Sonbahar, hüzün mevsimidir. Sararan yapraklar, daldan düşecekleri haber verir. Yerini kışa bırakan sonbahar, yazdan kışa bir köprüdür, transfer mevsimidir. Yaza veda ederken bizi karşılayan sonbahar, kışın çetin geçmesi ile paralel ilk baharın verimine bir müjde fısıldar.
Yaşadığımız mevsimin gerçeğine gelirsek, bu yıl sonbahar kışı fazla tattırmadı. Geçmişte meşakkatli kış şartlarına inat, kışlarımız yumuşadı sanki. Soğuğun o yakıcı ve kırıcı dalgaları hafifledi.
Bu girişi, değişen sosyal mevsimlerin ve gelişen toplumun yeni yüzünün habercisi olan maddi ve manevi baharlardan bahsetmek için kullandım.
Çetin kışlar geride kaldı. Baharlarımız ilki, yazı ve sonu ile birlikte daha sıcak olmaya başladı. Kalbimiz ısındıkça, yüreğimiz eridikçe, aklımız muhakeme ile düşündükçe “acele ettim kışta geldim, siz cennetasa baharda geleceksiniz” müjdesini yaşıyoruz.
Ülkemizde insan haklarına duyarlılık gittikçe artıyor. Toplumun geleceği adına söylenmedik söz kalmıyor gibi. Herkes eteğindekini yavaş yavaş dökmeye başladı.
Kavgalardan münakaşalara geçtik bir dönemler. Hiddetle şiddetin, emir ile komutanın, askı ile baskının bir arada olduğu sıkıntılı yıllar.
Sonra, toplum hayatında münakaşalardan tartışmalara, bazen söz dalaşına ve kırıcı hakaretlere, gergin konuşmalara ve ithamlara varan dönemler kovaladı birbirini.
Hukukun doğrayan ve beyinleri söndüren zulüm çetelerinden, güç kullanan eli silahlı ve faili malum/meçhul süreçlerin amansız takiplerinden ve dayatmalarından herkes bir şekilde nasibini aldı. Bu süreçler çözülmeye başladı artık.
Bizi almayan ve aynı zamanda bırakmayan AB, devlet gücünü yumuşatan bir erki önerdikçe ve kısmen yasal düzenlemeler yapıldıkça, zalimin soluğu kesilir oldu. Ama topuklu vuruşlar, buyurgan emirler ve skandal konumlanma hiç bitmeyecek gibi diş bilemeye devam ettiler.
Artık dişi gıcırdatmanın da bir kıymet-i harbiyesi kalmadı. Suskun zevat olmaya mahkum oligarşi ve “rejimin kutsal kurumları” demokratik hizaya doğru yanaşık bir hal almaya başladı.
Görünen o ki, münakaşadan, kavgadan, tartışmadan, hiddet ve şiddet tünelinden çıkmaya başlayan toplum, müzakere sürecinde. Karşılıklı diyalogla, birbirini dinleyerek, ajite etmeden, kendi görüşlerini kendi ekseninde ve doğrularıyla kamuoyuna sunma olgunluğuna doğru ilerliyor. Tez-anti tez müzakereleri, kuru ve içeriksiz polemiklerin doğrandığı provokatif üslupların rijit ifadelerini içinde barındırsa da, artık havuzun suyu değişmeye başladı. Kirli suları tasfiye den temiz suların bulanıklığa kurban giden görünümü, aslında arınmanın getirdiği karmaşalardır.
Fikir havuzları, zihin havzaları yeni fikirlerle, sağlıklı bakış açıları ile beslendikçe, ya da kamuoyunun bu tür kaynak düşüncelere ulaşma imkanı arttıkça, zihin havuzunda biriken kirli sular akıyor ve yerini yalın kanaatlere bırakıyor.
Bu gidişatta “Eski hal muhal, ya yeni hal, ya da izmihlal” prensibi her daim ve herkes için geçerlidir. Akıl ve kalp süzgecinden geçen yenilikler ve çözümler, geleceği karşılayan bahar muştularıdır.
Tecdidin asrımızdaki banisi Bediüzzaman’ı ve muhteşem hareketini bu yeni dönemde ve kışı bahara döndüren mevsiminde topluma sunmak, insanlığa takdimi gecikmiş bir vecibedir.
Bunu hisseden, soluyan, içtenliğini bahar coşkusuna çeviren taze ümitlere bir çiçek vermeye hazır mıyız?
Aynı zamanda, fani olmanın idrakiyle bütün varlığımızı devretmeye hazır mıyız?
Bunu başarırsak, bahar çiçekleri gönül bahçemizde rengarenk açacaktır.
Ayrıca bahar beklemeye gerek var mı?
Hal böyle olunca, ”Ben baharda değilim, bahar benim içimde” diyebilirim. Alemi değil, alemimi inşa ettiğim kadar, nazar ve niyet kalitesi huzur verir içimize.
Evet kışlarımız kısaldı, baharımız uzadı.