Bu günlerde yeni ve eski arkadaşlarımdan birileri yeniden ekip olmuş bana:
- Üstadın hayatındaki mağaralardan bahsedip bütün insanların zaman zaman da olsa adeta öyle bir zemine, öyle bir hale ihtiyacı olmasını dile getiriyorlar.
- Zaman gazetesindeki “Said Nursi’nin sepete sığan hayatı çok şey anlatıyor” (İşitmiyor musunuz, sade yaşamak imandandır) diye sayın Tuğba Kaplan'ın haberini bana okumam için gönderiyor “Simple life... “ denen ve dilimizdeki tercümesi, “Basit Yaşam” olan bir tarzı nazarıma arz ederek adeta meydan okuyorlar.
- Telefonun şarzını bitirecek, ısınıp tutulamaz hale gelmesine sebep olacak kadar uzun görüşmelerde beni çok sıkıştırıyor, fakat asla geri adım atmıyorlar.
Onlar bu ısrarlarıyla –ağır bir tabir olacak amma- Bediüzzaman’ı tam anlayamadıklarını ortaya koyduklarının farkına varamıyorlar.
Evet gerçekten öyle dehşetli bir Dünyevileşme var ki bundan maalesef Nur Talebeleri de paylarını alıyor, etkileniyorlar. Elbette bu felakete karşı çareler aramak ehl-i imanı ilgilendiriyor.
Bu hastalık karşısında kimileri “kedinin yavrusun küle bulayıp, fareye benzettikten sonra yemesi” gibi müthiş bir zeka oyunu veya tam tabiriyle cerbeze yapıp, bu sari hastalığa ihtiyarlarıyla giriyorlar .
Kimileri de adeta Mutasavvıfların etkisine girip onların lisanîyle konuşuyorlar. Terkten, basit yaşamaya geçişten, lezzetleri bırakmaktan bahsediyorlar. İnsanları daha kolay, daha kısa, daha genel, daha sıhhatli, daha fıtri bir yola çağıran:
“İ'lem eyyühe'l-aziz! Tevfik-i İlâhî refiki olan adam, tarikat berzahına girmeden zahirden HAKİKATE geçebilir. Evet, Kur'ân'dan, hakikat-i tarikati, tarikatsiz feyiz suretiyle gördüm ve bir parça aldım. Ve keza, maksud-u bizzat olan ilimlere ulûm-u âliyeyi okumaksızın isâl edici bir yol buldum.
Serîüsseyir olan bu zamanın evlâdına, kısa ve selâmet bir tarîki ihsan etmek rahmet-i hâkimenin şânındandır.” (Mesn–277) diyen Bediüzzaman’a rağmen pek çok TERKLERİN olduğu eski bir yola hem de O’nun adına çağırıyorlar.. Halbuki “Ya yeni hal, ya izmihlal” hakikatini de unutuyorlar olsa gerek!
Bu halleriyle, çok kompleks, bütün vücudumuzu kaplamış, belki de ruhumuzu ele geçirmeye yeltenen bir sâri hastalığa; modern tıbbı bir karafa bırakıp, basit şeylerle şeylerle deva bulmaya kalkmak misilli, bir büyük hataya yelteniyorlar.
Başka çare yok, nasıl olabilir ki diyerek hem muhataplarına hem kendilerine zaman kaybettiriyor; muhatap nefisleri perişan ediyorlar.
Zaten, bunların dışında, bu hallere düşmeden gidilen, tamamen YENİ ve ORJİNAL Nurlu Yola, Bediüzzaman’ın yolu veya Nurculuk deniliyor. Bu yolun usulünü kavramak hakikaten çok önemli. Onu tam anlasak, anlatabilsek, büyük inkılâplar fevç fevç bütün insanlığı kaplayacak.
Ben de Risale-i Nurdan, bu hakikatin açılmasına, anlaşılmasına faydalı olacak metinleri temel alarak 3-5 gün muhalif arkadaşlarımı biraz sıkıştıracağım. İnşâllah Üstadım adına, Nurlu Yolun Usulü adına onları ikna edebilirim. İşte eski bir çalışmama ait metin:
Bediüzzaman’ın Orijinal Yeni Yolunda Terk Etmeden Terk Etmek Vardır!
Risale-i Nurlarla ilgili fikirler beyan ederken, yanlış yapmaktan çok korkuyorum. Ancak hakkın hatırı âli olduğundan; belki çoğumuz için “netice-i hayatımız, sebeb-i saadetimiz, vazife-i fıtratımız olan”, Risale-i Nurun yanlış anlaşılmaması için bazı hususları O’nun en küçük ve aciz bir talebesi olarak da olsa, beyan etmeye mecbur olduğumu hissediyor, çekinerek de olsa konuşuyor, yazıyorum. Ancak, bunu yaparken:
1- Risale-i Nurun bütünüyle muhatap olarak, öyle değerlendirme yapmaya çalışıyorum.
2- Risale-i Nurları okurken, değerlendirilirken, kendi paradigmalarımı değil O’nun metinlerini esas almaya çalışıyorum.
3- Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin, Risale-i Nurda, Kur’an’ın Talimiyle, Resuli Ekremin (ASM) dersiyle diyerek efkarının kaynaklarını belirtmesini çok önemsiyorum. R.Nurun, “Vahye ihtiyaç duymadan hakikati arayan …’lara, meselelere sadece kalp gözüyle bakan mutasavvıflara benzemediğini; ancak, tasavvuftan, matlup olan, Sünnette bulunan güzel şeylerin, farklı ama, Kur’anî bir tarzda Risale-i Nur mesleğinde bulunduğuna inanıyorum.
4- Risale-i Nur’un hemen her konuda, şarkın ulûmundan, garbın fünûnundan oldukça farklı bir tarz ortaya koyduğuna inanıyorum.
5- Her şeye rağmen, yine de, Bediüzzaman Hazretlerinin yaptığı gibi; anladığımı sandıklarımın, mutlak mânâ olmadığını, olamayacağını açıkça söylüyorum.
6- Acizane, yazarak iddia ettiklerimle ilgili olarak, fikir beyan etmek isteyen arkadaşlarla, fikirlerimi paylaşmak ve onlardan istifade etmek istediğimi de açıkça ifade ediyorum.
Manisa’da, yıllardır akşam üstüleri, Nur Sohbetleri yapılıyor. Tahkikli olarak yapılan bu sohbette kitap takip edilir. Okunan bölümle ilgili olarak dinleyiciler de derse katılabilirler. Sorular sorabilir, cevaplar verebilir, izahlarda bulunabilirler.
Bu zeminde, sadece, okunan bölümün dışına çıkmamak, konuyu dağıtmamak, değiştirmemek; Kutsî Kaynakların, Onların asrımıza adaptörü olan R.Nurun ve bunlarla ölçü kazanmış ilmin ve aklın muvazenelerine tâbi olmak şarttır.
Bu hafta, Mesnevi takip edilirken Habbe’de bir bölüm okunuyordu.
“Biri de, dünyanın lezzetleridir. Bu ise, kısmete bağlıdır. Talebinde kalâka düşer. Ve sür'at-i zevali itibarıyla, aklı başında olan, onları kalbine alıp kıymet vermez...
Dünyanın âkıbeti ne olursa olsun, lezâizi terk etmek evlâdır. Çünkü, âkıbetin ya saadettir; saadet ise şu fâni lezâizin terkiyle olur. Veya şekavettir. Ölüm ve idam intizarında bulunan bir adam, sehpanın tezyin ve süslendirilmesinden zevk ve lezzet alabilir mi?
Dünyasının âkıbetini küfür sâikasıyla adem-i mutlak olduğunu tevehhüm eden adam için de terk-i lezâiz evlâdır. Çünkü, o lezâizin zevaliyle vukua gelen hususî ve mukayyed ademlerden, adem-i mutlakın elîm elemleri her dakikada hissediliyor. Bu gibi lezzetler o elemlere galebe edemez.”
Arkadaşlarımızdan bir kaçı “lezâizi terk etmek evlâdır” mânâsını nazara vererek Bediüzzaman Hazretlerinin bu cümlesini farklı yorumlayanlar olduğunu belirterek cevap arayalım dediler. Adeta bir lokma-bir hırka diye ifade edilebilecek bir tarzın ifade edildiğini anlatmaya çalıştılar. Hatta Bediüzzaman Hazretlerinin, Yıldız Şehriyeden bile birkaç kaşık yediğini, yamalı cüppe giydiğini, Cızlavet mest lastiği ile gezdiğini de nazara vererek, bu fikirlerini genel bir yaşayış tarzı olarak örnek verenler bile olduğunu belirttiler.
Ben, son zamanların çok tehlikeli bir hastalığı gibi gördüğüm Post modern anlayışın özündeki; lezzetlerin, hazların peşinde koşuşan, narsist insanların karşısına böyle sofiyane bir anlayışla çıkmanın yanlışlığını, üzülerek çok düşündüm. Farklı düşünen bazı müminlerin, bu konudaki düşüncelerini, uzun zamandır, gerçekten, kendi dünyamda ciddi değerlendirdim. Fakat çok üstün varlık olarak yaratılan insanın, bu tarzdaki bir dünya ve onun lezzetlerini terk anlayışı ile karşı karşıya kalmasını “Lâ yukellifullahü nef’sen illâ vüs’eha” (İnsanların gücü yetmediği vazifeler, onlara verilmez) sırrına aykırı gibi gördüm. Hâlbuki teklif-i mâlâyutak yoktur.(379)
Farklı düşünen arkadaşlar benim bu meseledeki heyecanımın sebebini inşallah anlarlar.
Biz, değişik zeminlerde, Ashab-i Suffe dışındaki sahabelerin normal bir hayat yaşadığını, bazı büyük evliya ve asfiyanın özel hallerinin, takvadan da öte genellenemeyeceğini; böyle yapanların, Ashab-ı Suffe gibi yaşayanların, imrenilerek tebrik edilebileceğini, fakat onların umuma örnek ve ölçü olmadığını söyledik. Kebairi terk edip feraizi yapanın kurtulacağını anlatan Bediüzzaman Hazretlerinin, eserleriyle, yaşanabilir bir İslâm’ı ortaya koyduğunu, arkadaşlarla anlatmaya çalıştık. Ancak, farklı düşünenleri iknâya gücümüz yetmedi. Hatta BSN. Hazretleri‘nin yukarıda belirtilen yaşama şekline uymayan, bunu aşan bizlerdeki yaşayış hallerinin, dünyevileşmenin tezahürleri olduğu bile, ifade edildi.
Daha önce de BSN. Hazretlerinin iktisat, şükür, dünya ile ilgili farklı ve YENİ bir tarzı ifade eden tavrıyla ilgili olarak, oldukça farklı görüşlerle karşılaşmış, mümkün olduğu kadar, farklı olan düşüncemi ortaya koymaya çalışmıştım. Ancak konunun açıldığı zeminlerde fazla vakit bulunamadığından konu hep tamamlanamıyordu. Artık bu konuyu elden geldiği kadar yazmaya çalışmak zaruret oldu. Farklı düşünen arkadaşlar benim bu meseledeki heyecanımın sebebini inşallah anlarlar.
Ders konusu olan Habbe’deki metne biraz dikkat edilirse, dünya lezâizi ile ilgili olarak : “aklı başında olan, onları kalbine alıp kıymet vermez” ifadesi konuya açıklık getiriyor. Yani fani olan dünya ve lezâizi gibi şeyler kalben terk edilir. Talep edilmez, asıl hedef değildirler. Ancak dünyanın birçok işlerinde, 5. Sözde ifadesini bulan “devletin angaryası”’nı çekmek mecburiyeti vardır. Yani Allah insanı yeme-içmeye muhtaç yaratmıştır. Bunun temini için insan çalışır, çabalar. Ancak bu onun hakiki hedefi ve vazifesi değil, angaryasıdır. Halk tabiriyle mümin, yaşamak için yer; yemek için yaşayan asla değildir, olamaz, olmamalı.
Bediüzzaman Hazretleri, bir çok yerde dünya ile ilgili harika izahları yapar.
“Arkadaş! Dünyanın üç vechi vardır:
Birisi: Âhirete bakar. Çünkü onun mezraasıdır.
İkincisi: Esmâ-i Hüsnâya bakar. Çünkü onların mektep ve tezgâhlarıdır.
Üçüncüsü: Kasten ve bizzat kendi kendine bakar.
Bu vecihle insanların hevesatına, keyiflerine ve bu fâni hayatın tekâlifine medar olur.
Nur-u imanla dünyanın evvelki iki vechine bakmak, mânevî bir cennet gibi olur.
Üçüncü vecih ise, dünyanın fena yüzüdür ki zatî ve ehemmiyetli bir kıymeti yoktur.” der. (285-1309)
O’na göre, dünyanın, âhiretin mezrası olma ve Esma-i Hüsnâ’ya bakma yönleriyle manevî cennet gibi olması söz konusudur. Terki gereken kısmı ise, sadece, bizzat kendi kendine bakan, fani hevesât ve keyiflere ait kısmıdır.
Ayrıca insan Bediüzzaman’a göre çok üstün bir varlıktır. Bediüzzaman Hazretleri:
“İnsan, bütün hayvanlardan mümtaz ve müstesna olarak, acip ve lâtif bir mizaçla yaratılmıştır. O mizaç yüzünden, insanda çeşit çeşit meyiller, arzular meydana gelmiştir. Meselâ, insan, en müntehap şeyleri ister, en güzel şeylere meyleder, ziynetli şeyleri arzu eder, insaniyete lâyık bir maişet ve bir şerefle yaşamak ister.”(1215) der.
Hem“Fıtratı müteheyyiç olan insanın rahatı yalnız say ve cidaldedir“(1958):
Bu mizaçtaki insanın fitrî durumunu siz tahmin edin. Veya kendinizi dikkatle dinleyin. Bu hali kolayca anlayacağınıza eminim.
Zaten Bediüzzaman Hazretleri, bununla da iktifa etmez. Yine İ.İcaz’da, Sırat-ı müstakim bahsinde, yeni açılımlar yapar.(1164) İnsanın yaşayabilmesi için verilen üç kuvveti anlatır. “kuvve-i şeheviyenin” normal hali olan vasat mertebeyi ifade ederken; helâle şehveti olmamayı ve de o duygunun füruatinden olan yemek, içmek, uyumak meselelerinde de nasipsiz kalmayı, terk etmeyi, yanlış bir davranış olarak anlatır. Böyle yapmanın, dinin emrettiği Sırat- müstakim olmadığını çok açıkça ortaya koyar.
Hatta Şükür Risalesinde her şeyin hayata, insana ve rızka göre dizayn edildiğini anlatarak, insanın rızka taaşşuk edildiğini, bütün bunların ise şükre sevk etmekle alakalı olduğunu, ifade eder.(521)
“…Sonra görüyoruz ki, âlem-i insaniyet de, belki hayvan âlemi de bir daire hükmünde teşkil olunuyor ve nokta-i merkeziyede rızık vaz edilmiş. Bütün nev-i insanı ve hattâ hayvânâtı rızka adeta taaşşuk ettirip, onları umumen rızka hâdim ve musahhar etmiş. Onlara hükmeden rızıktır.
Rızkı da o kadar geniş ve zengin bir hazine yapmış ki, hadsiz nimetleri câmidir. Hattâ rızkın çok envâından yalnız bir nev'inin tatlarını tanımak için, lisanda kuvve-i zâika namında bir cihazla mat'ûmat adedince mânevî, ince ince mizancıklar konulmuştur. Demek, kâinat içinde
- en acip, en zengin,
- en garip, en şirin,
- en câmi, en bedî hakikat rızıktadır.
Şimdi, görüyoruz ki, her şey nasıl ki rızkın etrafında toplanmış, ona bakıyor. Öyle de, rızık dahi, bütün envâıyla, mânen ve maddeten, halen ve kalen şükürle kaimdir, şükürle oluyor, şükrü yetiştiriyor, şükrü gösteriyor.
- Hem rızık olan nimetlerde
gayet güzel, süslü suretler, gayet güzel kokular,
gayet güzel tatmaklar
şükrün davetçileridir; zîhayatı şevke davet eder ve
şevkle bir nevi istihsan ve ihtirama sevk eder, bir şükr-ü mânevî ettirir.
- Ve zîşuurun nazarını dikkate celb eder, istihsana tergib eder. Nimetleri ihtirama onu teşvik eder; onunla kalen ve fiilen şükre irşad eder ve şükrettirir.” sözleri her şeye yeter.
Not: Verilen sayfa numaraları, 2 Ciltlik Risale-i Nur Külliyatına aittir.