Sefer Akgül'Ün yazısı
Onunla ilk karşılaştığımda ortaokul birinci sınıftaydım İmam-Hatip Okulu (O zaman lise değildi) meslek dersleri öğretmenimiz Vehbi Vakkasoğlu hocamız beni ve sınıf arkadaşlarımdan bir kaçını evine çay sohbetine çağırmıştı. Kısa sohbetten sonra bizlere küçük bir kitaptan birkaç paragraf okumuştu. Sonradan bunun Risale-i Nur olduğunu anlamıştım ve sohbetlerine devam etmeye başlamıştım. Bir ara yine evine okunacak kitap vermesi için gitmiştim. Orada 3 liseli genç ağabeyle karşılaştım. Sonradan tanışacağım ve yıllarca dava arkadaşlığında ağabey olarak hitap edeceğim bu üç genç, Nurettin Gürsoy, Yaşar Korkmaz ve Reşit Sayıner ağabeydi.
Daha sonraki aşamalarda haftalık derslerde görürdüm Reşit ağabeyi. Aramızda yaş farkı olduğu için fazla muhatap olamadım. Ama o yıllarda en çok dikkatimi çeken şey, onun sadık bir nur talebesi olduğuydu. Öfkesi de, sevgisi de, şakası da, buğzu da hep Said Nursi için, Said Nursi hesabına ve Risale-i Nur hizmetleri adınaydı. Bende ilk iz bırakan hatırası beni namaza davet etmesiydi. Tommiks-Teksas-Zagor türünden resimli romanlara düşkündüm. Kitaplar pahalıydı bu yüzden, bu tür kitapları kiralık okutarak para kazanan bir açık hava kitapçısında bir resimli romana dalmıştım. İşte bu esnada biri benim omzuma dokundu. "Ezan okunuyor, gel Cumaya gidelim Sefer” dedi. Onun bu ikazı beni taaa Amerika'nın kızılderili ve kırmızı ceketlileriyle dolu, kaktüslü çöllerinden ve kasabalarından alıp birden yüz metre ilerimde Sıratut Camisinin avlusuna getirdi. Nereden nereye? Tam kırmızı ceketliler, kızılderililer derken gel, cumaya, o izbe, nem kokulu camiye. İsteksiz ve utangaç şekilde “tamam abi geliyorum" dedim. O, hızla camiye doğru gitti. Bense maalesef dünya malı tatlıdır ya, Tommiks, Suzi, Tonton, Zagorun "Aaaahyaaaakkk!" narası daha cazip geldiğinden "Hayye alessala" çağrısı çok da beni etkilemediğinden okumaya devam ettim. Rutin çağrılardı bunlar. İşte Reşit ağabeyin bende bıraktığı ilk iz bu çağrı oldu. Hatırladıkça gitmemenin ezikliğini hissederim. Ne boş şeylerle oyalanmışız meğer…
Lise ve yüksek tahsil yıllarımda ender olarak ancak yaz tatillerinde gece veya ikindi derslerinde karşılaşırdım. Ama hep şunu görürdüm, anlattıkları şeyler içinde hep abilerden rivayetle hatıralar anlatırdı. "Bayram abi dediki, Hüsnü abi bir gün şöyle dedi, Bir keresinde Hulusi abi Adıyaman'a gelmişti, dedi ki.” Bu dedikiler içinde en çok aklımda kalanı Bayram abiden yaptığı bir nakildi. Kardeşim üstadın önüne geçeni, Risale-i Nur'a perde olanı bu hizmetin kudsiyeti trafo gibi çarpar. Bunu Üstadı kullanarak kendini lanse eden ve nurculuğu ve risaleyi geri planda tutan bir cemaat ve lideri için söylerdi.
İlahiyat okumuştu. Prof. Dr. Neda Armaner'le olan muhaverelerini yaşıtlarına anlattığını duyardım. Çok çekmişti Armaner Reşit abiden. Armaner yine de en çok da onu severmiş. Armaner ile ilgili hatıralarının detaylarını onun devre ve dersane arkadaşları ağabeylerimizden dinlemek, okumak isterdim.
Adıyaman lisesindeki öğretmenlikle ilgili bir çok hatırasını öğrencilerinden duyardım. Okuldaki öğretmenler de, öğrenciler de, idareciler de onun kimlik ve kişiliğini tartışmasız takdir ederlerdi. Gerçeği dosdoğru söyleyen, Nur Talebesi olduğunu hiç ama hiç gizlemeyen, dolaylı veya dolaysız Deccal ve Süfyan temsilcilerini kötüleyen ve bundan hiç korkmayan ender öğretmenlerden biriydi diyebilirdim.
Adıyaman Lisesinde görevliyken Din Kültürü derslerinde tüm girift ve karmaşık soruların cevabını müthiş bir muhakeme gücü ve diyalektikçi zekasıyla anında verir ve bu cevaplar adeta menkıbe gibi dilden dile dolaşırdı.
Bir keresinde bir bayan felsefe hocası, İslamda kadınlar için başörtüsünün farz oluşunu saçma bularak, "Erkeklere başörtüsü farz değil, kadınlara neden farz oluyor ki? Her ikisi de saç değil mi, o da saç, bu da saç!" dediğini öğrenciler derse giren Reşit abiye aktarıp cevabını sorunca Reşit abi, işaret parmağıyla önce başını sonra da mabadını göstererek. "Bu da deri, bu da deri! Niye buradaki deriyi açık bırakıyor da oradaki derisini açmıyor? Demek ki deriden deriye fark var!" diyerek meseleyi halletmiş.
Bir başka zaman da sınıfa girdiğinde ateist bir öğrenci biraz da dalga geçerek "Hocam Allah neden kendisini Allah yapmış da bizi Allah yapmamış? Allahlığı mesela bana verseydi olmaz mıydı?" sorusuna karşılık olarak önce öğrenciye kızmış. Öğrencinin öfkeyle sırasından kalkarak üzerine yürümesi üzerine "Dur oğlum soruna cevap olarak söyledim. Bak Allah'a bir çok insan inanmayıp, küfrettiği halde yine bize rızık veriyor, yine güneşi doğduruyor, yine yağmuru yağdırıyor. Sen ise eğer faraza Allah olsaydın ben sana bir kere küfrettim hemen beni dövmek için yerinden fırladın. Tahammül edemedin. İyi ki sana Allahlık vermemiş. Verseydi halimiz nice olurdu?" diye taşı gediğine oturtmuştur.
Reşit Sayıner ağabeye hayatta iken öğretmenlik hatıralarını bir yere not etmesini defalarca rica ettim. Bir yerlere kısa kısa not almasını, detaylarını kalem erbabı birinin kitaplaştırabileceğini söyledim. “Olur, tamam, inşaallah” demesine rağmen maalesef her hangi bir not tutmadı sanıyorum. Bu hatıralar bizim için kayıp değerler olacaktır. Söz açılmışken tüm meslek, dava ve dersane arkadaşlarından ricam Reşit ağabeyin gerek nur hizmetlerinde ve gerekse öğretmenlik hayatında şahit oldukları veya duydukları hatıraları belli bir merkezde toplamaları. Çok istifadeye şayan malzemelerin çıkacağından eminim.
Onun vefat ettiği saatte-sonradan yaptığım soruşturmaya göre-tam da o esnada Adıyaman'da görülmemiş bir şekilde yağmur yağması da güzel bir tevafuk olmuştu. Defin günü de yağmurlu bir gündü. Ruhu şad olsun. Mekanı cennet olsun. Başımız sağ olsun.