Başlık çok iddialı... Peşinen itiraf etmeliyim ki nur talebeleri içinde bu mevzuda bir şeyler ifade edebilecek belki de en son kişiyim. Fakat yakın zaman içinde, bu mevzu ile alâkalı bazı iğreti videoları izleyip ölçüsüz beyanları ve mesnetsiz iddiaları okuyunca, epeyce rahatsız oldum. Bir-iki yazı da olsa, bu mevzuda birkaç hususu dile getirmek isterim.
Başta özellikle Nurları okuyan ve Nurlardan feyiz alan çok aziz kardeşlerimden bir istirhamım var. Her doğru her yerde söylenmediği gibi, herkese de söylenmez. Daha Nurların sayfalarında çok dolaşmamiş, yeterince okumamış, içindekilerden habersiz, 6000 sayfalık külliyatı Küçük Sözler'den ibaret zanneden bir insana, "Risale-i Nur her soruya cevap verir, başka kitap okumana gerek yok" gibi cümleler söylemek, bazıları için gerçekten ciddi sıkıntılara, hatta hazinenin önünden dönmeye bile sebeb olabilir. Bu da ciddi bir mesuliyettir.
Risale-i Nur'un asrımızı ilgilendiren, özellikle iman hakikatleri ve İslâmiyetle ilgili bu asırda sorulan ve sorulabilecek her suale cevap verdiği kanaati, bana göre de doğrudur. Fakat bunu eksik anlamayalım. Risaleler, namazın nasıl kılınacağına değil, niçin kılınacağına cevap verir. Haşir vardır, kader haktır deyip bırakmaz Risaleler. Hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak netlikte, ele aldığı mevzu ile alakalı, her suale cevap verir. Fakat bizim bu kanaate varmamız; kaç senelik bir okuma, haftada kaç derse katılma ve kaç gün mutalâa neticesi vardığımız bir kanaattir acaba? Külliyatı, Küçük Sözler'den ibaret zannederek; bir iki hikaye ile çocuklara ders veriyor gibi sıfatlarla anlatan, hem de bunu video çekip yaymaya çalışan hadsiz bir insana, böyle bir ifadede bulunmak doğru olabilir mi?
Üstadın manevî makamı, Risale-i Nur'un gördüğü küllî hizmet ve her noktada kâfi geldiği gibi kanaatler hususîdir ve uzun, gayretli birer çalışma, okuma, sorup öğrenme ile ancak varılabilecek neticelerdir. Daha ayağını yeni içeriye atmış bir insana, bu hususî ve uzun zamanda elde edilebilecek kanaatleri iletmek, anlatmak, yol yordam bilmemekten kaynaklanan en hafif tabiriyle meslek ve meşrep cehaletidir. Böyle hususî meseleleri uluorta ve önüne gelene söylemek, bana göre bir hizmet de değildir. Bu tip beyanlardan bir netice de alınamaz, alınamamıştır da. Bu fakir, tüm külliyatı dördüncü bitirişimde; o şahane izah, tespit, teşhis ve ispatları ve insanı dimağından yakalayan cümleleri okuduktan sonra, 'Said Nursi' için ancak Üstad sıfatını kullanabildim. Bu mesele bir hazım, idrâk ve asrı anlama meselesidir. Alim-i mürşit ise, süt vermelidir, hazmı kolaylaştırmalıdır.
Böyle daha işin başındaki arkadaşlara, bu şekildeki hususî kanaatler aktarmaktan ziyade, ona okuyacağımız bir ders ya da Nurlardan yapacağınız bir izah, daha tesirli ve netice vericidir bence. Bal bal demekle ağız tatlanmaz ama bir parmak bal yedirmekle, anlatamadığım balı, daha tesirli vermiş olursunuz.
Kanaatime göre, bu asırda İslamiyet'in hakikatini ehl-i sünnet anlayışına göre doğru bir şekilde öğrenmek ve anlatmak, imanın esaslarını tahkikî bir şekilde kabullenmek, Kur'an'ın bu asırda her meselesine dair verdiği mesajı delilleriyle anlamak ve anlatmak isteyen için Risale-i Nur kâfidir. Bunu kuru bir iddia olarak değil; yılların sahadaki gözlemcisi, uygulayıcısı ve Nurların bir okuyucusu olarak söylüyorum. Lise yıllarında Nurları tanımadan önce, aklına gelen her mevzuda üç yüz kadar kitap alan, Nurları okudukça her paragrafta bir kitabın özetini gören biri olarak ifade ediyorum. Yine de gözü daima dışarıda, hâlâ kütüphanesinde yüzlerce kitap olan biri olduğumdan, değişik zamanlarda birtakım okumalar yaptığımda; sonradan, yaptığım okumanın daha orijinalinin Nurlarda var olduğunu gören biri olarak, rahatlıkla bu sözümün arkasındayım. Son olarak, Nurların dışında okunmadık kitap bırakmayan bazı dostlarımızın bu kitapların zihinlerinde açtığı yaraların tesiri ile yaptıkları ölçüsüz bazı paylaşımları gördükçe; "Risaleler ûlûm-u İslamiyede yeterlidir" kanaatim daha da artıyor, diyebilirim.
Yine büyük müfessir Mehmet Vehbi Efendi'nin İhlâs Risalesinin, büyük tereddüdlerini izale ettiğini ifade etmesinin yanında; zamanımızda kendini müfessir gösteren bazı ilâhiyat hocalarının çeşitli sorular karşısındaki bocalamaları ve ikna edici olamamaları da bu kanaatimi pekiştiriyor.
"Risaleler, bir kelâm ilmidir" deyip geçemeyiz. Evet, kelâm ilminde yeni ve asrımıza göre bir çığır açmıştır ama bunu da geçmiş, başka konuları da ele almış, hususan bu asrın manevî ve fikrî sapkınlıklarına Kur'an'ı tefsir ederek cevaplar vermiştir. Daha da ileri gideyim biraz. "Hangi sûalin cevabı yok mesela Risalelerde?"
Bu yazıda Risale-i Nurun tesiri, yeterliliği ve ehemmiyeti ile ilgili birkaç örnek vererek, Risalelerde cevabını ve yerini bulan mevzularla alâkalı da bundan sonraki yazımı adres göstereceğim.
Geçen sene yazın Trabzon'da misafir ettiğimiz, emekli Mekkeli Profesör Abdurezzak Bey'le "İhlas Risalesini" mütalaa ederken, ben kendisine, "Üstad, Risale-i Nur'da ne buldunuz da sürekli hem okuyorsunuz hem de gördüğünüz Araplara ısrarla vermeye çalışıyorsunuz" diye sordum. Aynen şunu söyledi, "Üstaz Habib, Risale-i Nur'da İslamiyetin hakikatini buldum. Bu eserlere, sizden ziyade Arapların ihtiyacı var. Bana Uzungöl'de bir yer bulun, ben her sene bir ay gelip Araplara Risale-i Nurları anlatıp tanıtmak istiyorum. Bir İhlas Risalesi, Haşir bahsi, Ene ve Zerre bahisleri gibi metinleri başka yerlerde bulabilmek, bunlarsız da İslamiyet'in hakikatini tam anlamak zordur" cevabını vermişti. Bunun üzerine biz de yer aramaya koyulduk fakat 'pandemi' araya girdi ve o iş aksadı.
1970'li yılların başında, vesvese hastalığının müptelâsı olan ve buna çare için de âlem- i İslam-ı dolaşarak İstanbul'a kadar gelen bir Mısırlı, "Vesvese Risalesi'ni" Zübeyir abiden dinleyince, ağlamış ve "âlem-i İslam'ı gezdim, bu derdime bir deva bulamadım, şimdi devayı da cevabı da buldum" demiştir. Bunun gibi yüzlerce sûal ve cevabı Risalelerde yerini almıştır. Onun için, bu kaynağa ulaşabilen özellikle Arap kardeşlerimiz, daha bir gayretle okumakta ve okutmaktadır.
Pakistanlı büyük âlim Ali Ekber Şah, Üstad Bediüzzaman Said Nursi'yi ziyaret edip uzun bir müddet sohbetten sonra, "Âlem-i İslam'da aradığımı Türkiye'de buldum" ifadesini kullanmıştır. O zamandan beri de Pakistan'da Risaleler okunmaktadır.
Daha yeni, yine Pakistan'dan bir örnek verelim. Türkçe'den İngilizce'ye, İngilizce'den de Urduca'ya çevrilen "Sözler" eserinden "Allah'ın vahidiyetiyle beraber, her yerde hazır ve nazır oluşunun izahının ve ispatının yapıldığı 16. Söz ders yapılıyor." Geniş bir mecliste okunan bu dersi dinleyen bir ilim ve fikir adamı, daha cevaba geçmeden bir paragraflık soruyu dinleyince, heyacandan kalkıyor ve salonda dolaşmaya başlıyor. İfadeleri mealen şöyle: "Ben cevabı artık merak etmiyorum. Ama siz, bu kadar güzel, geniş, doyurucu ve heyecan verici sual karşısında, nasıl heyecanlanmıyorsunuz?" Maalesef biz öz değerimiz olan bu eserleri, onları daha okuyup vakıf olmadan bir çırpıda kenara atabiliyor ve önemli bir hazineden kendimizi mahrum edebiliyoruz.
Kendimden örnekler vereyim. Sekiz ay birlikte ders yaptığımız bir öğrenci topluluğunda hem de sol çevreden bir öğrencimin sorduğu her sûalin ve açtığı her mevzunun cevabının yerini Nurlarda görünce bana, "Hocam Said Nursi acaba beni tanıyor mu?" diye sormuştu. Said Nursi onu tanıyor değildi ama çağını, çağının derdini tanıyor; teşhisini koyuyor ve dermanını da biiznillah Kur'an'dan aldığı çarelerle takdim ediyordu .
Yine yirmi kadar gençle bir öğrenci yurdunda sohbet edip ders yaparken içlerinden biri, ağlamaya başladı. Dersten sonra yanıma gelen arkadaş, "Hocam ben buraya üç arkadaşımı getirdim. Siz farkında değilsiniz, bana soru sorup beni zor durumda bırakıyorlardı. Siz tam bana sordukları suallerin cevaplarını okudunuz. Beni onların tasallutundan kurtardınız ve onları da ikna ettiniz" demişti. Burda bir intak-ı bilhak vardı ama bunun onlarca örneğinden bir tanesiydi bu. Onun için, Nurlara ben "merhem" diyorum. Yarası olana sürünce, devasını buluyordu.
Bir yatılı fen lisesine haftada bir gidip sohbet edince, bir öğrenci bana hususî olarak şunu anlattı: "Hocam sınıfta iki ateist var, bizi esir aldılar. Biz onlara cevap veremiyoruz ve susuyoruz. Sınıfta ağzımızı açmaya korkuyoruz. Bunları getirsem, konuşup sorularına cevap verir misiniz?" demişti. "Getir" dedim ve ikinci sohbetimizde, tam bir buçuk saat o iki öğrenci ile de sohbet ettik ve sorularının cevaplarını okuyunca, ikna ve ilzam olmak zorunda kaldılar ve daha önemlisi o sınıf onların tasallutundan kurtuldu.
Bu sefer bir üniversite öğrenci yurdunda inşaat fakültesi öğrencilerinden birisi bana, "hocam siz gelip dini konularda konuşuyorsunuz, benim birkaç sorum var, bunlara da bir cevap verebilir misiniz" demişti. Biz de "elbette" dedik. Şeytandan kadere, Âdem Aleyhisselam'ın cennetten ihracına kadar sorular sordu. Bir saat kırk dakika tahtada yazı yazarak, bunların cevaplarını okuduk, izah ettik. Arkadaşımızın ifadesi şu: "Ben ilkokul dörtten beri bu soruları sormadığım din dersi öğretmeni, câmi hocası kalmadı. Hiçbir cevap, benim aklımı ikna etmedi. Ben şimdi gerçek cevabımı aldım ve Müslümanlığımdan emin oldum."
Hem hâfız hem de imam hatip son sınıfta okuyan öğrencilerle "20. Sözdeki Peygamber mucizelerinin neye işaret ettiklerini" ders yaparken, bir öğrenci, kelime-i şehadet getirmeye başladı. Hocam ben şimdiye kadar hem çok okudum, Kur'an'ı da ezberledim ama zihnimdeki sorulara cevap bulamadım. Bu konuda hep tereddüd yaşıyordum. Yapılan ders, benim sorularıma cevap verdiği için, tereddüdlü Müslüman olmaz, şimdi Müslüman oldum diye kelime-i şehadet getirdim, demişti.
Mevcut rejimin ve Said Nursi'nin teliflerinin ilk yıllarında, daha yeni telif edilen haşir, kader ve Kur'an'la ilgili Risaleleri gören ve okuyan din ve mukeddesat düşmanları, bu eserlere karşı duramayacaklarını ve bu izah ve ispatları çürütemeyeceklerini anlayınca; planlarını Said Nursi'nin şahsıyla uğraşma üzerine bina etmek zorunda kalmışlardır. Hapis, takip, eziyet, sürgün devrinin baslaması da bu acziyetlerindendir. Yoksa üstadın menfi bir hareketi zaten yoktur ve buna ömrü boyunca da karşı olmuştur. Bütün engellere rağmen, Risalelerin tekniğe meydan okur casına binlerce nüshasıyla elle yazılıp gönüllerde taht kurup yayılmasını, onun bu asrın yaralarına merhem olması ve sorularına cevap vermesi dışında ne ile izah edebiliriz? Bunu din düşmanları anladı da dostlara bir türlü anlatamıyoruz. Peşin hükmü kırmak, atomu parçalamaktan daha zor da ondan herhalde.
Şimdi, bütün bunlar ve bunlar gibi yıllara ve memleket sathına yayılan yüzlerce örneklerden şunu çıkarıyoruz ki "Risalelerde her sualin cevabı var." iddiası, ezbere söylenmiş, temelsiz ve kuru bir iddia değildir. Ama bunun aksini söyleyenler, daha eserlerin tamamını okumadan, tahlil ve tetkik etmeden, peşinen ve biraz da göz yumma neticesi olarak tahmini kanaatlerini ifade ediyorlar. Yani şunun da cevabı yok gibi, delillere dayanmıyorlar. Ama bunun böyle olduğunu insanın anlaması ve kanaat getirmesi için, yıllara yayılan örnekleriyle bu sorularla karşılaşması, Nurları hem mütalâalı okuması hem de bunu tecrübe ederek sahada bunun örneklerini bizzat görmesi, ayrıca değişik zaman ve zeminlerde dersler yapması ve bunun tecrübelerini çokça yaşaması gerekir. Yoksa bir iki defa okumakla anlaşılabilecek ve uluorta söz söylenecek mevzu değildir. İkinci yazımızda mevzuyu bitirmeye çalışacağız inşallah .
Evet dostlar,altı bin sayfa külliyatı tam bilmeyen, hepsini defalarca okumamış, yıllarca emek vermemiş bir insan, Risale-i Nur'un neye cevap verdiğini anlayabilir mi? Böyle bir insanın bu konu da kelam ve Nurları test etmesi ve beyanlarda bulunması elbette doğru değildir.
Selam ve dua ile.