Bu yazımızda iki noktayı mercek altına alacağız. Aslında çok net olan, fakat maalesef ki çok karıştırılmış ve birbirine zıt fikir ve uygulamalar benimsenmiş bu konuyu kanaatimizi teyit eden çıkarım ve delilleri yeterince aktarabilmek için mecburen uzun yazdık. (Yazının sonunu kaçırmayın, çünkü Risale-i Nur’a gönül verenleri ilgilendiren bir haberimiz var size.)
Birinci olarak, Risale-i Nur’un izahının yapılıp yapılmaması üzerinde dönüp duran ihtilaflı meseleyi ele alacağız ve neden yapılması gerektiğini gerekçe ve mantıkî delilleriyle inceleyeceğiz.
İkinci olarak, Risale-i Nur’un izah ve şerhinin ne şekillerde yapılabileceği konusunu, yani 64 sene önce Zübeyir Gündüzalp’in vermiş olduğu konferansta geçen “Risale-i Nur’un hocası Risale-i Nur’dur” cümlesini “Risale-i Nur’un en güzel ve tek izahı yine sadece Risale-i Nur’la yapılır.” olarak anlamayı, izah ve şerh çalışmalarının sahasının sadece eser metninden aynen alıntı yapmak dar çerçevesiyle sınırlamayı tercih eden fikrî kanaat ile böyle değerlendirmeyen anlayışlar etrafında dönüp duran diğer bir ihtilaflı meseleyi inceleyeceğiz.
Her iki konuyu da aklî ve gerçekçi gerekçeleriyle ve üstadın bu konudaki mektuplarının eksiksiz metinlerini esas alarak ve karşılaştırarak etraflı bir biçimde ele almaya ve halen daha ihtilaflı ve soğuk bakılan bu meselelere farklı bir taraftan bakmaya çalıştık.
İzah çalışmalarının bu iki noktanın haricindeki boyutlarının ele alınması ve bu konuda kullanılabileceği düşünülen yöntem ve teknikler hakkında ise, sitemizde önceden yayınlanmış olan ve site arşivinden erişebileceğiniz “Risale-i Nur İzah Çalışmalarında Alternatif Bir Model” isimli yazımızı kaynak olarak göstermek istiyoruz.
Öncelikle teslim edilmesi gereken üç gerçek var:
Birincisi: Orijinal metninin içinde, günümüz türkçesinde kullanılmadığı için, anlamı da bilinmeyen çok sayıda kelime barındıran bir eserdir Risale-i Nur. Bu eserlerin pek çok yerinde, paragrafların oldukça uzun olması ve bir paragrafın içinde birçok cümle içermesi ile beraber içerdiği anlam yoğunluğu, anlamayı zorlaştıran en önemli unsurdur.
İkincisi: Eserlerin yeni okuyucu açısından bilinmeyen kelimeler gibi zayıf bir yönü olduğu gibi, diğer taraftan kendine has farklı tarzı ve en kuvvetli yönü olan, en zor ve derin meseleleri herkesin anlayacağı kolaylık ve anlaşılırlıkta, misallerle anlatmasıdır ve makul sayıda bilinmeyen kelimenin öğrenilmesinin (200-300 civarı) bu eserlerin büyük oranla anlaşılarak okunması için yeterli olacağı gerçeğidir. Ayrıca metin içinde eşanlamlı kelimelerin adeta bir iç lügat gibi ustalıkla kurulmuş olması, eserlerin genel anlaşılabilirliğini gerçekten üst düzeye taşımaktadır.
Üçüncü olarak: Mesnevi-i Nuriye’deki “Maksud-u bizzat olan ilimlere ulûm-u âliyeyi okumaksızın isâl edici bir yolu Kur'ân'dan buldum.” ifadelerinden anlaşıldığı gibi, Risale-i Nur, alet ilimler olan medrese ilimlerini okumadan esas maksat olan iman ilimlerine kısa yoldan ulaştırıcı yeni ve modern bir tarz, farklı bir metottur. Bir mektupta Risale-i Nur’un iman ilmi noktasında ki potansiyeli ve o ilmi tek başına da olsa okuyarak tahsil edenin kazanabileceği derece şöyle ifade edilmiş: “Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatlı bir alimi olabilir.” (Lem’alar) 1.Şua’da ise şu çok dikkat çekici ifadeler yer alıyor: “Manevî bir elektrik olan Resâil-in Nur dahi gayet yüksek ve derin bir ilim olduğu halde, külfet-i tahsile ve derse çalışmağa ve başka üstadlardan taallüm edilmeğe ve müderrisînin ağzından iktibas olmağa muhtaç olmadan herkes derecesine göre o ulûm-u âliyeyi, meşakkat ateşine lüzum kalmadan anlayabilir, kendi kendine istifade eder, muhakkik bir âlim olabilir.” Evet, Risale-i Nur bu manada eşsiz bir eserdir.
Ancak bizim ele aldığımız meselenin, iki noktada farklı bir makamı vardır. Kendi başına okuyanın daha iyi anlaması ve yeni başlayanın daha çabuk ve kolay bir şekilde intibak edebilmesi için yardımcı olmak her şekilde mümkün olduğundan, bunun yöntemlerine itiraz etmemek ve taraftar olmak gerekliliği hakkındadır.
Maalesef eserlerin kuvvetli yönü olan ikinci ve üçüncü noktalar, çoğu okuyucunun eseri eline ilk defa aldığında “ben bunu anlamıyorum” hissine kapılmasını engellememektedir. Bu konuda ciddî bir sıkıntı ve ihtiyacın mevcudiyetini inkâr etmek anlamsızdır. Okudukça manaların açılacağı ve bu eserleri anlamanın aslında hiç de o kadar zor olmadığını kabul ettirmek, okumayla arası zaten iyi olmayan bir toplumda gerçekten dezavantajlı ve başa çıkması zor bir durumdur. Fakat Allah’ın bir rahmet eseri ve eserlerin içindeki cazip ve manevî üslup sebebiyledir ki, bu eserler 90 senedir en iyi anlaşılır kitaplardan çok daha fazla sayıda insan tarafından hararetle okunmaktadır.
Yine de bu konuda daha fazla ne yapabileceğimizi ve daha işlevsel ve pratik bir alternatifin ne olabileceğini sormamız gerekiyor. “Alınız bu kitabı okuyunuz, anlamadığınızı hissederseniz de yine okumaya devam ediniz, anlamazsanız gelin birlikte okuyalım, ayrıca derslerimize düzenli katılın ki zamanla anlamanız kolaylaşsın. Hem ilk başta anlamasanız da kalbiniz, ruhunuz mutlaka istifade eder” gibi cümleleri kabul ve hürmetle karşılamakla beraber, bir insana Risale-i Nur’u okutmak ve alıştırmak için tek alternatifimizin sadece bu cümlelerle mukabele etmekle sınırlı olmadığını ifade etmek istiyoruz. Hem konunun aşağıda ele alacağımız bir de “daha iyi anlamak” boyutu var.
Diğer taraftan eserleri merak edip kendi başına alıp, açıp okumak isteyen birinin, eğer Osmanlı Türkçesini iyi derecede bilmiyorsa bu basit işi rahatça gerçekleştirme imkânının zorluğu, sizce de bir yerlerde karşılanması gereken bir ihtiyaç olduğunu hissettirmiyor mu? Herkesle birlikte kitap okuyamayacağımıza ve herkesin derslere katılımını sağlayamayacağımıza göre, o halde hem yeni başlayanlar hem de eserleri kendi başlarına alıp rahatça anlayarak okumak isteyenler için yardımcı olmayı düşünmemiz ve bu alandaki mevcut ihtiyaç ve sıkıntıya alternatif bir çözüm arayışı içine girmemiz kadar tabiî bir durum düşünülebilir mi? Üstelik bu çözümler yine eserlerin içinde mevcutsa bu çözümleri işletmemiz kadar lüzumlu bir şey tasavvur edilebilir mi?
Diğer taraftan bir şeyin kıymetli olduğunu önce bilmek ve gösterilecek çabaya değeceğini görmek lazımdır ki, o çaba gösterilsin. Fakat anlamadığı için o kıymeti göremeyen birisinden o çabayı göstermesini nasıl isteyebiliriz ki? Bu bir kısır döngüdür ve bu hal bir zorluktur. Dinde zorluk yoktur. Kur’ânın cadde-i kübrası bu kadar dar olamaz, olmamalı.
Kitap okumayan, dili dejenere, dinî alt yapısı olmayan, tembellik ve gaflet toprağı üstünde serili ve fikrini bin türlü yere dağıtan türlü çeşit gaflet tuzaklarıyla kuşatılmış insanlarımıza şu hal ve şu teklif bir harec, yani zorluk değil de nedir? Bu konuda zorda kalınınca ister istemez “piyasadaki diğer kitapların geçiş köprüsü olarak tavsiye edilebileceği” ifade ediliyor veya “okumazsa kendi bileceği iş, demek ki nasibi yokmuş ve layık değilmiş, biz vazifemizi yaptık” denilebiliyor.
Acaba gerçekten yaptık mı? Belki bizzat ilgilenmeli ve o insanla birlikte kitap okumalı, Risale-i Nur derslerine götürmeli ve alıştırmalıydık. Fakat herkes herkesle o derecede ilgilenme imkânı bulamıyor ve o insanı kazanabileceğimiz halde kaybedebiliyoruz.
Hâlbuki okuyucunun daha baştan Risale-i Nur’ u asıl metniyle beraber anlayarak okuyabileceği asıl metin ilaveli izah çalışmalarının, bu noktada çok daha iyi bir tercih olabileceğini düşünüyoruz ve Risale-i Nur derslerinin yeni gelenlerin anlaması, eskiden beri gelenlerin daha iyi anlaması ve sürekli bir gelişim ağlayabilmeleri ve monotonluktan azade kalabilmeleri için izahlı yapılmasının gereklilik ve faydasını ifade ediyoruz.
Nur dershanelerinin açılış sebebi şöyle ifade edilir eserlerde:
“Elbette bizlere lâzım ve millete elzem, şimdi resmen izin verilen din tedrisatı için hususî dershaneler açılmış, izin verilmesine binaen Nur şakirtleri mümkün olduğu kadar her yerde küçücük dershane-i Nuriye açmak lâzımdır. Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes her bir meselesini tam anlamaz.”
Yani dershanelerin açılış gayesi, açıkça şudur:
İnsanın kendi kendine anladığından daha fazla anlaması ve eserlerden istifade edebilmesidir. (elbette dershanelerin tek işlevi bu değildir, bunu hepimiz zaten biliyoruz) Takdir edilir ki, bu da eserlerin aynen okunmasıyla olamaz. Bu açık bir gerçektir. İzah şarttır.
Daha iyi anlaşılması ve istifade edilebilmesi içinse, ancak ve ancak 3 metot vardır:
1-Okurken aynı anda kelime karşılıklarını da vermeye çalışmak. (çalışmak diyorum, çünkü metnin tamamındaki kelime karşılıklarını vermeye kimse güç yetiremez, güç yetirebilse de, dinleyen anlamaya güç getiremez, takip edip zihni bütün manayı birden kapsayamaz)
2-Bir cümle veya paragrafı okuduktan sonra, uygun kelime karşılıklarıyla, yeni bir cümle veya paragrafı, zihnen bir efor sarfederek, günümüz türkçesiyle oluşturup, dinleyenlere söylemek.
3-Okunan bölümden anlaşılan mananın, okuyanın kendi ifadeleriyle, cümleleriyle izah ve ifade edilmesi.
Şimdi bir düşünelim ve bakalım: Kaç kişinin gerek kişisel okumada, gerek ders esnasında böyle bir anlamlaştırmayı mana kaybına sebep olmadan yapmaya, zekâsı, zamanı, hafızası yeterli gelir ki tam olarak?
Dördüncü bir yöntem de var ki, bunu şahsen uygun yöntem olarak kabul etmiyoruz, ama o da şudur ki: dersin çok büyük bir bölümünün, şahsi bilgi ve ifadelerle doldurularak, anlatımların bunun üzerine bina edilmesi (örneğin, bir saatlik bir derste ancak belki bir paragraf Risale-i Nur’dan okuyup, kalanının şahsi anlatımdan ibaret olması ve okunan paragrafın ise kelime karşılığının bile doğru dürüst verilmemesiyle, Risale-i Nur’un arka planda kalması neticesine sebep olunması)
Şimdi konumuzun çatısını koyuyoruz:
“Risale-i Nur’u izah ve açıklama” denilerek, derslerde uygulanan bu 3 tekniğin üçü de, aynen ve tamamen, hiç şüpheye yer yok ki, Risale-i Nur izah çalışmaları metinlerinin ortaya koyacağı detaylı çalışmanın amatör, sistemsiz, çoğu zaman hazırlıksız ve sözlü bir şeklidir. Pratikte aynıdırlar, aynı işlevi görmektedirler.
Sözlü veya yazılı olarak “izah” denilen şey, aslında bir yönüyle ve pratikte sadeleştirme-günümüz türkçesiyle ifade etme- olarak görülebilir ve bu yönden karşı çıkılabilir. Fakat bu, yalnızca yüzeysel ve insafsız gözlerde öyle görülebilir. İzah, çok daha farklı ve faydalı bir yöntemdir. Hatta kişinin kendi başına eserleri okurken, bir taraftan sözlük kullanması ve tekrar dönüp eserleri okumaya devam etmesi de, kişisel olarak uygulanan bir sadeleştirme olarak görülebilir. Yani, sözlük kullanarak manaları günümüz türkçesiyle anlama çabası da, pratikte kişisel bir sadeleştirmedir. İzah bundan da ayrı ve çok daha geniş kapsamlı bir faaliyeti ifade eder. 10 insanın belki 10 kere okuduktan sonra belki sadece bir tanesinin o düzeyde anlama imkânı bulacağı bir kavrama düzeyini, daha ilk seferde ellere verme zenginliğini içinde taşır. İzahın faydası tartışılmaz ve kaçınılmazdır. Hem internet vesilesiyle yılların günümüze taşıdığı ortak aklın fikrî mahsullerine ve telâhuk-u efkara ulaşılabilirlik ile bir odaya kapanarak ortaya konulan sırf şahsî nokta-i nazardan daha üst bir mertebede izah metinleri ortaya koymak imkânı mevcuttur. Bir heyetle çalışılsın çalışılmasın.
Ayrıca bir insanın önünde zaman ve emek harcanarak, onlarca kez düzeltilerek, nakış nakış işlenerek oluşturulmuş hazır bir izah metni çalışması olursa ve bu çalışmanın dipnotlarındaki ve kavramlar sözlüğünün içindeki kelime karşılıklarının uygunluğu üzerinde özel bir çaba sarf edilmişse, uygun tabirlerin bulunması için araştırma yapılmış ve ciddi bir zihnî gayret ortaya konulmuşsa, böyle bir izah metninden ve bu tarz bir çalışmadan, gerek şahsî okumalarda gerek derslerin yapılmasında yardımcı kaynak olarak yararlanılmasının pratik faydası hiç tartışılır mı?
Herkesin her zaman "izah" adı altında yaptığını, metotlu hale getirip, herkesin eline vermekten ibarettir yazılı izah metinleri. Öyle algılamak gerektir. Cümleler ve paragraflar haline getirilmiş, zaman kaybını önleyip kolaylık sağlayıcı yazılı izah çalışmalarının faydası muhakkaktır. Risale-i Nur'un yerine bu çalışmalar ikame edilmez ve asıl olmaz, olamaz. Ancak faydalı ve gereklidirler.
Bu tahlilden sonra anlaşılacağı üzere bizim şahsi kanaatimiz, bu tarzdaki izah metinli Risale-i Nur çalışmalarından hem kişisel okumalarda, hem de önceden hazırlanarak yapılacak izahlı dersler için bir yardımcı kaynak olarak yararlanılmasının çok büyük rahatlık, kolaylık olacağıdır.
Bu sayede, herkes tarafından, Risale-i Nur çok daha kısa zamanda daha iyi anlaşılabilir ve bu konuda kendini yetiştirmesi için sistemli bir kaynaktan yardım almış olur ve böyle sistematik bir yardımla Risale-i Nur’u henüz çok fazla okumuş olmasa bile, uzun zamandır bir sisteme dayalı olmadan okuyan birçok kimseden daha mahir dersler yapabilir veya çok anlaşılır dersler bu sayede rahatlıkla oluşturulabilir. Evet bu imkân vardır. Sadece hayata geçirilmeyi beklemektedir.
Bu bahsettiğimiz noktalar, üzerinde ciddi düşünmeye değer noktalardır.
Meseleye biraz da İslam tarihi açısından bakalım.
İslâm medeniyetinin insanlığın maddî ve manevî gelişimine yaptığı büyük katkının ilim dalındaki en nadide numunelerinden biri, bu vatan topraklarında ortaya çıkmış ve manevî bir ilim hazinesi olarak, içindeki elmas kıymetindeki hakikatlerin keşfedilmesini ve bütün bir insanlığa mal edilmesini bekleyen Risale-i Nur eserleridir.
İslâm medeniyeti, Kur’ân’ın öğrenmeye, düşünmeye, aklî delillere ve ilme verdiği kıymet sebebiyle muazzam bir ilmî faaliyete sahne olmuştur. Bu kültür medeniyetinde edebiyata, sanata, dinî ve fennî ilimlere dair sayısız eser telif edilmiştir. Avrupa’ya üstatlık yapmış İslâm medeniyetinin en parlak devrinde ilmî ve fikrî sahadaki hareketlilik o derecede yaygınlaşmıştı ki; ilmî eserler ve itibar gören kitaplar, akla gelebilecek her yönden tam bir ilmî hürriyet içinde inceleniyor, değişik müellifler tarafından onlarca kez şerh ediliyor, ilim camiasına ve toplumun her tabakasına mal edilmeye çalışılıyordu.
Bir eserdeki mevcut hakikatleri daha iyi anlamak, geliştirmek, çözümlemek ve detaylandırmak maksadıyla başlı başına bir ilim faaliyeti olarak yapılan bu izahlar ve şerhler, yani eser geliştirme ve işleme işi, özellikle son dönem İslâm medeniyetinde iyice yerleşmişti ve köklü bir ilmî, kültürel gelenek haline gelmişti. Yüksek kıymeti haiz bir ilmî eserin gerçek manada anlaşılması ve insanlığa mal edilmesi, çoğu zaman eser üzerinde yapılan çok yönlü çalışmalarla gerçekleşmiştir.
Bu nedenle İslam medeniyetine çağımızda büyük katkılar sağlayan Risale-i Nur Külliyatının daha iyi anlaşılabilmesi, hayata geçirilebilmesi ve layık olduğu zeminlerde yeterince istifade edilebilmesi için izah ve şerh çalışmalarının yapılması gerekmektedir.
İzah çalışmalarıyla ilgili sıklıkla söylenen bir şey de şudur: İzahlar, bir insanın kendi anladığı ve ifade edebildiği sınırlı mana kadardır ancak. Evet, şüphesiz öyledir. Tüm Kur’an, hadis tefsirleri ve islamî bir gelenek olan muteber kitaplar için yapılan izah ve şerh kitapları da öyledir. Böyle olması kadar da tabî bir şey de olamaz.
Ama bu, izahın yapılmaması gerektiği veya faydasız olduğu anlamına gelmez. Ve kimsenin de, hakikat güneşinin tamamını yansıttığı ve gerçeği tüm boyutlarıyla ve bütün mana derinlikleriyle ifade ettiği gibi bir iddiası zaten olmayacaktır. Hatta kendi anladığının bile tamamını değil, ancak imkân nispetinde ifade edebildiği kadarını yazıya dökebilmiş bir izah metni, çalışmaya muhatap olacak insanlarla paylaşım sahasına açılacak sadece. Yapılan sadece bu kadar olacaktır. Binlerce kapıdan mütevazi bir tek kapı açmaya, hazineyi açan binlerce anahtardan mütevazi bir tek anahtarı ellere verme çabası olacak. Zaten bu mahiyetteki ilmî çalışmalarda, okuyucu dinleyici makamındadır, beğendiğini alır, beğenmediğine ilişmez. İslam geleneğinde hep böyle olmuştur.
İman hizmetine ve hakikatlerine gönül vermiş herkesin her zaman ve her ortamda yaptığı gibi, bu tarz izah çalışmalarına teşebbüs edeceklerin de, kusurlarına ve eksikliklerine rağmen Allah rızası için hizmet etmekten çekinmemeleri gerekecektir.
İzah kelimesinin sözlüklerdeki karşılığına baktığımızda, “açıklamak, bir şeyi anlaşılır hâlde söylemek veya yazmak.” ifadelerini görüyoruz. Risale-i Nur eserlerini izah etmek ise, eser metninin ve içerdiği yüksek hakikatlerin anlaşılır bir şekilde açıklanması, metnin ifade ettiği konuların genişletilmesi, detaylandırılması ve yorumlanması, örneklerinin geliştirilmesi ve çözümlenmesi gibi faaliyetler olarak tarif edilebilir.
Risale-i Nur eserleri üzerinde bu türden ilmî faaliyetlere olan ihtiyaç (aşağıda metnini aldığımız mektupta) bizzat eserin müellifi tarafından kabul edilmiş ve hatta bahsi geçen çalışmaların yürütülmesi, eserlere kendi eseri gibi sahip çıkanların üzerine sürekli ve önemli bir vazife olarak yüklenmiştir.
“Risale-i Nur'un tekmil-i izahı ve haşiyelerle beyanı ve ispatı size tevdi edilmiş, tahmin ediyorum. Bir emaresi de şudur ki: Bu sene çok defa ihtar edilen hakikatleri kaydetmek için teşebbüs ettimse de çalıştırılamadım. Evet, Risale-i Nur size mükemmel bir mehaz olabilir. Ve ondan erkân-ı imaniyenin her birisine, mesela Kur'ân Kelâmullah olduğuna ve i'câzî nüktelerine dair müteferrik risalelerdeki parçalar toplansa veya haşre dair ayrı ayrı burhanlar cem edilse ve hâkezâ, mükemmel bir izah ve bir hâşiye ve bir şerh olabilir. Zannederim ki, hakaik-i âliye-i imaniyeyi tamamıyla Risale-i Nur ihata etmiş; başka yerlerde aramaya lüzum yok. Yalnız bazen izah ve tafsile muhtaç kalmış.
Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor. Ve inşallah vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşir ve tâlimle, belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci Mektupları telif ve Dokuzuncu Şuâ’nın Dokuz Makamı’nı tekmille ve Risale-i Nur'u tanzim ve tertip ve tefsir ve tashihle devam edecek. Risale-i Nur'un samimî, hâlis şakirtlerinin heyet-i mecmuasının kuvvet-i ihlâsından ve tesanüdünden süzülen ve tezahür eden bir şahs-ı mânevî, size bâki ve muktedir bir kuvvet-i zahrdır, bir rehberdir."
Açıkçası bizce bu çok önemli ve ufuk açıcı mektup muhteviyatı dikkatle incelendiğinde, bir eserin üzerinde yapılabilecek her türlü ilmî çalışmayı içine alacak kadar geniş bir kapsama sahip olduğu görünmektedir.
Fakat farklı düşünen bazı kardeşlerimiz, bu kapsamlı mektubun sadece istenen yerlerini nazara alıp, “Risale-i Nur’un en güzel ve tek izahı yine Risale-i Nur’la yapılır” diyerek izah ve şerh çalışmalarının sahasının sadece “eserlerden alıntı yapma” dar çerçevesine mahsus olduğunu düşünebilirler ve öyle görmeyi tercih edebilir. Fakat biz böyle düşünmüyoruz. Çünkü içinde 1-Şerh 2-İzah 3-Tekmil 4-Tahşiye 5-Neşir 6-Talim 7-Telif 8-Tanzim 9-Tertip 10-Tefsir 11-Tashih 12-Beyan 13-İspat 14-Cem 15-Tafsil olmak üzere tam 15 adet kavram kullanılan ve bir eserin üzerinde asıl metni değiştirme haricinde akla gelebilecek her türlü çalışmanın isminin tesadüfen verildiğine ve bu mektubun kastettiği ve izin verdiği çalışma sahasının bu kadar dar olabileceğine imkân veremiyoruz.
Özellikle alıntı yapılmaktan kaçınılan “Yalnız bazen izah ve tafsile muhtaç kalmış.” ifadeleri ile “Risale-i Nur'un tekmil-i izahı ve haşiyelerle beyanı ve ispatı size tevdi edilmiş, tahmin ediyorum. Bir emaresi de şudur ki: Bu sene çok defa ihtar edilen hakikatleri kaydetmek için teşebbüs ettimse de çalıştırılamadım.” ifadelerini dikkatinize tekrar sunmak isteriz.
Tekmil-i izah, izahın mükemmelleştirilmesi manasını ifade ediyor, fakat bu ifade için bile: “o ifadeden kasıt, bir risalede izahı az yapılan bir meselenin diğer risalede daha detaylı veya başka yönleriyle izahıyla tamamlanması ve tekmilidir.” iddiasında bulunulabilir ve tam da öyle oluyor.
Fakat bu noktada biz de deriz ki: “Madem iddia ettiğiniz gibidir, o halde her şeyi bir tarafa bırakalım, hatta bizce çok açık ve sizce tevili mümkün olan “haşiyelerle beyanı ve ispatı size tevdi edilmiş” ve “Bu sene çok defa ihtar edilen hakikatleri kaydetmek için teşebbüs ettimse de çalıştırılamadım” ve “bazen izah ve tafsile muhtaç kalmış.” ve “Sizin vazifeniz devam ediyor” ifadelerini de bir kenara kaldıralım.
Peki tevili mümkün olmayan ve mektubun sonunda gelen “vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşir ve tâlimle, belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci Mektupları telif ve Dokuzuncu Şuâ’nın Dokuz Makamı’nı tekmille ve Risale-i Nur'u tanzim ve tertip ve tefsir ve tashihle devam edecek.” cümlesindeki telif, tekmil (Dokuzuncu Şuâ’nın Dokuz Makamı’nı telif manasında), tefsir ve tashih kelimelerine nasıl bir tevil bulunacak? Hadi hepsine yine bir tevil bulundu diyelim. Fakat yine de “telif” kelimesi için bir tevil bulunamaz.
Şu mektuba bir bakın: “Sabri mektubunda, “iki üç senedir Risale-i Nur, telif cihetinde tevakkuf devresini geçiriyor” diye hikmetini soruyor. Bunun cevabı uzundur. Hem telif ihtiyarımız dairesinde değil. Hem Risale-i Nur şakirtlerinin teliften hisseleri kalmak için, bazı ehemmiyetli esbap ve arızalar mani oldu.” (Kastamonu Lahikası). Telif kelimesinin, eline kalemi alıp bir şeyler yazmaktan başka manası yoktur.
Bir de buna bakın: “İnşaallah bir zaman, Risale-i Nur’un şakirtlerinden birisi veya birkaç tanesi, o dokuz makamı ve berahini telif edecek ve Mukaddeme-i Haşriyenin başındaki âyât-ı âzamın dokuz fıkrasının hazinelerini, Risale-i Nur’da münteşir haşr-i cismanî berahiniyle ve kalblerine gelen sünuhat ve ilhamat ile açıp, Dokuzuncu Şua’yı Onuncu Söz’den daha parlak, daha kuvvetli bir tarzda tekmil edecek.” (Kastamonu Lâhikası, 131. Mektup)
Peki bu mektuptan ne anlıyorsunuz? “Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü, çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetvâ vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve izah haricinde bir şey yazsa, soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer.” (Mektubat, Yirmidokuzuncu Mektup, Altıncı Kısım)
Demek, izah ve şerh dâhilinde bir şeyler yazılabilir! Eksik bırakılan risalelerin telif edilmesi denenebilir! Hem en önemlisi, anlaşılıyor ki Risale-i Nur şakirtlerinin de teliften hisseleri vardır! Artık tüm bu mektupların içerikleri birlikte değerlendirildiğinde, o hissenin ağırlıklı olarak şerh ve izah olduğunda ve bunun da sadece Risale-i Nur’dan alıntı yapmakla sınırlı olmadığında kimsenin hiç bir şüphesi kalmaması gerekir, bizim kanaatimiz budur.
Netice olarak,
İslâm fikir ve ilim dünyasına yeni bir yaklaşım getiren Risale-i Nur eserlerinin çağın ihtiyaç ve anlayışına tam uygun olarak insanlığa takdim ettiği, manevî bir ilim hazinesi kıymetindeki Kur’ân hakikatlerinin, insanlığın son döneminde maddî-manevî saadet reçetesi olarak kabul göreceğine ve imanların kurtuluşunda dünyaya hâkim ve hükümran olarak bütün insanlığa mal olacağına olan kuvvetli bir ümit ve inanca sahibiz ve bunun da Risale-i Nur’un izah ve şerhi mahiyetindeki çok yönlü çalışmalarla gerçekleşeceğine inanıyoruz.
31 Mayıs 2014 tarihinde Risale Akademi tarafından düzenlenecek Risale-i Nur İzah Çalıştayı’nda bu ümidi yeşertecek bir zemin oluşmasını Rahmet-i İlahiyeden kuvvetle istiyoruz.
Risale Akademi “Risale-i Nur İzah Çalıştayı” Duyuru Sayfası İçin Tıklayın