Maddiyun, materyalizm ve inkârcılık anlamına gelir. Maddiyonluk, maddeyi ilahlaştırmak, maddeye tapacak derecede değer vermek, maneviyatı inkâr edip her şeyi maddeye irca etme hastalığıdır. Materyalizm adı altında felsefî bir fikirdir.
Materyalizm, her şeyin esası madde olduğunu iddia edip, ruhaniyatı ve maneviyatı inkâr eden dinsiz felsefe demektir. Bunlar her şeyi madde ile ölçerler. Mahlukatı ve zerrelerin muntazam hareketini tesadüfe verip dinsizliğe yol açmaya çalışırlar.
Bu asrın en büyük manevi hastalığı materyalizm ve inkârcılıktır. Nice insanı dalalete sürüklemiştir. Bu ideolojinin taun / veba hastalığına benzetilmesi, bu salgının bir zamanlar milyonlarca insanın ölümüne sebep olmasından dolayıdır.
Taun hastalığı insanların vefatına sebep olduğu gibi, maddiyunluk hastalığı da milyonlarca insanın manevi hayatını mahvetmektedir.
Maddiyun ekolünün meşhur siması Eski Yunan filozoflarından Demokritos, her şeyin atomlardan meydana geldiğini, atomların ezeli ve ebedi olduklarını, bu atomların hareketiyle varlıkların oluştuğunu söyler. Ona göre atomlar yaratılmamıştır ve yok olmayacaklardır.
İşte, bu felsefecinin görüşleri maddeyi yaratıcısız kabul eden inkârcı akımların temelini meydana getirir. Bunlar, ezelî bir yaratıcıyı kabulden kaçarken, atomlar sayısınca ezeliyet kabulüne mecbur kalmışlardır.
RİSALE-İ NUR'DA MADDİYUN-MADDİYUNLUK
Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun tâunu, beşer içine intişar etmesiyle, herşeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır. (Emirdağ Lahikası-II)
İkinci veçhi alan felsefe, ene'nin vücudunu aslî ve kendisini müstakil ve mâlik-i hakikî olduğunu zu'm etmişlerdir. Vazifesi de yalnız hubb-u zâtıyla tekemmül-ü hayattır. Ene'nin bu siyah yüzünden envâen şirkler, dalâletler çıkmıştır. Ezcümle: Kuvve-i behîmiye dalında sanemler doğmuşlardır. Kuvve-i gadabiye gusnundan firavunlar, nemrutlar çıkmıştır. Kuvve-i akliyeden dehriyun, maddiyun, felâsife çıkmışlardır ki, Vâcibü'l-Vücuda bir mahlûk-u vahidi verir, bâki kalan mülkünü gayra taksim ederler. (Mesnevi-i Nuriye, Şemme)
Hele mübarek Sûre-i Rahmân, şu zamanın efkâr-ı bâtıla ve firavun-meşrep kafalara yıldırım-misâl saika ile, pek sarih bir surette, her işi Rahmânü'r-Rahîmin diye ispat ve otuz bir defa bir cümle tekrarla, çör-çöpten ibaret olan tabiiyun ve maddiyun tahassungâhlarını, o kudsî harflerinin remziyle zîr ü zeber ediyor. (Barla Lahikası)
Menfî esasata bina edilen ve Karun gibi اِنَّمَۤا اُوتِيتُهُ عَلٰى عِلْمٍ ("Bu servet, bilgim sayesinde bana verilmiştir." Kasas Sûresi, 28:78.) deyip, ihsân-ı Rabbânî olduğunu bilmeyip şükretmeyen ve maddiyun fikriyle şirke düşen ve seyyiatı hasenatına galip gelen şu medeniyet-i Avrupaiye öyle bir semavî tokat yedi ki, yüzer senelik terakkîsinin mahsulünü yaktı, tahrip edip yangına verdi. (Kastamonu Lahikası)
Birinci vesilesi: Risale-i Nur'dur ki, uhuvvet-i imaniyenin inkişafına kuvvet-i iman ile hizmet ettiğine kat'î delil, emsalsiz bir mazlumiyet ve âcizlik hâletinde telif edilmesi ve şimdi âlem-i İslâmın ekseri yerlerinde ve Avrupa ve Amerika'ya da tesirini göstermesi ve ihtilâlcilere ve dinsiz felsefeye ve otuz seneden beri dehşetli bir surette maddiyun ve tabiiyun gibi dinsizlik fikrine karşı galebe çalması ve hiçbir mahkeme ve ehl-i vukuf dahi onları cerh edememesidir. İnşaallah bir zaman da, sizin gibi uhuvvet-i İslâmiyenin anahtarını bulan zatlar, bu mu'cize-i Kur'âniyenin cilvesini âlem-i İslâma işittireceksiniz. (Emirdağ Lahikası-II)
Ve herbir risale, tek başıyla bir mürşid-i ekmeldir. Kalbi bozulmamış herhangi genç, bir risaleyi alıp dikkatle ve teslimiyetle okusa, daire-i inkıyâda geliyor, ıslah oluyor. Herhangi bir maddiyun bir risaleyi alıp okursa, iman etmezse de hiçbir bahane bulamıyor. Herhangi bir dinsiz okusa ve tamam mânâsıyla anlasa, imana geliyor. Herhangi bir feylesof okusa, "Bundan daha yüksek akıl olamaz ve akıllar toplansa bunun fevkine çıkamaz, akıl buna yol bulamaz" diyor. Risale-i Nur, lisan-ı hal ile Avrupa meftunu bulunan tek gözlü deccâla "Ya iman et, yahut bütün dünyanın maskarası olacaksın" diyor. (Barla Lahikası)
Hem bunu biliniz ki, yirmi-otuz sene evvel bir gazete gördüm ki, İngilizlerin bir Müstemlekât Nâzırı demiş: "Bu Kur'ân Müslümanların elinde varken biz onlara hakikî hâkim olamayız… Bunun kaldırılmasına ve çürütülmesine çalışmalıyız." İşte, bu kâfir muannidin bu sözü, otuz senedir nazarımı Avrupa feylesoflarına çevirmiş olduğundan, nefsimden sonra onlarla uğraşıyorum. Dahiliyeye pek bakamıyorum ve dahildeki kusuru, Avrupa'nın hatâsı, ifsadıdır derim. Avrupa feylesoflarına hiddet ediyorum, onları vuruyorum. Felillâhilhamd, Risale-i Nur o muannid kâfirin hülyasını kırdığı gibi, maddiyun, tabiiyun feylesoflarını tam susturur bir vaziyete girmiştir. Dünyada, hangi şekilde olursa olsun, hiçbir hükûmet yoktur ki, kendi memleketinin böyle mübarek mahsulünü ve sarsılmaz bir mâden-i kuvve-i mâneviyesini yasak etsin ve nâşirini mahkûm eylesin! Avrupa'da rahiplerin serbestiyeti gösteriyor ki, hiçbir kanun, târik-i dünya olanlara ve âhirete ve imana kendi kendine çalışanlara ilişmez. (Tarihçe-i Hayat)
Başta Isparta olarak Risale-i Nur dairesi evvelki hakikati pek parlak ve güzel bir surette gösterdiği gibi; ikinci hakikati de, medeniyet-i sefihenin tuğyanının ve maddiyunluk (HAŞİYE: Evet, maddiyunluk tâununun hastalığı nev-i beşere bu dehşetli sıtmayı ve küre-i arza bu titremeyi vermiştir.) tâununun aşılamasını çeviren ve idare eden ervah-ı habîsenin başlarına gelen bu dehşetli semavî tokatlar, geniş bir dairede, sırr-ı اِنَّۤا اَعْطَيْنَا 'nın hakikatini tam tamına ispat etmiş. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi)
Maddiyun felsefesinin ve medeniyetinin câzibedar sefahet ve uyutucu lezzetli zehirleriyle ifsad etmekle mâbeynlerinde tesanüdü kırmak ve üstadlarını ihanetlerle çürütmek ve mesleklerini fennin, felsefenin bazı düsturlarıyla nazarlarından sukut ettirmektir ki, Nakşîlere ve ehl-i tarîkate karşı istimâl ettikleri aynı silâh ile bizlere hücum ettiler, fakat aldandılar. Çünkü, Risale-i Nur'un meslek-i esası, ihlâs-ı tam ve terk-i enâniyet ve zahmetlerde rahmeti ve elemlerde bâki lezzetleri hissedip aramak ve fâni ayn-ı lezzet-i sefihânede elîm elemleri göstermek ve imanın bu dünyada dahi hadsiz lezzetlere medar olmasını ve hiçbir felsefenin eli yetişmediği noktaları ve hakikatleri ders vermek olduğundan, onların plânlarını inşaallah tam akîm bırakacak. Ve "meslek-i Risale-i Nur ise tarîkatlere kıyas edilmez" diye onları susturacak. (Tarihçe-i Hayat)
Ya o temas eden camid, şuursuz zerreler, hadsiz bir kuvveti ve bir nuru kendilerinde taşımakla beraber, birden yüz kilometre yerlere elini uzatıp, karanlığı süpürüp, temizleyip nurları dolduracak. Bu ise bütün şeytanlar ve dinsizler, maddiyunlar toplansalar, bunu bir sofestaîye de kabul ettiremezler. (Emirdağ Lahikası-II)