Risale-i Nur ile ahiret ortaklığı kuracaksınız

Cemil TOKPINAR

Risale-i Nur’u okuma ve anlama teknikleri-10

Bediüzzaman Hazretleri, eserlerini okuyan, yaşayan ve hizmet edenler arasında manevî kazançlarda ortaklık bulunduğunu belirtir ve bunu “iştirak-i amal-i uhreviye” ifadesiyle anlatır. 

Nasıl ki, bulundukları odayı aydınlatmak isteyen adamlardan birisi lâmbanın şişesini, diğeri fitilini, başkası gaz yağını, öbürü kibriti getirse, hepsi de karanlıktan kurtulurlar.  Hâlbuki kendi başlarına hareket etseler bu lâmbaya sahip olamazlar.  Ortak hareket etmekle karanlıktan kurtuldukları gibi, birinin istifadesi de diğerine engel değildir.

İşte “iştirak-i amal-i uhreviye” de böyledir.  Bunun anlamı, “iman ve Kur’an hizmetinde olanların, ahiretle ilgili işlerde ortaklık kurmaları”dır. 

Herkes ibadet ve takvasıyla, hizmet ve gayretiyle bu manevî şirkete katkıda bulunuyor.  Sonuçta hepsinin kazandığı toplam sevap, hizmetteki derecelerine ve takvadaki mertebelerine göre defterlerine yazılıyor.  Böylece yalnız başına kazandığı sevaptan katbekat fazla bir sevap ve makam kazanıyor.  Özellikle bu zamanda böylesine manevî ortaklığa ihtiyacımız var.  Çünkü günahlar sel gibi hücum ediyor.  Onlara karşı tek vücut olmak, bir değil, milyonlar dille dua ve istiğfar etmek gerekiyor.  Bunlardan birisinin duası kabul olsa, hepsi kabul olmuş gibidir. Çünkü, her biri, bütün kardeşlerine dua ediyor. İşte bu ortaklığın şartı, Risale-i Nur’u anlayarak okumak ve onun hizmetinde bulunmaktır.

Başkalarının imanına kuvvet vereceksiniz

Yaşadığımız devir, iman hizmetinin zirveleştiği bir çağdır.  Bu zamanın en büyük, en güzel, en faziletli, en vazgeçilmez hizmeti “iman hizmeti”dir.
Risale-i Nur’un yazarı Bediüzzaman Hazretleri, imana ve Kur’an’a hizmet görevinin “bir ihsan-ı İlâhî” olarak talebelerinin omuzlarına konduğunu belirtir. 

Eğer siz, bu mukaddes ve ulvî vazifeyi omuzlamayı kabul etmişseniz, eğer saniyelerinizi iman ve Kur’an hizmetiyle süslemeyi ve ebedîleştirmeyi ideal edinmişseniz, bu uğurda her şeyi göze almak ve çalışıp çabalamak zorundasınız; başka kurtuluşunuz yok; bu hizmeti yapmaya mecbursunuz, mahkûmsunuz.  Sizin sorumluluğunuz, başkalarına benzemez.

Kaynağın başında bulunan kişi, başkaları susuzluktan can çekişirken rahat uyuyamaz, zevk ve sefaya dalamaz, kendisini başkaları gibi kabul edemez.  Onun görevi, susuzlara su yetiştirmektir.

Dünyevîleşmek en büyük engel

Risale-i Nur’u anlamanın önündeki en büyük engellerden birisi, dünyevîleşmektir.  Dünya rahatı, gelip geçici zevk ve keyifler, okuyup hizmet etmenin en büyük engelidir.  Bu eserler dün hapishanelerin en ağır şartlarında okunup yazılıyordu.  Eğer biz, sıcak koltuklarımıza oturup onları okuyup anlamak yerine, elimizde kumanda aletiyle televizyon kanallarını geziyorsak, ahiretteki hesabımızı zor vereceğiz, belki veremeyeceğiz demektir. 

Herkes sadece “yaptıkları ve yapmadıklarıyla” sorumlu olmayacak, aynı zamanda “yapabilme ve kaçınabilme” seviyesiyle orantılı bir şekilde hesap verecektir. Bunun için iman derslerini okurken, bir kişinin imanını kurtarmanın ne büyük bir şeref ve nimet olduğu bilinciyle hareket edeceksiniz. 
Peygamber Efendimiz (a.s.m.), “Bir kişinin imanını kurtarmak dünya ve içindekilerden hayırlıdır”, “Bir kişi senin vasıtanla imana girse, sahralar dolusu kırmızı koyundan hayırlıdır” buyurarak, iman hizmetinin önemini vurgulamıştır. 

Kimse kurtulmuş insan değildir

Bir kişinin imanını kurtarmak dünya ve içindeki her şeyden daha hayırlıysa, kazanmak için ömür boyu çırpındığımız basit varlıkların ne değeri olabilir?
Dünyadan hissemize düşen basit ve küçük mal ve mülk için ahiret hizmetimizi tehlikeye atmaya değer mi?

Elbette değmez! Eğer bu eserleri tanıma bahtiyarlığına ermişseniz, sakın kendinizi “kurtulmuş insan” gibi görmeyiniz.  Sizin sorumluluğunuz başkalarından çok farklıdır.  Çünkü siz yolcu değil, mürettebatsınız.  Bu yüzden farklısınız. 

Bediüzzaman’ı, bütün rahatı bırakıp zahmeti tercih etmeye götüren sebep nedir? Bunun altında yatan sır, nurlu hakîkatleri, sana, bana, ona ulaştırma azmidir.  “Kur’an’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem” diyen, o değil mi? “Milletimin îmânını selâmette görürsem Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım” fedakârlığının altında yatan sır başka ne olabilir?
O, kendisi için yaşamadı, bizim için yaşadı; tıpkı diğer mâneviyat büyükleri gibi...
İslâm, kahramanların omuzlarında yükseldi

Eğer bir fikir uğruna hayatı hakîr gören milyonlarca kahraman olmasaydı, İslâm dâvâsı bugün olmayabilirdi.  Allah bu yüce dâvâsını bu büyük insanların omuzlarında yükseltti.
Mes’uliyet ve vazifenin takat getirmesi güç ağırlığı, sadece nebîlere ve velîlere has değildir.  Kur’an’dan aynı dersi alan insanlar, sıradan bir mü’min gibi gözükseler bile, kabiliyetleri miktarınca mes’uliyetin ağırlığını hissederler.

Onun gönlünde yanan, mes’uliyet ateşidir.  Onun gecelerini uykusuz bırakan, mes’uliyet şuurudur.  Onu durup dinlenmeden çalıştıran, aç susuz bırakan, sorumluluğun her şeyin üzerindeki ağırlığıdır.  Bizi, sizi, onları bir ideal uğrunda koşturan, bu sorumluluk değil midir?

Ne diyor Asrın Bedîi, İhlâs Risâlesinde?
“Ümmet-i Muhammedi (a.s.m.) sahil-i selâmete çıkaran sefine-i Rabbaniyede çalışan hademeleriz” demiyor mu? Bu hizmetin bir ihsan-ı İlâhî tarafından omzumuza konduğunu belirtmiyor mu?
Mürettebat, sıradan insanlar gibi olamaz

Geminin mürettebatı uyumaz, uyuyamaz.  Herkesin rahat etmesi için o dâimâ uyanık olmalıdır.  Başkaları belki gönlünce dinlenip eğlenebilir; ama başkaları için yaşayanlar, sıradan insanlar gibi olamazlar.
Etrafımızda kimi insanlar görürüz... Başkaları rahatken onlar telâşlıdır, başkaları gezerken onlar çalışmaktadır.  Onları her zaman bitip tükenmeyen bir meşguliyetin içinde görürüz.  Çünkü, onlar sadece kendilerini değil, başkalarını da düşünmektedirler.  Belki onlar düşündükleri insanlardan daha fazla onlara acımakta, onlar için çırpınmaktadırlar.  Çünkü onların örneği Resulullah’tır (a.s.m.).
Herkes uyurken sabaha kadar gözyaşı dökerek ümmeti için af ve mağfiret dileyen Resûlullah... Savaşta en önde, cihadda en başta, ıstırapta en yüksekte olan Resûlullah... Âlemlere rahmet olduğu için âlemi düşünen Resûlullah...

İhsan şükür ister

Onu rehber eden, elbette onu taklit edecek, ona benzemeye çalışacak; onun fedakârlığının, sorumluluk duygusunun, gayretinin hiç değilse bir zerresini göstermek için çırpınacak.  Yoksa “ihsan-ı İlâhî tarafından omzuna konulmuş hizmetin” hesabını vermesi güçtür.
İhsan şükür ister.  İhsan, gereğiyle amel etmeyi gerektirir. Başkalarından farklı olarak bazı gerçekleri bilmek, Allah’ın bir lûtfudur.  Ancak bu lûtfun şükrü, onu muhtaçlara ulaştırmaktır.  Eğer bu yapılmazsa, eğer kişi “farklı” olduğunu fark etmezse, eğer kendini sıradan kabul ederse, onun hesabı ağırdır, onun neticesi acıdır.  Ama, ihsana karşı şükürle, hizmeti başkasına ulaştırmakla mukabele ederse, karşılığı ebedî saâdettir.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.