiyet davaediyor. Kendisini hadsiz nimetler ile, kemal-i şefkat ile terbiye eden Rabb-i Rahimini tanımak istemiyor.
İşte bu vaziyetteki bir nefse oruç hür ve malik olmadığını, nimetlerin sahibi olmadığını, aciz fakir bir kul olduğunu yani haddini bildirir. Şükre, Rabbine sığınmaya, acz ve fakrını bilip rahmet kapısına yönelmeye iştiyak kazanır.
Demek Ramazan-ı Şerif’in ruhuna uygun hareket etmek, onun bize sunduğu fırsatlardan istifade etmek ve onu israf etmemiş olmak adına kulluğun edebine uygun hareket etmek ve Rabbimizi tanımak için“Kimin merhametiyle böyle hâkimane idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninane besleniyorum ve idare ediliyorum?” (Yirmiüçüncü Söz - Dördüncü Nokta)gibi manalara teveccühetmeliyiz. Orucun bize hatırlattığı azc ve fakr ise; hasta olmasak da ve bir müsibet başımızda olmasa da bizde daima bulunduğunu, mahiyetimizin acz, fakr ve nakstan müteşekkil olduğunu unutmamalıyız. Zira kulluğun esasında azc ve fakrımızı Rabbimize itiraf etmek var. “İbadetin manası şudur ki: Dergah-ı İlahîde abd kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemal-i Rububiyetin ve kudret-i Samedâniyenin ve rahmet-i İlâhiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir.”(Dokuzuncu Söz – İkinci Nükte)
Firavun, halkına “ben sizin en yüce rabbinizim” demişti. Yani kendisine itaat edilecek tek merci. Eğer bu Ramazan’a kadar nefsimiz de bizi hükmü altına alan tek merci konumunda olmuş ise işte güzel bir fırsat; kalbin ve aklın gösterdiği ulvî gayeleri nefsin süflî isteklerine hâkim kılmanın duasını etmek için bulunmaz bir iklim. Bize ihsan edilecek olan kalan ömrümüzde akıl, kalb ve ruhun nefse galebe etmesi için plan yapmaya çok müsait bir zaman dilimi.
5. Niam-ı İlahiyye’nin şükrüne bakan hikmetlerden bazısı
Şükrün bazı şartları var. Öyle ki onlar olmadan şükür olmuyor. Bunlardan birincisi; nimetleri doğrudan doğruya Mün’im-i Hakikî olan Allah’tan bilmek. İkincisi; nimetlerin kıymetini taktir etmek. Üçüncüsü; nimetlere ihtiyacını hissetmek. Dördüncüsü de hemcinsine şefkat etmek yani paylaşmak.
Nimetlerin bize ulaşmasında hizmet edenlere bir fiyat veriyor ve bazen de hadlerinden fazla onlara teşekkür ve hürmet ediyoruz halbuki o nimetlerin asıl sahibi bizden şükür istiyor. Sair günlerde sadece nimetin bize ulaşması ile onlardan istifade edebilir iken Ramazan-ı Şerif’te oruç vasıtası ile Allah’ın emri gelmeden onlara elimizi uzatamamak onların hakiki sahibinin kim olduğunu hatırlatıyor. Sair günlerde hakiki bir açlık hissetmeden yemek ise o nimetlerdeki hakiki kıymeti nazarımızdan gizliyor. Oruç vasıtası ile hakiki açlık ne olduğunu anlamak, o nimetlerin hakiki kıymetlerini bilmeye ve onlara ne kadar muhtaç olduğumuzu anlamaya vesile oluyor.
Şükür, hilkatin neticesi olması ciheti ile ve kainat fabrikasının en muhteşem ürünü olduğu cihetle büyük önem taşıyor. Rızkın rızık olması şükür ile. Rızka iştiyak göstermek bile bir manevi şükür hükmünde ve rızka en müştak olduğumuz zaman şüphesiz iftar vakti. Hele o ilk yudum su vasıtasıyla hissettiğimizin tamamen rahmetin iltifatı oluşu…
Demek Ramazan şükretmeyi yani yaratılış gayemizin tahakkuku için lazım olanı öğrenmenin de en uygun zamanı. Kanaat, iktisat, rıza ve memnuniyet şükrün kriterleri. Bunlar varsa şükür var. Gelenin doğrudan doğruya Allah’tan geldiğini bilen razı ve memnun olmaz mı? kıymetini taktir edebilen kanaat ve iktisat etmez mi?
Öyle ise gelin bu Ramazan’ı israf etmeyelim ve şükrü öğrenelim zira şükürden düşen şirke düşer. Toplumda salgın gibi yayılan mutsuzluk hastalığının da ilacı şükürdür.
6. Kur’an-ı Hakîm’in nüzulüne bakan hikmetlerden biri
Bakara Suresinin 185. Ayetinin başında hak ile batılı birbirinden ayıran, insanlara hidayet delillerini gösteren eden Kur’an-ı Hakîm’in Ramazan ayında indirildiği beyan ediliyor. Nasıl ki şu kudret kitabı olan kainat birdir fakat her insan için o kainattan bir hususi kainat var. Her insanın da nefsini terbiye eden, aklını irşad eden Kur’an içinden bir hususi Kur’an var. Allah’ın vacib fiillerinin başı sonu, nihayeti olmadığı malum. Öyle ise ayetlerin nüzulü de esasen zaman ve mekan kaydı altında değildir. Bütün zaman ve mekanı içine alan Miraç’da Cenab-ı Hakk Efendimiz’iehadiyet ile rü’yetine ve kelamına mazhar kılmıştır kiEfendimiz’in ruh ayinesinde Kur’an’ın nakşı miraçta gerçekleşmiş. Zaman ve makan kaydı altındaki bu âlemde ise ayetlerin nazil oluşu yirmiüç yıl süresince devam etmiş.
Bugün de bir mü’min bir ayeti ne zaman anlar ise ve o ayet ne vakit ona hitap edip adeta ona konuşur ise o an nazil oluyor demektir. İşte Kur’an’ın nüzulüne hazır hale gelmek, hitaba anlayışlı bir muhatap olmak için yemek içmek gibi ihtiyaçlardan ve malayaniyattan uzak durmak, adeta Kur’an’ı karşılamak için hazırlık yapmak, melek gibi bir hale girmek Ramazan-ı Şerif’teki oruç ile oluyor. Ve bu halet içinde adeta ilk nüzulü anında dinler gibi dinlemek, Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’dan dinler gibi veya Cebrail Aleyhisselam’dan dinler gibi veya Ezelî kelamın sahibi Mütekellim-i Ezelî’den dinler gibi dinlemek…
“…manalar düşünülürse, nazil olduğu gibi okunur ve o okuyuş; tabiatiyle, zevkiyle hitaba incirar eder”(İşarat-ülİ’caz 20)
Öyle ise, bu fırsatı kaçırmamak için bu ayda daha ziyade Kur’an ile meşgul olmak, “bana hitap ediyor” bilincini yakalamaya çalışmak ve kimden hitap olduğunun farkına varmak ve bu hitap ile iç ve dış âlemimize yeniden bir çekidüzen vermek gayreti içinde olalım ki Ramazan’ı israf etmemiş olalım.
7. Ahiret için ziraat ve ticaret etmek üzere dünyada bulunan nev-i insanın kazancına bakan hikmetler
Gafletsiz baktığımızda, kaç yıl sürerse sürsün kısacık bir ömrümüz var. Kısa olmakla beraber ebedî ve asıl hayat olan ahiret hayatı için lazım olanlar burada alınacak, burası bir ticaret yeri ve bir tarla. İnsan ise dünya hayatının temini ile fazlaca meşgul olduğundan gerekli ticareti yapmaktan aciz ve yeterince ekemiyor bu tarlayı. İşte Ramazan ayı öyle bir hediye-i Rahmaniye ki bu ayda tüm salih amellerin sevabını kar kar arttırıyor Rabb-i Rahîm. Bu kârlı ticaretten insanın istifadesi için melekler gibi yemek içmekten uzak kalmaya emredilmiş.
Nasıl ki bayramlarda padişahlar raiyetine hilaf-ı âdet ihsanda bulunur ve şanına layık hediyeler verir, tüm haklı ile doğrudan görüşür. Öyle de, Kur’an-ı Hakîm’i inzal eylediği Ramazan-ı Şerif’i Ezel ve Ebed Sultanı olan on sekiz bin âlemin Padişah-ı Zülcelal’i bir bayram hükmüne getirmiş. Ruhlara, kablere hadsiz hediyeler yağdırıldığı bu zamanda süflî hacatı terk etmek ve mide fabrikası faaliyetine ara vermekle beraber göz, kulak, hayal gibi azalara da kendilerine münasib oruç tutturmak elbette bu İlahî lütuflardan daha fazla istifadeye medardır.
Hem insan sürekli ihtiyaç duyduğu yemek içmekten uzak kalmak ile Samediyete de bir nevi ayinedarlık eder. Muvakkaten de olsa ‘ihtiyaçsız olmak’ ne demek olduğunu anlar.
Öyle ise biz de bu kadar ihsan ve ikramların yağdırıldığı bu zaman diliminde bulunmanın süruru ile elden geldiğince mide gibi diğer azalarımıza da oruç tutturmaya gayret etmeli ve sevabı kat kat artan Kur’an harfleri ile daha çok iştigal etmeye gayret etmeliyiz ki Ramazan’ı israf etmemiş olalım.