Risale-i Nur’la ilk tanışan, adeta çarpılmışa döner. Kalbiyle ısındığı, merak etmeye başladığı ve derse gitmekle gitmemek arasında tereddüt ettiği ve “Nurcu arkadaşıma benzeyeyim mi benzemeyeyim mi” sorularını kendine sorduğu bir demde, risalenin kapağını açıp okumaya başladığında aklı/bilgisi bir duvar çarpar ve derki: Anlayamıyorum!
Elhak doğrudur. İlk defa okuduğu, altyapısının olmadığı, üstelik ısındığı halde aklının hazır olmadığı bir Kur’an tefsirini hemen/şimdi nasıl anlasın?
Üstelik anlamadığı da tartışmalı. Derecesine göre anlamıştır demek daha doğru.
Ama televizyonların haber dili veya okuduğu gazetelerin dili veya sınırlı kelimelere hapsedilmiş Türkçeyle baktığın zaman elbette kendine göre “tam” anlamamış oluyor.
Zaten risaleyi anlamanın “tam”ı yok ki. Her defasında yeniden öğreniyorsunuz.
Velev ki, kelimeleri, kavramları, arka planı bilseniz bile.
Çünkü 6000 sayfa bir gergef gibi örülmüş. Her konu diğerine mukaddimedir/giriştir.
Bir muhakeme ve mantık kurgusu disiplini vardır.
Mevzuların birbirine geçişini veren köprü kavramlar/ıstılahlar vardır. Ayrıca her konunun kendi içinde röper noktası diyebileceğimiz nirengi ifadeleri vardır.
Bir de risaleye has, ona hususi ve çağın ruhuna inşirah veren Kur’ani elfaz vardır. Lafızlar, kendi vicdanını taşır.
Evet, 38 yıllık bir okuyucu olarak anlamadığım çok konu var. Burada anlamayan, anlamaya yetmeyen biri üzerinde mi çözüm üreteceğiz yoksa anlama vecibesi taşıdığımız risale metnini gazete diline veya normal ifadelerimize dönüştürerek mi seviyeyi belirleyeceğiz?
Kritik nokta budur?
Benim altyapım risalenin bazı konularına anlamaya yetmiyor. İlahiyatçılarımızın bir kısmının da Arapçaları İşarat’ul i’caz’ı anlamaya yetmiyor.
Uluslararası ilişkiler çalışan zevatın da İslam birliği ve Avrupa Birliği konusunda risaleyi okumaya zamanları yetmiyor.
“Anlaşılmıyor, zordur, daha çok kişi okusun, gelin sadeleştirelim” iyi niyeti, tespit yapmada ve risaleyi değerlendirmede bizi zayıf ve sıkıntılı noktalara taşır.
Anlamayan veya anlayamayan benim.
“Ben” “Biz” olursa anlarız.
Külli aklın manalarını havi ve “Kur’anın bir mucize-i manevisi” olan risaleyi ortak akılla daha çok anlarız. Mesela birey, aileler ve cemaatler çocuğun öğretim ve kariyeri için seferber oldukları kadar risaleye de zaman ve yatırım fırsatı açsalar, eminim üç dil bilen çocuk bir üst dil olarak risale ile zekasını taçlandıracaktır. Yeni seferberlik sadece dünya ve fırsatlar olursa, hep birlikte risaleyi anlamaya yatırım yapmazsak bu günkü tabloyu yaşarız.
Devlet risaleye mesafeli, hatta rejim hasım kabul ediyor.Dini çevrelerin çoğu yeterince incelememiş bile. Akademisyenler neredeyse okumamış. Nur talebeleri, kariyeri kadar risaleyi hayatın içine taşıyamamış, üniversiteler ve iş dünyası hala ürkek. Cemaatler sadece kendi kapalı zemininde risale okuyor ve müzakere ediyor.
Allah aşkına, nedir bu risalenin çektiği?
Ne kadar ilgilendik ki, ne kadar şartlar normal ki, bir de “anlaşılmıyor” diyoruz.
Bence yolun başındayız, iyi bir yerdeyiz. Ve açık müzakereye yeni yeni giriyoruz.
İnşallah toplum ve sağduyulu entelektüel de bu işe katkı yapar.
Mesela, ilk tanıyanlar, risaleye nasıl alıştırılmalı? Bu konuda yeterince bir metodolojimiz ve sistemimiz yok. Ama 100 yıllık bir geleneğin uygulamaları ve Üstaddan alınmış usulleri var. Ve oldukça başarılı.
Peki risalenin daha çok anlaşılması, doğru bilinmesi, yeni kuşağın şartlarına uygun çözüm üretilmesi noktasında bir şey yapılması gerekmez mi?
Elbette çok şey gerekir.
Ama burada akla gelebilecek en son hatta akla gelmemesi gereken “sadeleştirme”dir.
Bir kelimenin köküne “…leştirme” ile devam etmek bile başlı başına bir müdahaledir. Organik değildir. GDO’ya benzemektedir.
Bütün bu başlıkları uzun soluklu müzakere etmemiz gerekir.
Ama itirazım kendime. Suçlu benim. Bir risale okuyucusu olarak.
Yeterince risalenin hukukunu koruyamadık. Sıkıntı vardı, çaresizdik, yetersizdik, darbelerin hızarında öğütüldük, bölündük, süfyanizm hasım kabul etti v.s. Bunlar da kabul.
Ama bir ihmalimiz var.
Direk risale anlatan okullarımız yok. Müfredatlarımız yeterli değil. Öğrenme sistematiğimiz akademik değil. Çağın çocuklarına ve dijital sürecin duygu yüklü gençlerine yeni yaklaşımlarla model üretemedik.
Bu mecrada kendimizi sorgulayıp akademik, ilmi ve uygulanabilir, ruh-u asliyi rencide etmeyen bir sistem, ortak akılla kurulabilir. Nur talebeleri, efradını cami ağyarına mani olacak şekilde ihtisasa dayalı ortak hafıza ve istişare mekanizmasına ihtiyaç var.
Ama sadeleştirmeye gerçekten ihtiyaç yok.
Dört gündür, sadeleştirmeyi yapan aziz kardeşlerimi anlamaya çalışıyorum, onlarla beraber düşünmeye zorluyorum kendimi, gerekçelerini mütalaa ediyorum, toplumun ihtiyaçları üzerinden bakıyorum, hak verdiğim konular var.
Ama çare bu değil. Yani sadeleştirme, bahse konu gerekçelerin çözümü değil.
Sanırım akl-ı selimle risale hukukuna risaleyi okuyan herkes sahip çıkma konusunda hem fikirdir.
Tek mesele, bir problemi, bir ihtiyacı çözerken hangi sınırlarda, hangi materyallerle, hangi usul ve esaslarla yapacağımız üzerinde müzakereyi doğru sürdürmektir.
Üstad, açık ve net bir dille risale ile ilgili “Genç Saidler”in görevlerini tarif ediyor. Tasarruf sınırlarımız, daha doğrusu fazlaca özgürlükçü teşvik ve görev talimatını veriyor.
“…vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşir ve tâlimle, belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci Mektupları telif ile ve Dokuzuncu Şuânın Dokuz Makamını tekmille ve Risale-i Nur’u tanzim ve tertip ve tefsir ve tashihle devam edecek.”
Yukarıda kısa bir cümlesini aktardığım Kastamonu Lahikası’ndaki mektup, bize 11 başlıkta vazife veriyor.
Evet bu başlıklar altında risale ile ilgili yüzde 5 bile çalışılamadı.
Ana bilim dallarına göre tasnifi yapılamadı. Eğitim materyalleri hazırlanmadı.
Bunları v.b. yapacak risale mensupları/gönüllüleri/talebeleri, öncelikle vazifelerini yapmadan kolaya kaçıp, Üstadlarına ait bir metin üzerinde değiştirme/sadeleştirme/Türkçeleştirme v.b. tasarruflar da bulunabilirler mi? Buna hakları var mı? Üstelik rızasına mugayir bir şekilde.
Acaba risale ile anılan nur grupları, altyapılarının/kaynaklarının/çalışmalarının ne kadarını direk risaleye ayırıyorlar da, hala anlaşılmama sıkıntısı çekiyorlar?
Şimdi, nur talebelerinin yeni bir gayretle tanışma ve süreçle yüzleşme vakti.
Risalenin ilmi zeminine uygun şerh, izah, tekmil, tahşiye, neşir, talim, tekmil, tanzim, tertip, tefsir ve tashih yapmak vakti.
Üstelik bu 11 maddenin her yaş grubuna göre ayrı ayrı çalışılması gerekir.
Yetmedi, akademik düzeyde, ilmi zeminde ana bilim dallarına göre çalışılması zarureti var.
Görünen o ki, dersine çalışmak, denklemi çözmek, sabitlerle değişkenleri formülde doğru kullanmak, sistematiğine bağlı kalmak yerine sonuçları doğrulayacak, ama işlem hatalarını örten bir sınav kağıdı hazırlamışız.
Sonuç doğru gibi görünse de işlem hatalı ve kurgusu esasa uymadığından geçerliliği olmaz.
O yüzden, nefsim adına diyorum ki,
Risale değil, biz sadeleşmeliyiz. Risale oldukça sade. Ve böyle kalmalı.
Hiçbir öğrenci, ders kitabını değiştirecek kadar anlamayı kolaylaştırmaya gitmemeli. Yoksa kitap-müellif devre dışı kalır ki, anlaşılanla ders geçilmez.