Hz. Ali (RA)’in beyanıyla, “harbin en şiddetli anında bizler Resul-i Ekrem (ASM)’in arkasına tahassun edip sığınıyorduk” diye haber verdiği üzere hemen bütün tarihi hayatında ölüme ferman okuyan sahabelerden ziyade Resul-i Ekrem’(ASM) in emsali görülmemiş tarzdaki şecaat-ı kutsisi, fevkalade idi.
En tehlikeli ve müşkül zamanlarda ki, Gar-ı Hira’da müşriklerin mağara ağzına kadar gelmeleri anında ve Medine’ye Hz.Ebubekir’le (RA) hicreti zamanında, Süraka’nın atıyla arkadan bunlara yetişmesi anında ve kurtuluş ümidi kalmadığı her iki halde; beşerin takatinin üzerinde bir metanet ve cesaretle, Hz. Ebubekir’i (RA) teselli edip “ Korkma Allah bizimle beraberdir” diyerek, korkmayarak Rabbine istinattaki güven ve teslimiyeti. Fevkalade metaneti ve sükûneti.
İşte Üstadımızın da cihan harbinde avcı hattında, düşman güllelerinden çekinmeyip sipere girmemesi, at üzerinde koşuşturması, gâvurun top ve güllelerine aldırmaması, Rusya’da esarette idam edileceğini bildiği halde İzzet-i İmaniyesini koruyarak, korkmayarak ve ölümü hafife alarak Rus Başkumandanına ayağa kalkmaması.
Divanı harpte Hurşit Paşanın idam tehditli suallerine beş para ehemmiyet vermeyerek adeta kafalarına vururcasına cevaplar vererek mahkemeyi hayrette bırakması ve neticede beraat verilmesine rağmen Mahkemeye teşekkür etmeyerek Beyazıd Meydanına doğru “Zalimler için yaşasın cehennem” diyerek yürüyüp gitmesi.
Mecliste namaz kılmayan milletvekillerini namaza davet eden on maddelik beyannamesinin dağıtımından sonra namaz kılanların çoğalması üzerine, Mustafa Kemal’in hiddetine “Sen’i çağırdık ilminden istifade edelim, geldin namaza dair şeyler anlattın içimize ihtilaf verdin” sözlerine ve itirazına karşı “Paşa! Paşa! Kainatta en yüksek hakikat imandır, imandan sonra namazdır, namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur” (Tarihçe-i Hayat) diyerek mukabelede bulunması ve neticede Mustafa Kemalin tarziye vermesi.
Yine Van’da inzivada iken, alınıp Barla’ya sürgün edildiği 1926 tarihinden itibaren telif ettiği Risale Nurların yazılması ve okunması üzerine yüz otuz talebesiyle alınarak Eskişehir hapishanesine konulması ve “Bediüzzaman rejim muhalifidir, rejimi yıkacak asayişi bozacak ithamlarıyla ve mutlak idam edilmesi talebiyle yargılanması esnasında talebelerini teselli ederek savcının ithamlarına beş para ehemmiyet vermeyerek ayak ayak üstünde iddianameyi dinlemesi, idam tehditlerine aldırmaması.
Aynı pervasız ve ölümü istihkar eder tarzdaki halinin, Kastamonu, Denizli ve Afyon Ağır ceza Mahkemesindeki idamla yargılanmaları esnasında devam etmesi, şecaat ve cesarette ve sebat ve metanetinde Üstadı Küllün (ASM) tam bir talebesi ve varisi hizmeti olduğunu ispat etmesidir.
Hulasa ölüm korkusu Hz. Üstadın elini tutup, ağzını kapatamamış ve Kur’an hizmetine mani olamamıştır.
Resul-i Ekrem’in (ASM) 23 sene gibi kısa bir zamanda kavim ve kabilesi ve bütün dünya aleyhte olduğu halde tek başıyla İslamiyeti tüm Arabistan’a yaymaya muvaffak olması ve Din-i İslam’ın diğer dinlere galebe çalmasına ve dünyaya yayılmasına muvaffak olması.
İşte Üstadımızın dâhili ve harici zındıka ordusu aleyhinde olup hizmetine ve neşri hakakik-i Kur’ani’yesine tüm maddi ve manevi güçleriyle, devlet imkanlarıyla mani olmalarına karşı, tek başıyla, garip, kimsesiz, muinsiz, hasta ve ihtiyar haliyle Hizmet_i Nuriyede muvaffak olup tüm dünyada Nur’u Kur’an-ı yaymaya çalışan bir cemaat oluşturması ve telif ettiği Nur Külliyatını tüm dünyaya yayması.
İslam’ın zuhuru ve hicrete kadarki sıkıntılı halden kat’i nazar, İslam’ın galebe çalıp tüm arabistana yayılması ve bir kısım devletlerin İslamiyet’i kabul etmesi neticesi dünya malının ve imkanlarının sel gibi Medine’ye akmaya başladığı yıllarda bile Fahri Âlemin (ASM) dünya malına tenezzül etmemesi ve fevkalade zühd ve takva ve eskideki hal içerisinde hayatını sürdürmeye devam etmesi.
Aziz Üstadımızın da gerek eski Said ve yeni Said devrelerinde (sıkıntılı ve mahrumiyet içerisindeki esaret, hapishane ve tecrit yıllarından kat’i nazar) bilhassa 1956 yıllarında, hapisten tahliye ve Risale-i Nurların Mahkemelerce serbest bırakılmasından sonra maddi imkanların çoğaldığı zamanlarda, dünyalık şeylere tenezzül etmemesi ve istiğnası ve sade halini sürdürmesi, azami derecede iktisada, riyazete ve eski hal içerisindeki nasdan istiğna hayatını sürdürmeye devam etmesi.
İşte Fahri Alem’in (ASM) hayatı ve O’nun bu asırdaki şakirdi ve en parlak ayine-i münevveri Said Nursi (RA).