Kutuplar, evliyaullah içinde cezbedici yönleriyle öne çıkan kişilerdir. Kutuplar iki sınıftır: Kutb-u İrfan ve Kutb-u Vücud... Kutb-u irfan, sahip olduğu marifetullah, İlâhî esrar ve hakikatlerle akılları kendisine cezbeder. Muhyiddin-i Arabi Hz.leri (KS) gibi... Kutb-u Vücud ise, kalbindeki İlâhî aşkın hararetiyle diğer kalpleri alevlendirip onların da Hakk aşkıyla yanmalarına yol açacak şekilde bir manevi hal sergiler. Mevlana Hz.leri (KS) gibi... Kutb-u irfan, fikir ve tefekkür ile; kutb-u vücud ise zikir ve tezekkür ile bu seviyeyi elde ederler. Marifetleri tevhid eksenli olduğu için kutb-u irfanın sözleri, muhataplarının duygularını da harekete geçirecek ve terbiye edecek şekilde feyizlidir, lezzetlidir.
Kutuplar, zaman hakikatini mazi-hal-istikbal şeklinde üç parçaya ayırırlar. Mekanı da enfüs ve âfâk şeklinde iki sınıfa ayırırlar. Şimdiki zaman "an" adıyla isimlendirilir. Enfüs ve âfak olarak bütün mekan, an'da bulunmasıyla üç boyutlu mekanı, an kuşatır ve içine alır. Bu yönüyle an, dördüncü boyuttur. An'lardan meydana gelen zaman, mazi-hal-istikbal silsilesi ile beşinci boyutu ifade eder. Sermediyet de, mazi-hal-istikbal şeklinde zamanın tamamını içermesi ile beşinci boyutun adıdır. Kutuplar, mekanın cüz'î tecellisi olan kendilerinde, külli mekan olan kâinatın tamamında hakikatleri müşahede ettikten sonra sermediyet şeklinde tecellisini aklın tecerrüdüyle görerek Allah'ın maddeden mücerred, mekandan münezzeh, zamandan mualla tecellilerini görmüş ve bunların menbaı olan Zât-ı Akdes'e doğrudan muhatap olmaya çalışmışlardır. Bu açıdan onların kullukları külli, duaları külli, hizmetleri külli, gayretleri külli olmuştur. Allah aşkları, korkuları da gerçeğin ta kendisi olmuştur. Kutupların Virdi, 29. Lem'ada Üstad tarafından şerh edilmiş, şifreli hakikatler arası bağlantılar Üstad Bediüzzaman tarafından gösterilmiştir. (Lem'alar, 29. Lem'a, 4. Bab, 2. Fasıl, Kutubların Virdi-1. Ders)
Kutuplar, hikmet ve irfan ehli olarak, Hz. Ali (KV) gibi, Kur'anın hakikatleri, sırları ile kâinatı ve kendi mahiyetlerini okuyor ve biz talebeleri ve müridşerine de okumayı öğretiyorlar. Emir-hüküm, terbiye-tedbir, hamd-medih, kuvvet-kudret, halk-icad, Uluhiyyet-Rububiyyet, mülk-kibriya, azamut-ceberut ve saire hakikatlerin kavram boyutuyla tanımlamasını mekan-zaman ilişkisi noktasında yaparak bizleri engin irfanlarıyla mekandan münezzeh ve zamandan mualla olan Allah'ı hakiki manada tanımaya, Onu hakkıyla sevmeye, Onun rü'yetine iştiyaka doğru geliştiriyor, ruhlarımızda uyuyan haşyet, huşu, iştiyak, emel gibi sayısız duyguların canlanmasına vesile oluyorlar. Tabir caize kafa-kalb-ruhlarındaki İlâhî kelamın nurlarını bizlere yansıtarak, yaşayan bir Kur'an olarak ideal bir mü'min ve müslim vaziyeti sergiliyorlar.
Kutub tabiri, Sahabe asrında kullanılan bir kavramdır. İbn-i Hacer el-Askalani el-İsabe isimli kitabında sahabe döneminde cömertliğiyle meşhur olan Abdullah bin Ca'fer bin Ebu Talib'e (R.Anhuma) "kutbu's-seha" (sehavet ve cömertlik kutbu) denildiğini rivayet eder. Bu manada Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Abdullah bin Abbas, Abdullah bin Mes'ud, Ebu Zerr-i Gıfari, Şeddad bin Evs, Ubade bin Sâmit (R.Anhum) gibi sahabelerin her biri bir "kutb-u irfan" ve "kutb-u vücud" idiler. Şeddad bin Evs (RA):
-"İlim kalkacak" hadisini aktarınca, Ubade bin Samit size ilk kaldırılacak ilmin ne olduğunu size söyleyeyim mi?" der. "Evet" cevabını alınca şöyle der:
"Yeryüzünden ilk kalkacak ilim, “huşu ilmi” dir. Öyle ki mescidler dolu dolu olacak ama tek bir huşu sahibi olmayacak."
Bu manada kutub tabiri, tasavvuf ehlinin keşfettiği bir kavram değil, sahabelerin bildiği, kullandığı bir tabirdir. (Lem'alar, 29. Lem'a, 4. Bab, 2. Fasıl, Kutubların Virdi-2. Ders)
Kutuplar irfanları, ibadetleri, külliyet kesbeden duygularıyla Allah'a muhataplıkta ilerledikleri, ilerlemek istedikleri için Cenab-ı Hakk onlara Hz. Peygamber'in (ASM) dualarının, sözlerinin hakikatlerini ve sırlarını inkişaf ettirmiş. Mesela et-tahiyyatü duası gibi Mi'rac-ı Muhammedî'de (ASM) Allah'a arz edilen selam-ı nebevinin hikmetine mazhar olarak kendi namazlarında bu duayı okumanın gayesini keşfettiler. Kendi namazlarının de bir şahsî mi'raç olduğunu fark ettiler.
Çünkü her bir insanın şuuru olması noktasında Hakka bizzat bir muhataplığı var. Kendi “hususi âlem” inin temsilcisi olması noktasında bir vazifesi bulunuyor. Bu manada bir insanın hususi âleminin temsilciliği nasıl olacağını yine Hz. Peygamber'den (ASM) ders alıyoruz. O bizim üstadımız, mürşidimizdir. Mi'raçtaki selamlama da bunun bir numunesidir. "Allah'ı hakiki selamlama bu şekilde olur. Bu bir âbid-i mütefekkir ve mütezekkir ve müteşekkirin Allah'ı selamlamasıdır. İbadet-i kâmile-i külliye-i şuuriye ile Allah'ı selamlama, o nesneleri kendisine sunulmuş bir ikram, marifet-zikir-şükür sofrası olarak görmek ve bunu minnetle ilan etmektir."
Kutuplar, bu şekilde kâinatı tahiyyat-berekat-salavat-tayyibat hakikatleri ile enfüs-âfâk boyutuyla mekan itibariyle okumuşlar. Zaman itibariyle ise sermediyet-an ikilemi şeklinde okumuşlar. Nasıl ki mekan itibariyle enfüs, bedenimiz; âfâk bizi çevreleyen kâinattır. Zaman itibariyle de, enfüs ve âfâk bulunuyor. Enfüs, an'da bulunan ruhumuzdur. Bir açıdan an, enfüs-ü zamandır. Âfâk-ı zaman ise, ya ruhumuzu ihata eden zaman hakikatinin kendisi ve daha ötede zaman, müddet-i tecelliyatı olan ilm-i İlahidir. Veya sermediyet, âfâk-ı zaman; an ise enfüs-ü zamandır. İnsan mekan boyutundan maddeden tecerrüdle sıyrıldığında, andaki tecellilerden külliyet-i tecelli-i zamaniyeye ezeliyet ve ebediyet ile çıkar ve bunları cem edebilirse, bu durumda sermediyete mazhar olarak zamandan mualla bir makama çıkabilir. Sermediyetten de öteye beka ile erişerek, Hakikat'in zaman nehrinde sermedi şekilde tecelli eden bir güneş olduğunu altıncı boyutta müşahede edecek makama yükselir. Kendisini de Hakikatin, zaman nehrinin bir ânında tecelli eden bir suret-i Hakka ayna olarak müşahede edebilecek bir ulviyeti kesbedip sermediyet cilvesi alarak Allah ile mevcudiyet ve meşhudiyet makamını elde edebilir.
Bunun da yolu nefsaniyet, cismaniyet kalıplarından, sıyrılmak; nefs-i emmare ve enaniyetin cüz ve cüz'iye müptela alıgısından soyunarak küll ve külliye yükselmek, daha ötede küll ve küllinin halıkı Vâhid-i Ehad'e odaklanmak, zaman ve mekandan münezzeh ve mualla bir seviye ihraz etmektir. (Lem'alar, 29. Lem'a, 4. Bab, 2. Fasıl, Kutubların Virdi-3. Ders)
Kutupların irfan boyutu onlara Kur'anın ve hadislerin derinliklerini açmış. Semavat-Arş ilişkisini çözerek, Arş'ın bütün yaratılış âlemini kuşattığı sırrını Kur'an’dan istihraç etmişler. Aynı şekilde Arş-Kürsi ilişkisini yine Kur'an istihraç ederek Kayyumiyetin icadında Kudretin Azametli Arşını, Hayy isminin ihya faaliyetlerinde İlmin Hikmetli Kürsisini temaşa etmişler. İman ehli bir idarenin Kürsi sahibi olduğunu Hz. Süleyman (AS) kıssasında, imansız kişilerin materyalizminin göstergesi olarak Arş maliki olduğunu Sebe Melikesi kıssasında görmüşler. Bu manada kâinattaki fena ve zevalin delâletinden yola çıkarak Arş-ı Kudretin tecellisi olarak, güneşleri, ayları, yıldızları ve gezegenleri Kudretin hararet ve ziya aynası olarak temaşa edip tevhid-i kudreti okumuşlar. İzzet-i iktidar-ı İlahiyi temaşa etmişler.
Bu manada kutuplar bir medrese-i Vahdâniyet ve tekke-i Samedâniyet olan Kâinat ve Kur'an'ın en sâdık ve halis bir müridi ve en sıddık ve muhlis bir tilmizi ve şakirdi olmuşlar. Aldıkları irşad ve ders ile insanlık dünyasının üstadları ve mürşidleri olmuşlar. Devirlerindeki insanlara necm-i hidayet ve nur-u hüda olmuşlar. (Lem'alar, 29. Lem'a, 4. Bab, 2. Fasıl, Kutubların Virdi-4. Ders)
Kutubların tefekkür dünyasında ağaçlar ve bitkilerin yaprakları, çiçekleri ve meyveleri Allah'ın celal, cemal, kemal ve kibriyasının tecellilerini yansıtan bir mahiyette keşfolunur. Yaprakların, dünyadaki hayatın devamı noktasında havanın temizlenmesindeki rolünü Kuddus isminin bir hizmeti olarak "tesbih" hakikati içinde görmeye başladılar. Çiçeklerin kokuları, renkleri, şekilleri, desenleri v.b. özellikleriyle güzelliğin aynası olduğunu fark ettiler ve "hamd" hakikatini çiçeklerde temaşa ettiler. Meyveler ve içlerindeki tohum ve çekirdeklerin sonsuz İlâhî ilmin bir mahzeni ve sandukçası olduğunu ve bir çekirdekten çıkabilecek ağaçların sayısının büyüklüğü karşısında Allahu Ekber sözünün dillerinden dökülmesiyle ağacın meyvelerle, “kemal” e; çekirdekleri ile “Kibriya” ya ayna olduğunu gördüler. Bitkiler ve ağaçları bu manada Esma-yı Hüsna'nın sınıflarına toptan ayna bir tefekkür malzemesi olarak görmeleri kutupların irfanının hususiyetidir. Onları kutub yapan sırlardan biridir.
Tevhidî ve Esma-yı Hüsna merkezli bir tefekkürün nasıl olacağı, Kur'anın hakikatlerle nasıl okunacağı, hakikatlerin zaman ve mekan boyutuyla aralarındaki geçişler şeklinde bir zenginliği Kutubların Virdi'nde temaşa edebiliyoruz. (Lem'alar, 29. Lem'a, 4. Bab, 2. Fasıl, Kutubların Virdi-5. Ders)