Röportaj: Kemal Benek-Risale Haber
“Risale-i Nur ve siyaset” ilişkisini uzmanlara sorduk. Altıncı konuğumuz Siyaset Bilimi Uzmanı Doç Dr. Ahmet Yıldız…
AHKAMDA GARBA DİLENCİLİK YAPMAK, ŞİMALE KARŞI NAMAZ KILMAKTIR
Risale-i Nur'a göre Demokratlık nedir?
Risale metinlerinde kullanıldığı şekliyle “demokratlık” kavramı iki olguya işaret eder:
1)1906 İran Meşrutiyet Hareketinden sonra tedavüle çıkan “meşrutiyet-i meşrua” kavramı Bediüzzaman’ın da demokrasiyi kavramlaştırma biçimidir. Anayasal monarşiyi, “adalet, meşveret ve kanunda cem’i kuvvet” temelinde tanımlayarak alkışlar. Bunlar büyük ölçüde liberalizmin mottolarıdır: Barış adalet, parlamentarizm ve anayasacılık ve hukukun üstünlüğü.
Mutlak monarşiyi şiddetle reddederken, toplumsal aidiyet ve sorumluluk vurgusunu taşıyan bir Cumhuriyetçilik anlayışını da meşruti monarşiye eklemler. Yine de liberal demokrasi anlayışını iki noktada reddeder:
a)Kişinin kendi kendisinin efendisi olması, dolayısıyla kendisine ilişkin kararlarda en iyi hakem olduğu iddiasını, “külli şeriat” anlayışına dayalı olarak takyid eder. Liberal demokrasinin “ temel hak ve hürriyetler” başlığı altında ifadesini bulan ve sivil ve siyasi hürriyetler bağlamında değişmezlerini oluşturan matrisin karşısına, Bediüzzaman, Müslüman ekseriyetli bir toplumda, dini zaruriyatı koyar ve “ahkamda Garba dilencilik yapmayı”, “şimale karşı namaz kılmak olarak” değerlendirir. Bu yüzden, gayrımüslimlerin siyasi temsilinin yansıma alanını toplumun maslahatına irca eder ve bunu da liyakate bağlar. Bu liyakat pekala gayrımüslimlerde de bulunabilir. İslam’ın hakimiyetine dayalı, köşelerini üzerinde mutlak mutabakat bulunan değişmezlerin oluşturduğu, bunun dışında cumhurun maslahat ve meşverete dayalı reyine itibar edilen bu anlayışta, hiçbir görüş kendisini mutlaklaştıramaz ve dayatamaz; görüşlerin iktidara nisbetini halkın oyları tayin edecektir.
Ferdin aklını kullanmasının fikri veya fiziki vesayet altına alınmasının reddi, şahsi girişimcilik, toplumsal menfaatin öncelenmesi, kişinin kendisini aşan üst bir hammiyyete sahip olmasının temini ve her türlü istibdadın reddi, maşrutiyet-i meşruanın umdelerini teşkil eder.
b)Bediüzzaman liberal hürriyet anlayışını reddeder. Kişi, ne kendisine ne de başkasına zararı dokunmayan hususlarda tam bir irade ve tercih hürriyetine sahiptir. Bu zarar, “şeriat-i ilahiye” tarafından tanımlanır. Kişinin maddi ve manevi varlığına kendisine verilmiş bir emanettir; nefsin esaret-i rezilesinin idaresine terk edilemez. Bu yüzden, İslam’ı imanla kabul eden birinin, daha sonra bu imanı reddetmesi, din ve vicdan hürriyetinin bir parçası olarak değerlendirilmemiştir. Seküler toplumlardaki vatana ihanet kavramına benzer şekilde mürtedin vicdanının tefessüh ettiği, insanlığa faydalı hiçbir cihetinin kalmadığı varsayımından hareketle, hayat hakkını kaybettiği düşünülür. Bediüzzaman da bu fikri destekler. Bu yüzden, Bediüzzaman’ın demokrasi karşısındaki konumu, ne kategorik bir karşıtlık ne de savunmacı bir külli kabuldür. Bediüzzaman, demokrasiyi meşrutiyet adı altında kabul eder; ancak bu meşrutiyetin ruhunu “Ruh-u meşrutiyet Şeriattandır” diyerek, Şeriata irca eder.
BEDİÜZZAMAN’IN FİRAKINDAN İKİ AY SONRA, DP DARBENİN ALTINDA KALIR
ii) Demokratlık kavramının işaret ettiği ikinci olgu Demokrat Parti hareketidir. Bediüzzaman, tek parti yönetiminden çıkışı sağlayan, başta Ezan-ı Muhammedi olmak üzere şeair-i islamiyeyi iade eden, toplumu pozitivist bir anıtkabir olmaktan çıkaran DP hareketini, İttihatçılardan o zamana kadar İslama karşı girişilen bütün hareketlerin günahını yüklenmiş bulunan CHP karşısında açık bir şekilde destekler. Batıdan fazla Batıcı olan, içinde ciddi bir “Halkçı” zihniyet barındıran, bir İngiliz elçilik kriptosunda kabinesinde yalnızca iki bakanın oruç tuttuğu söylenen -Adnan Menderes bunlardan biri değildir- DP’yi her vesile ile ikaz eden Bediüzzaman’ın Ayasofya’nın ibadete açılması ve Risale-i Nurların Diyanet tarafından neşri talebini sürekli gündemleştirdiği bir vasatta, bu duruşunun sebeplerinin ayrıntılı bir incelemeye muhtaç olduğunu düşünüyorum. Münevver Ayaşlı’nın dediği gibi, Bediüzzaman’ın firakından iki ay sonra, DP darbenin altında kalır.
BEDİÜZZAMAN, DEMOKRASİ VE LİBERALİZME YAKIN BİR DURUŞA SAHİPTİR
Risale-i Nur'a göre Ahrarlık nedir?
Ahrarlık, etimolojik olarak liberalizme tekabul eden ve İkinci Meşrutiyet sonrası Osmanlı siyasi toplumunda Prens Sabahattin’in fikri önderliğini yaptığı Ahrar Fırkası tarafından temsil edilir. Ahrar Fırkası, 1908 seçimlerinde büyük başarısızlığa uğrasa da, Meclisteki İttihatçı grup, büyük ölçüde mahalli eşrafın tensibiyle belirlenen adaylardan teşekkül ettiği için, İttihat ve Terakki grubu içinde Ahrar zihniyetli büyük bir kütle vardır. İttihatçılar içindeki Ahrar çizgisi, hakim çizgi olmasa da varlığını hep muhafaza etmiştir. Hürriyet ve İtilaf Fırkası Ahrar çizgisinin birebir karşılığı değildir; bu parti İttihatçı düşmanlığına dayanan ve İngilizlerle ilişkileri ona yerli rengini kaybettirecek kadar girift olan bir siyasi harekettir.
Ahrar Fırkasının dayandığı sosyopolitik felsefe ise, teşebbüs-ü şahsi ve adem-i merkeziyettir. Memuriyete eleştirel yaklaşım şahsi teşebbüsün önemli unsurlarından biridir. Aynı şekilde, ekonomik girişimcilik ve vesayetin reddi de bu çerçevede ele alınmalıdır. Adem-i merkeziyet de, tavaif-i müluke yol açmamak ve Camia-yı İslamiyenin bütünlüğüne zarar vermemek kaydıyla Bediüzzaman tarafından hararetle desteklenen bir ilkedir.
Hem demokratlık, hem de ahrarlık konusunda Bediüzzaman’ın çizgisi, Vehhabiliğe bakışında ortaya koyduğu ölçüyle değerlendirilebilir: bir hak mesleğin tüm esaslarının hak olması gerekmediği gibi, bir batıl mezhep de her şeyiyle batıl değildir. Bediüzzaman, milliyetçilik ve devletçilik fikirlerinin rağmına, demokrasi ve liberalizme yakın bir duruşa sahiptir; ancak bu duruş her ikisini de “şeriat ve akıl mihengine” vuran eleştirel bir duruştur.
SAİD NURSİ’NİN SİYASET ANLAYIŞININ ÜÇ ESASI VAR
Risale-i Nur'a göre siyaset nedir ve nerede durulmalıdır?
Risale-i Nura göre siyaset, herhalde çalıştay ve sempozyumlara konu edilmesi gereken bir keyfiyettir. Bununla birlikte, Bediüzzaman’ın siyaset anlayışının, onun üç ayrı hayat dönemine tekabul eden ama bir arada düşünüldüğünde bir bütün oluşturan, üç esası olduğu söylenebilir:
1)Şeriat merkezli siyaset anlayışı: İslamın üstünlüğünü esas alan, meşrutiyet-i meşruaya dayalı bir sosyopolitik düzeni öngörür.
2)İman merkezli siyaset anlayışı: “İmanın cereyanında olmakla” tanımlanan, dalaletten telezzüz eden yüzde 20’lik toplum kesimini muhatap almayan, yüzde seksen içindeki mütehayyir müellefet-ül kulübü hedef kitle olarak gören, bütün insanları, hangi siyasi görüşten olursa olsun, camiye davet eden, sekter olmayan, “kuşatıcı” bir siyaset anlayışıdır bu.
3)Hayat merkezli siyaset anlayışı: Demokratik düzeni veri alarak İslamın ve Müslümanların ilgi ve taleplerini merkeze alan ve bunu sivil toplum üzerinden gerçekleştirmeyi, siyasi partilerle de bu çerçevede kendi ilgi ve değerlerini davet toplumunun gereklerini gözeterek toplumsallaştırmaya hizmet edecek şekilde ilişki kuran, dini herkesin malı olarak gördüğü için siyasallaştırılmasını kategorik olarak reddeden bu anlayışın pratik tezahürleri, ciddi yüzleşme içerecek bir muhasebe ve müzakereye ihtiyaç göstermektedir.
SİYASETE LAKAYD DEĞİL MERKEZİNDE DE DEĞİL
Bediüzzaman’ın siyaset anlayışı bu üç esası içerdiğinde bütüncül bir niteliğe kavuşur. İktidar ve netice odaklı olmamak, dini dünyaya alet etmemek, dini dünya için rüşvet vermemek, İslam tarihinde Emeviliği, Hariciliği ve Şiayı netice vermiş tarafgirliğe dayalı siyasal pozisyon almadan şeytandan istiaze eder gibi istiaze etmek, siyasal alanı irşad fonksiyonunun bir türevi olarak anlamlandırmak, siyasete lakayt kalmamak ama merkezi ilgi haline de getirmemek, siyasi marifeti ittihad-ı islamın bir lazımı olarak görebilmek ve müsbet harekete riayet etmek, Bediüzzaman’ın siyasi perspektifinde kendisine yer bulur.
RİSALE ADINA SİYASİ FAALİYET YÜRÜTÜLEMEZ
Risale-i Nur'a göre cemaat-siyaset mesafesi nasıl olmalıdır?
Cemaatler kendi nev’i istidatlarına göre İslam ışığını topluma yansıtmaya çalışan hakikat yolcularıdır. Siyaset içerdiği menfaat odaklılık, bencillik ve tarafgirlikten dolayı, bu yolculuğu “Zühreleştirmeye” eğilimli bir mahiyete sahiptir. Bunun “reşhavari” bir yolculuk haline dönüştürülebilmesi için, yalan, tarafgirlik, riya, menfaat, cahili asabiyet, hakka hürmetsizlik ve menfi hareket gibi enaniyet oklarından arındırılmasına ihtiyaç vardır.
Cemaatler manevi birliklerdir; maddileştiklerinde Nuru topuzla cemeder ve topluma emniyet veremezler. Emniyet vermediklerinde irşad vazifelerini yerine getiremezler. Oysa, peygamberler gibi, onların da tek görevi tebliği en doğru şekilde yapmaktan ibarettir. Davet toplumlarında siyaset bir tebliğ aracı değildir, olamaz. Küreselleşen dünyada davet toplumunun sınırlarının da küresel hale geldiğini unutmamak gerekir. Kısacası, siyaset Nurla uğraşanların asli iştigal alanı değildir: buna yetecek dindar siyasi elit Nur’un hamelesi olamaz. O yüzden bu vazife siyaset için terk edilemez. Siyasetin, parti politikasının üstünde, ahrarlık meselesinde olduğu gibi, zihniyet ve fikir düzeyinde ilgi konusu yapılması ise bir zarurettir. Din namına siyasi faaliyet yapılamayacağı gibi, Risale adına da siyasi faaliyet yürütülemez. Bu mesele de uzunca bir izahı hak etmektedir.
DÜNYEVİLEŞTİREN SİYASETE HAYIR
Risale-i Nur'da, Hac bahsinde geçen "Siyaset-i Aliye-i İslamiye" ışığında, Nur talebelerinin siyasete bakışları hangi çerçevede olmalıdır?
Yukarıda belirtildiği gibi, siyasetle ilgi düzeyi, “Boğazlar meselesinde boşboğazlık yapma” meselinde remzedildiği gibi, siyasetin İslamın ve Müslümanların maslahatı açısından bir değerlendirmeye konu yapılmasıdır. Şahsi, cemaati, partisel ya da ulusal pozisyonlar siyasete bakışımızı dünyevileştirir; mana-yı harfinin konusu olmaktan çıkarır. Afaki tefekkürün zorluğundan murat budur. Siyasetin zihni dağıtan, nefsi tahrik eden fluluğunu dağıtarak istikametli bir okumaya tabi tutmak çok da kolay değildir; bu da müzakere ve meşvereti zorunlu kılar. Dünyevileştiren siyasete hayır; siyaseti maaliyata vesile kılma cehdine evet. Cazgırın daveti neyi ilan ediyor?