Risale Haber-Haber Merkezi
Doç. Dr. Levent Bilgi'nin yazısı:
Sezgi ile Bilinç Arasında Bir Risale-i Nur Denemesi
Bazen Risale-i Nur karşısında kendimi düşünüyorum da hiçbir şey bulamıyorum.
Hani biri çıkıp “hadi şu her gün, dönüp dönüp her dem okuduğun Risalelerden bir şeyler anlat” derse diye korkuyorum.
Susup öylece kalacağımdan korkuyorum!
Risaleler karşısında hiçbir şey bilmediğimi biliyorum!
Bilinçsizlik kılığına bürünen uzak bir bilincin soyut bir ruhla etrafımda dolaştığını hissediyorum.
Uzatıyorum ellerimi, yakalayamıyorum.
Hiçbir zaman da yakalayamayacakmışım gibi geliyor bana.
Okuyorum, okuyorum, okuyorum...
Ama hep unutuyorum ve bilemiyorum.
Durmadan düşünüyorum. Ama hep, hiçbir şey bilmediğim sonucunu çıkıyorum.
Ya bir şeyler bildiğini düşünmekten korkuyorum, ya da unutulmuş bilgeliği seviyorum. Veya unutulmayan bilginin farkında olalım veya olmayalım birer tabuya dönüşeceğinden ürküyorum.
Başka bir deyişle her şey biliniyor ve her şey aklın menzilinde olup bitiyorsa, o düşüncenin sağlıksız, o sonucun da yapay olduğuna inanıyorum.
Sezgisiz bir düşünce, kalpsiz bir akıl gibidir.
Nasıl akılsız bir kalp hiçbir şeyse, kalpsiz akıl da o kadar rahatsız edici geliyor bana.
Ne de olsa kalbin, aklın bilemeyeceği akılları olduğunu biliyorum.
Her Risale metninin bir iç aklı, iç duyuşu olduğunu seziyorum.
Biz Risalenin dış metni ile karşılaşıp, onu kavrayınca her şeyin bittiğini düşünüyor, artık metni anladığımızı sanıyoruz.
Ama çoğu zaman metnin iç sesini yakalayamadan geçiyoruz.
Mesela Onbeşinci Söz’de anlatılan meleklerle şeytanların semavattaki kavgaları çok anlamsız geliyor bana. Said Nursi’nin tabiriyle “bir emir ile onları mahvedebilecek” (Sözler, s.292) olan Kadir-i Zülcelal, niye meleklerle şeytanları semada çarpıştırıyor? Bunun bana bakan yönü nedir? Şeytanlarla meleklerin zaten durdukları yer bellidir. Onlar kendileri için değil, sınava tabi olan benim için savaşıyorlar göklerde. Belki benim varlığı anlamlandırmama bir çeşit yardımdır bu hal! Ancak “dikkat etmek gerektir, diyor Muhakemat’ta Said Nursi, zira nazar-ı sathi böyle yerlerde çok halt eder.” (Muhakemat, Unsuru’l- Belagat, s.130)
Risaleler insanın varlık sorununu sorgulayan, varlık meselelerine çözümler arayan metinlerdir. Onun için belagatlıdırlar. Belagat, varlığın mahiyetini aklın ötesinde, kalple, sezgiyle anlamaya, anlamlandırmaya çalışma çabasıdır.
Said Nursi dağlarda, hapishanelerde, esaretlerde, sürgünlerde münzevi yaşarken, uzun gecelerde, göklerin görkemli sakinlerini seyrederken, güzel ruhlarla ve meleklerle söyleşirken, varoluşun tefekkürünü iliklerine kadar yaşayan bir bilgedir.
“Sani, Hakîmdir. Abes yaratmaz, israf etmez, isdidadatı mühmel bırakmaz” (Muhakemat, Unsuru’l- Belagat, s.146) Said Nursi, istidadlarını terakki duasını kavlen, fiilen ve eserleriyle hakkıyla yapan bir Allah aşığıdır. O, “kavl ile amel ortasında açılan uzun mesafeyi” (Muhakemat, Unsuru’l- Belagat, s. 132) kapatmanın ahir zamandaki sembol insanıdır.
Her Risale metninin bir de iç sesi, iç aklı, iç mesajı vardır. Bu sesi hiçe sayarak yaptığımız okumalar kısır kalmaya mahkûmdur.
Üstad, Unsuru’l-Belagat’ta “lisan kalbin dilini tamamen anlamıyor” (Muhakemat, s. 156) diyor. Risale metinleri ancak akıl ve kalp birlikteliğiyle okunabilecek metinlerdir. Bediüzzaman’ın üslubu da kendisi gibi garibü’z-zamandır. Kendine özgü bir anlatım tarzı, bir kavramlar manzumesi vardır. (Bu arada Risale-i Nur’un bir kavramlar sözlüğünün yapılması gerektiğini belirtmeliyim.) Risale-i Nur metinleri Kur’an’ın şiirsel yorumlarıdır.
Said Nursi’nin muhteşem hayatının bir yönünün, muhatabiyet noktasında dramatik bir manzara çizdiğini de düşünüyorum.
O’nun, Allah’ın bir sevgili kulu olarak ve Risalelerinin küffarla mücadele şeklinde görülen mevcudiyeti; talebelerinde ve hatta uzak duranlarda bile öyle bir sevgi seline dönüşmüştür ki; bu sel zaman zaman Said Nursi’yi de, Risaleleri de önüne katıp soyut bir muhabbet âlemine dönüştürebilmiştir.
Bu hal zamanla bizim nazarımızda Bediüzzaman’ı, Risaleleri bile monoton, bildiğimiz, hep okuyup dersler yaptığımız, bilmiş olma üzerine kurulu, bir bilinçsizlik haline dönüştürüyor. Ve kendimize bildiklerimizden bir çizgi tutturup, yeni aydınlanmalar, yeni sıçramalar, derinlik arayışları yapamaz hale geliyoruz. Hatta Risalelerde derinleşmekten korkuyor, biraz derinleşmeye çalışanları da “felsefe yapmakla” suçluyoruz. Halbuki İbni Mesud’dan rivayet edilen bir hadiste; “Allah bir kulu hakkında hayır dilediğinde onu dinde ince anlayış sahibi kılar ve doğru yolu kendisine ilham eder.” (Câmiü’s-Sağîr, s.134) denilmektedir. Risale metinleri yüzlerce savaşların, kavgaların, meydan savaşlarının, ümitlerin, yeislerin, tefekkürlerin, uykusuz gecelerin metinleridir. (Muhakemat, Unsuru’l-Belagat, s.124) Öyle kaba, basit, sıradan, sadece zahiri anlamlarla yetinilen bir yaklaşımla çözülemezler.
Zaten bildiğimiz veya bildiğimizi düşündüğümüz metinlere sorgulama ile, incelikle, derinlik arayışlarıyla yaklaşmazsak bir yenilik değil, olsa olsa bir zikir ve taklit hali beklenebilir. Oysa Risale-i Nur zikir ve taklit değil, tahkik ve tefekkür mesleğidir. (Bu arada Risale adına yaptığımız pek çok dersin zikir ve daha önce öğrendiklerimizi taklitten öte geçmediğini söylemek mümkündür.)
Risale merkezli bir sıçrama ve intibah hali, yeni bir keşif, farklı bir tefekkür hissetmeyeli ne kadar oldu?
Yoksa dünya, Risalelerin aydınlanma dalgalarına muhatap olamayacak kadar içine mi çekiyor bizleri? Veya kırmızı kitaplarımızı açınca beynimizin karıncalaştığını, bir uyku ve uyuşukluk halinin bize yavaş yavaş hâkim olup, damarlarımızdan beynimize doğru kaydığını mı hissediyoruz?
Bilgiden sonraki bilgisizliği seviyorum.
Buna imgesel bir değer yüklüyor, ancak kavramsal bir tanım bulmakta zorlanıyorum.
Kesinlikle cahilliğe bir övgü değil bu.
Sadece sezgiyi sezebilme sezgisi.
Ona duyulan açlık.
Acıkmadan yemek yiyemezsiniz, yeseniz de bu size haz değil işkence olur. Size besin olmaz, şişmanlandırır, obez yapar.
Said Nursi’nin metnini kurarken yaşadığı heyecan, 80 yıl sonra bizler onu tekrar kurarken ruhumuza geçmiyorsa, ortada bir şeyler eksik gibidir. Veya biz o metni sadece okuyor ve yeniden kuramıyorsak ciddi bir kaybımız var demektir.
Risale metinleri, sadece akleden kalbimizle muhatap olduğumuzda, sezgilerimiz ve aklımızla ortaya çıkan bir bilinç halini gösterir. Ve bize mal olurlar.
Hani Said Nursi’nin ısrarla “kendi malınızmış gibi bilin” dediği şey de bu olsa gerek.
Bu yüzdendir ki Risale metinleri simgesel bir dil kullanırlar.
Onun dilinde mesela cüz ile cüz’i farklı şeylerdir. Kül ile küllî gibi. Bediüzzaman Sözler’de şöyle der :
“Öyle de, Sâni-i Hakîm ve Nakkaş-ı Alîm, şu âlem sarayını müştemilâtıyla beraber bedî bir sûrette yaptıktan sonra, cüz’î ve küllî, cüz ve küll her şeye bir model hükmünde, bir nizâm-ı kaderî ile bir mikdar-ı muayyen vermiştir.” (Sözler, s.180)
Bu satırlar bana israf’ı sevmeyen Bediüzzaman’ın cüz’i ve küllî kelimelerinden sonra niye cüz ve küll kelimelerini kullandığını düşündürdü nice zaman.
Bunlar aynı şeylerse bir cümlede iki defa kullanılmaları abes. Ayrı şeylerse ne demek?
Şu satırlar bu farklılık fikrini ruhumda genişletti ve yeni bir heyecanın eşiğine getirdi:
“Yani, cismâniyetin itibâriyle küçük, zayıf, âciz, zelîl, mukayyed, mahdut bir cüz’sün. Onun ihsanıyla, cüz’î bir cüz’den, küllî bir küll-i nurânî hükmüne geçtin. Zîrâ, hayatı sana vermekle, cüz’iyetten bir nevi külliyete; ve insaniyeti vermekle, hakiki külliyete; ve İslâmiyeti vermekle, ulvî ve nurânî bir külliyete; ve mârifet ve muhabbeti vermekle, muhît bir nura seni çıkarmış.” (Sözler, s.324)
Şimdilerde “cüz’î bir cüz’den, küllî bir küll-i nurânî” kelimelerinin izini sürüyorum Risalelerde.
Hiçbir şey bilmeden, bilinçsizce ama akleden kalbi anlamaya çalışarak.
Risaleye muhatap olmaya çalışırken, Bediüzzaman’ın sesine dokunmaya sa’y ederek.
Nedir Risale-i Nur?
Roman değil, hikâyeden uzak değil. Şiir değil, şiirsellikten ayrı değil.
Klasik tefsir değil, her yönüyle ayetlerin yansıması.
Hadis kitabı değil, ama her yeri Peygamber’in o yüce sözleriyle örülmüş.
Kelam kitabı değil, imani delillerin en sağlamlarıyla yapılandırılmış.
Zikir değil, zikirsiz değil, ibadet değil, ibadetsiz değil.
Said Nursi değil, Bediüzzamansız değil.
Sosyolojisiz, psikolojisiz, tarihsiz, edebiyatsız değil.
Nedir Risale-i Nur?
Hiçbir kalıba girmeyen, hiçbir etiketin altında durmayan, tuhaf/ilginç metinler manzumesi Risaleler.
Kürt, Türk, Arap, Fars dillerinin Kur’ani düşünceyi yakalama yolundaki birliktelikleri.
Ne kadar akla, ne kadar duyguya ne kadar sezgiye seslenirler bilinmez.
Bunu her okuyucu kendisi kurar.
Risaleler her okuyucuyu, kendi metinlerini kendisi kurma sorumluluğuyla baş başa bırakan eserlerdir.
Her Risale okuyucunun hayatına, ruhuna, yüreğine, aklına, dününe, bugününe ve geleceğine seslenir.
Bizim Risale metinlerimiz hangisi?
On sene önce öğrenip kristalleştirdiklerimiz mi?
Her an hayat, değişim ve gelişim fısıldayıp, bugünkü ruhumuza, aklımıza, sezgimize dokunanlar mı?