“Bürhan-ı limmî: Müessirden esere, sebeplerden neticelere yapılan istidlâl.
Bürhan-ı inni: Eserden müessire, neticelerden sebeplere yapılan istidlâl.”
İSPATIN İKİ YOLU
"Ateşin dumânâ olan delaleti gibi, müessirden esere yapılan istidlale "bürhan-ı limmî" denildiği gibi; dumanın ateşe olan delaleti gibi, eserden müessire olan istidlale de "bürhan-ı innî" denir. Bürhan-ı innî, şübhelerden daha sâlimdir." (İşaratü’l-İ’caz)
Bürhan-ı limmî, Allah’ın isim ve sıfatlarından hareketle mahlûkat âlemi hakkında hüküm verme yoludur.
Meselâ, "Madem ki Allah Alîmdir, Hakîmdir, öyle ise yaptığı her işinde ve yarattığı her eserinde sonsuz hikmetler vardır." diyen insan, bu hükmüyle müessirden yani eseri yapan zattan esere intikal edilmiştir.
Bir mahluku inceleyip, ondaki hikmetleri, faydaları görüp, "Bu eserine böyle hikmetler takan Allah, elbette sonsuz bir hikmet sahibidir." diyen insan ise eserden müessire intikal etmiş ve Allah’ın Hakîm olduğunu, eserindeki hikmetlerde okumuştur. Bu zâtı, Allah’ın Hakîm olduğu hakkında hiç kimse şüpheye düşüremez. Çünkü, bu hükme bizzat inceleyerek, hikmetleri görerek, bilerek varmıştır.
Eserden müessire geçme konusunda Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri şöyle bir ölçü getirmiştir:
"Arkadaş! Nefsî tefekkürde tafsilâtlı, âfâkî tefekkürde ise icmalî yaparsan, vahdete takarrüb edersin.” (Mesnevî-i Nuriye)
Mahlukat âlemini inceleyerek İlâhî isimler ve sıfatlar hakkında marifet sahibi olmak isteyen bir insan, bu fikir hareketine kendi nefsinden başlamalıdır. Bu konuda olabildiğince tafsilatlı düşünmeli, kendini bilme konusunda ilerleyebildiği kadar ilerlemelidir. Ama, diğer varlıkları düşünürken tefekkürünü ‘icmalî’ yapmalı, yani konuyu ana hatlarıyla ele almalı, fazla derinleşme yoluna gitmemelidir. Zira, insanın dış alemdeki eşya veya olaylar hakkındaki bilgisi, çoğu zaman, yetersiz kalır ve onu yarı yolda bırakabilir.
Meselâ, insan kendi bedenindeki her organın hikmetle yaratıldığını bilir. Ama, semadaki her yıldızın vazifesini, yaratılış gayesini anlamaya zorlandığında, kendini yormaktan öte bir şey yapmış olmaz.
RİSALE-İ NUR'DA BÜRHAN-I LİMMÎ VE BÜRHAN-I İNNÎ
Kelime-i şehadetin iki kelâmı birbirine şahittir. Birincisi ikincisine burhan-ı limmîdir; ikincisi birincisine burhan-ı innîdir. (Hutbe-i Şâmiye-Hakikat Çekirdekleri)
Bu kelime-i şehadetin iki kelâmı birbirine şahid-i sâdıktır ve birbirini tezkiye eder. Evet, ulûhiyet nübüvvete burhan-ı limmîdir. Muhammed Aleyhisselâm, Sâni-i Zülcelâle zâtıyla ve lisanıyla burhan-ı innîdir. (Muhakemat)
اَلَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ ("Onlar ki gayba inanırlar." Bakara Sûresi, 2:3.) Bu cümlenin evvelki cümle ile nazmını icap ettiren münasebet vecihleri ise:
Bu cümle mü'minleri medheder, evvelki cümle de Kur'ân'ı medheder. Şu her iki medih arasında bir insibab (dökülmek) vardır ki, o onu ister, o onu ister. Çünkü ikinci medih, birinci medhin neticesidir ve birinci medhe bir bürhan-ı innîdir ve hidayetin semeresi ve şahididir. Ve aynı zamanda hidayete bir yardımcı vazifesi görüyor. Çünkü mü'minleri medhetmekte imana gelmek için bir teşvik vardır. (İşaratü’l-İ’caz)