Risale Haber-Haber Merkezi
Prof. Dr. Bilal Sambur, “Risale-i Nurun anlatmak istediği husus, bir iktidar arayışı değil, bir cemaat kurma arayışı değil ya da bir şahsı merkeze alarak onu yüceltme arayışı değildir. İşin özü, Risale-i Nur fikriyatının esas alınarak modern pozitivizme, ateizme ve materyalizme karşı iman hakikatlerinin nasıl anlatılabileceğinin yollarının bulunması için çalışmaktır” dedi.
Prof. Sambur’un Risale Haber için kaleme aldığı yazısı:
DİNÎ VEZÂİFİN UHREVÎ MEYVELERİNİ DÜNYA HAYATINA BASAMAK YAPANLARI ŞİDDETLE REDDEDİYOR
İnsanın yaratılış gayesi Allah’a kul olmaktır. Allah, Kur'an'da, insanları ve cinleri ibadet için yarattığını bizlere bildiriyor: "Ben cinleri ve insanları sırf beni tanıyıp yalnız bana ibadet etsinler diye yarattım.” Din, insanın Allah’a nasıl kul olacağını gösteren bir rehberdir. Bu rehberin dünya menfaati için araç haline gelmesi bir sapmanın, sapkınlığın, dalaletin göstergesidir. FETÖ Çetesi bu sapmanın, sapkınlığın, dalaletin şahikaya ulaştığı noktadır. Nursi, Kastamonu Lahikasında sizin de ifade ettiğiniz gibi âhiret arzusunu ve dinî vezâifin uhrevî meyvelerini dünya hayatına bir dirsek, bir basamak gibi yapanları şiddetle reddediyor. Kastamonu Lahikasında Nursi’nin temel mesajı dinin, sadece Allah’a kul olmanın yolu olması şeklindedir. Allah’a kul olmanın dışında başka amaçlara hizmet eden din artık din değildir bir sapkınlıktır, bir putperestliktir, bir şirktir, bir dalalettir. Bu noktada Nursi, insan-Allah ve din-dünya ilişkisinin sahih bir şekilde kurgulanmasını, neyin önce neyin sonra gelmesi gerektiğinin; neyin amaç neyin araç olması gerektiğinin altını çizmektedir.
Bediüzzaman, silahlı mücadeleyi, terörle sonuç alma gibi yaklaşımları yöntem olarak kabul etmemiş, her zaman ilmi ve aklı ön plana çıkarmış, aklın başkasının kontrolünde olmasına her zaman karşı çıkmış, milletin birliğini, huzurunu iman ile tesis etmek için hayatını feda etmiştir. Türkiye’de dini radikalizmi ve Taliban gibi bir akımın oluşmasını önleyen birinci derece etken Bediüzzaman hareketidir dersek yanlış olmaz.
OTORİTER LAİSİZM İLE TARİKAT VE CEMAATLER YER ALTINA İNDİ
Dini hayat, her şeyden önce tek tip bir hayat, homojen bir hayat değildir. Zaten insanın kendisi çoğulcu bir varlıktır. İnsan her şeyiyle farklı olan bir varlıktır. Hiçbir dinin tek bir yorum biçimi yoktur. Birçok yorum biçimi vardır. Her birey ya da her grup, inandığı inanç sistemini değişik şekillerde yorumlayabilir. Bu bağlamda mezhepler, tarikatlar, cemaatler, gibi fikir manzumeleri bu insani çoğulculuğun bir gereği olarak ortaya çıkmaktadırlar. Her şeyden önce tarikat ve cemaatleri, insani sosyal çoğulculuğun bir ürünü olarak görmek lazımdır. İnsanın ve dinin olduğu her yerde tarikatların ve cemaatlerin olması kaçınılmaz bir sonuçtur. Bizdeki otoriter laisizm uygulaması ile gelen baskılar ve müdahaleler sonucunda tarikatlar ve cemaatler yer altına inmişlerdir. Büyük ölçüde faaliyetlerini gizli bir şekilde yapmışlardır. Kendi isimlerini kullanmamışlardır. Bir takım dernekler, vakıflar şeklinde yasal alanda var olmaya ya da varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır.
RİSALE-İ NURLAR HİÇ BİR GRUBUN TEKELİNDE DEĞİLDİR
Said Nursi bir cemaatin, bir birliğin kurucusu değildir. Müslüman bir insan ve Müslüman bir alimdir. Onun derdi bir cemaat kurup kendi etrafında insanların pervane olmalarını sağlamak değildir. Onun gayesi, “Mehdi” veya “Mesih” veya “”Kurtarıcı” olmak değildir. Onun derdi, temel gayesi imanı, Kur’an’ı, İslam’ı; ahlak, hukuk ve hikmet çerçevesinde modern dünyanın da durumunu dikkate alarak anlatmaya çalışmaktır. Risale i Nurlar, Said Nursi’nin özgün tefekkür dünyasından, düşünce dünyasından, ilmi birikiminden kaynaklanan bir tecrübeden beslenmektedir. Said Nursi’nin özgün tefekkür dünyasından insanlığa doğru akıp gelen bu fikriyat hiçbir cemaatin, hiç bir grubun tekelinde olan bir görüşler manzumesi değildir. Üstadın daha hayatta iken Risale-i Nurların başka dillere çevrilmesi ve Anadolu coğrafyasından başka yerlere ulaştırılması için çaba sarf ettiğini, teşviklerde bulunduğunu biliyoruz. Yani Üstadın temel esprisi Risale-i Nurları dar bir grubun malı haline getirmek yerine; olabildiğince Risale-i Nurları küreselleştirmeye çalışan bir yaklaşımının olduğunu görüyoruz. Üstadın hayali, Risale-i Nurların toplumla, insanla bütünleşmesidir. Bu noktada Risale-i Nurların devlet eliyle basılmasının da bu yaklaşıma hizmet ettiğini ifade etmek isterim.
Üstad, zamanı iyi okumuştur. O, yapmış olduğu okumada insanlığı kemiren temel hastalığın şiddet eğilimi olduğunu fark etmiştir. İslam, iman ve şiddet arasındaki bağın radikal bir şekilde kökten kesilmesi, İslam’ın barış ile marifet ile sanat ile ittifak ile hikmet ile ilim ile olan bağının ise olabildiğince güçlendirilmesi için gayret edilmesi çağrısında bulunmaktadır. Nursi’nin şiddeti, insan, toplum ve din hayatından dışlayan yaklaşımı çok müspet bir sonuç doğurmuştur. Dini tecrübenin şiddetten temizlenmesi, hepimizin önünde duran en büyük meydan okumadır. Din ve şiddetin birbirinden ayrılması gerektiği fikri, bizim toplumumuzda ciddi bir şekilde zemin bulmuş durumdadır. Bunda tabi ki Nursi’nin insanın cehaletten, ihtilaftan, çatışmadan, şiddetten olabildiğince uzak durmayı gösteren müspet yaklaşımının çok katkısı olduğunu düşünüyorum.
RİSALE-İ NURUN ANLATMAK İSTEDİĞİ HUSUS, BİR İKTİDAR ARAYIŞI DEĞİLDİR
Risale-i Nurun anlatmak istediği husus, bir iktidar arayışı değil, bir cemaat kurma arayışı değil ya da bir şahsı merkeze alarak onu yüceltme arayışı değildir. İşin özü, Risale-i Nur fikriyatının esas alınarak modern pozitivizme, ateizme ve materyalizme karşı iman hakikatlerinin nasıl anlatılabileceğinin yollarının bulunması için çalışmaktır. İslami ölçüler içerisinde sahih bir imanın, sahih bir Kur’an anlayışının Allah’a sahih anlamda nasıl kul olacağının kılavuzluğunu yapmaya çalışan bir fikriyat geliştirilmeye çalışılmaktadır. Nursi, İslam’ı, imanı ve Kur’an’ı; insanı insan yapan, insanın nasıl insan olacağını gösteren sahih fıtri kaynaklar olarak görmektedir. Kur’an ve aklı işlevsizleştiren her türlü yaklaşım ve yapı, Nursi tarafından reddedilmektedir.
NURSİ’NİN KIRMIZI ÇİZGİLERİNDEN SÖZ EDEBİLİRİZ
İslam’ın insanı medenileştirdiği, olgunlaştırdığı, kemale erdirdiği konusunda Nursi, modern insanın kamil bir idrak düzeyine varmasını istemektedir. O, şiddetin, zor kullanmanın, cebrin, tahakkümün, istibdadın, fanatizmin insanı vahşileştirdiği ve cehalete sürüklediğini ifade etmektedir. Şimdi bu çerçevede Nursi’nin kırmızı çizgilerinden söz edebiliriz. Asli kırmızı çizgi; her ne olursa olsun şiddetin insan ilişkilerine hükmetmemesi, şiddetin insan ilişkilerinde ana kural haline gelmemesidir. İnsan ilişkilerinde her şeyden önce iknanın, diyaloğun, iletişimin, anlatmanın ve anlamanın esas olması gerektiğini savunmaktadır. Bunun için de ilim ile hikmet ile ve en önemlisi ahlak ile insanlarla ilişki kurma gerekliliği konusunda Nursi, çok net bir tutum sahibidir ve bir toplumu medeni yapan asli unsurun hikmet-ilim-ahlak-hukuk bütünlüğünün korunması çok hassastır.
Mesela Nursi’nin, sürekli insanlara hatırlattığı en önemli ilke, çoğunluğun yararı için tek bir insanın bile hakkının feda edilemeyeceğidir. Çünkü hukukun temel varoluş nedeni, güce karşı bireyin hakkını korumaktır. Çoğunluğun lehine, toplumun lehine bireyin feda edilmemesidir. Siz insanın hakkını başka güçler için, çoğunluk için feda etmeye başladığınız zaman, o toplumda şiddet, fanatizm ve çatışma başlamaktadır. Bu çerçevede Nursi; dinin yüzeysel, ritüellere hapsolmuş yorumundan ziyade ya da önceki bazı dini yaklaşımları mutlak olarak günümüze taşımak yerine, ilim, hikmet, ahlak ve hukuk dörtlüsü içerisinde özelde Müslümanların, genelde insanlığın İslam’ı taze bir bakış açısıyla anlaması gerektiğine vurgu yapmaktadır.
İSLAM, MANEVİYAT, RİSALE-İ NUR DAHİL HER ŞEY İSTİSMAR EDİLDİ
Dinin temeline ilmi, ahlakı, hikmeti ve hukuku koyduğunuz zaman, bu sizi şiddetten, fanatizmden, yıkıcılıktan, terörden koruyacak en sağlam sigorta haline gelmektedir. Taliban, DAEŞ, İŞİD, FETÖ gibi terör örgütlerinin ortaya çıkmasının nedeni buradan kaynaklanmaktadır. İlim, ahlak, hikmet, fert, özgürlük ve hukuk olmayınca, bunların yerini bencil çıkarlar, güç saplantısı ve sapkınlığı, tahakküm ve cehalet gibi eğilimler almaktadır. Cehalet, şiddet, iktidar tutkusu ve dar kapalı çetecilik, dine, devlete ve topluma paralel yapılanmaların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. FETÖİZM gibi bir sapkınlık, İslam’ın içinden çıkan bir dini hareket değildir. FETÖİZM, İslam’a karşı dışarıdan icat edilen alternatif bir paganizmdir.
FETÖ çetesi, elli yıla yaklaşan bir süreç içinde ilkokul mezunu cami imamı kılığındaki sahte bir kurgusal kişi etrafında oluşturulan kişi putçuluğunun inşa edilmesiyle, İslam, maneviyat, Risale-i Nur dahil olmak üzere her şeyin istismar edilmesiyle, sistematik bir şekilde devleti ele geçirme perspektifiyle hareket eden bir örgütlenmenin ağ gibi oluşturulmasıyla ortaya çıkmıştır. Kuruluşundan bu yana bu çetenin, dinin yerine devleti, caminin yerine okulu, ibadet yerine siyaseti, ahlak yerine iktidarı, demokrasi yerine militarizmi, eğitim yerine istihbaratı esas alan bir yapıyı inşa ettiklerini görüyoruz. Bunların temel amacı, devlete sızmak değil, devlete yerleşmektir. Din, iman, ahlak, hukuk, demokrasi, sivilleşme ve bütün insani değerlerin devlete yerleşmek, iktidarı ele geçirmek için araçsallaştırıldığını görmekteyiz. Bu yapı, rüyalar etrafında sapkın bir inanç, haşa peygamber ile Allah ile görüştüğünü iddia eden ve kendisini Mehdi, Hz. İsa sanan sapkın ve patolojik şahsı merkeze alan karanlık bir kült teolojisi ortaya konmuştur. FETÖİZM karanlık kültü, kendi etrafında bir kesin inançlılar güruhunu toplamayı başarmıştır. Karanlık bir kült teolojisinin harekete geçirdiği kesin inançlılar güruhu, darbeciliği ve terörizmi, kendilerinin altın vuruşu olarak görme noktasına gelmişlerdir. FETÖİZMİN en önemli özelliği, karanlık ve kapalı bir din anlayışı ortaya koymasıdır. Bu çete, emperyalist güç odaklarıyla ve uluslararası istihbarat sistemleri ile de ortaklıklar kurmuştur. 15 Temmuz’da bu yapının nasıl bir çeteye dönüştüğünü ve bu çetenin uluslararası odaklarla işbirliği sonucunda kanlı, kirli ve karanlık bir işgal ve darbe hareketine giriştiğine bütün ülke olarak şahit olduk.
FETÖİZM SKANDALI İLE CEMAAT OLGUSU BİRBİRİNDEN AYRILMALIDIR
Şimdi burada bütün cemaatleri karanlık görmek, emperyalizmin uzantısı olarak görmek, FETÖİZMLE özdeşleştirmek, ülkenin bütün dini hayatının önemli unsurlarının karartılması anlamına gelmektedir. Cemaatleri ve tarikatları, FETÖİZMDEN ayırt etmemiz gerekmektedir. FETÖİZM skandalı ile cemaat olgusu birbirinden ayrılmalıdır. Dini ve sosyal niteliği olan hareketler ile militer, polisiye, istihbari niteliği olan karanlık hareketleri birbirinden ayırt etmemiz lazımdır. FETÖİZM, bir İslami hareket değildir. FETÖ, pagan bir hegemonya hareketidir. O, seküler bir materyalist harekettir. Bu noktanın çok iyi vurgulanması gerekmektedir. FETÖİZMİ sapkın bir harekete dönüştüren, iktidar ve menfaati put haline getirmesidir. FETÖİZMİN kıblesi İslam değil, iktidardır. Bu tür sapkın kültlere karşı, cemaatlerin ve tarikatların kendilerini korumaları gerekmektedir. Hiçbir cemaat ve tarikat, FETÖİZMİ kendisine örnek almamalı, FETÖLEŞME temayülüne karşı uyanık olmalıdır.