Bediüzzaman Said Nursî, Osmanlı-İslâm coğrafyasında doğup büyümüş en önemli isimlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Onun, bir bütün olarak ‘Risale-i Nur Külliyatı’ adıyla bilinen eseri ise, kökleri Osmanlının son dönemine uzanıp etkileri yaşadığımız günlere yayılan eserler içerisinde ilk sırada anılmayı hak ediyor. Çünkü, Risale-i Nur’un uyandırdığı ilgi ve etkinin, yazıldığı dönemden bugüne, giderek azalmak yerine, tam aksine giderek arttığı görülüyor.
Üstelik bu durum, sadece bu ülkeye has bir durum da değil. Bilakis, Risale-i Nur’un gitgide Osmanlı-İslâm coğrafyasının Türkiye dışındaki kesimlerine, bir bütün olarak İslâm dünyasına, hatta dünyanın sair kısımlarına ulaşan bir etki hâlesi oluşturduğu gözleniyor. Malezya’dan ABD’ye uzanan bir coğrafyada Risale-i Nur ve Bediüzzaman hakkında akademik çalışmalar ve sempozyumlar düzenleniyor olması; Risale-i Nur’un neredeyse tamamının İngilizce ve Arapça gibi dünya dillerine çevrilmişliğinin yanısıra, belli risalelerin elliye yakın dile çevrilmiş olarak dünyanın dört bir köşesinde farklı etnisitelere mensup insanların ilgisine mazhar olması gibi bir vâkıayla yüzyüzeyiz. Bu bakımdan, Osmanlının son döneminden bugüne daha ziyade ‘düşünce ithali’ne alışmış bir coğrafyanın son yüzyıl içinde ‘ihraç ettiği’ en ziyade dikkat çekici ‘düşünce ürünü’ olarak Risale-i Nur’un adını zikretmek pekâlâ mümkün.
Öte yandan, Türkiye içerisinde de, İslâmî camiada Risale-i Nur eksenli bir oluşum kendini açıkça belli ediyor. Hatta, daha doğrusu, hepsi Risale-i Nur’dan beslenmekle birlikte nüanslardan öte, ciddi farklılıklar, hatta zıtlıklar barındıran bir dizi oluşumla yüzyüze geliyoruz.
Bunu, sosyal düzlemde farklı ‘cemaatî’ yapılar üzerinden gözlemlemek mümkün olduğu gibi, yayıncılık alanında da hepsi Risale-i Nur’dan beslenen onlarca yayınevi üzerinden gözlemlemek mümkün. Risale-i Nur’u neşreden yayınevi sayısının onu aşıyor olması bile, İslâmî yayıncılık alanındaRisale-i Nur eksenli bir hareketliliği kolaylıkla ele veriyor. Bunlar arasında, farklı formatlarda da olsa yalnızca Risale-i Nur yayınlıyor olan yayınevleri olduğu gibi; başka eserlerin yanısıra Risale-i Nur’u da neşreden yayınevleri bulunuyor. Doğrudan Risale-i Nur neşriyatıyla iştigal etmeyip, Risale-i Nur’dan mülhem bir yayıncılık yapıyor olan yayınevleri de listeye dahil edildiğinde ise, irili-ufaklı otuzu aşkın yayınevi ismi sıralamak mümkün.
Velhasıl, Türkiye’de İslâmî yayıncılık sözkonusu olduğunda, ‘Risale-i Nur’dan beslenen yayınevleri’ diye bir olgu gözardı edilemez bir açıklıkta kendini belli ediyor.
Ama öte yandan, bir vâkıa daha kendisini açıkça ortada duruyor: Bediüzzaman Said Nursi’nin ilk eserini yazdığı tarihin üzerinden neredeyse yüzyıl geçmiş olmasına, Risale-i Nur’un telifine başlanmasının üzerinden ise seksen yıl geçmesine; ve bunca yıldır milyonlarca insanın Risale-i Nur’u okuyor olup yüzlerce ismin Risale-i Nur üzerine yazılar ve eserler kaleme almış olmasına; onlarca yayınevinin Risale-i Nur üzerine eserler yayınlamış olmasına rağmen, Risale-i Nur üzerine ‘özgün’ ve ‘kuşatıcı’ kâfi miktarda çalışmaya rastlamak pek mümkün değil. Bugün, Risale-i Nur üzerine yayıncılık yapan yayınevlerine ve Risale-i Nur’dan mülhem olduğu belirtilen kitaplara bakıldığında, bu çalışmaların çok büyük bir kısmının belli bir entellektüel eşiğin ötesine geçemedikleri görülüyor.
Bu noktada, Risale-i Nur üzerine yayınlanan kitaplar, birkaç açıdan değişik başlıklar altında toplanabilir.
Meselâ, (a) ‘Risale-i Nur üzerine’ doğrudan Risale-i Nur’a mensubiyet iddiası ve düşüncesi olmayan kişilerce yapılan çalışmalar; (b) ‘Risale-i Nur adına’ doğrudan Risale-i Nur’a mensubiyet çabası içindeki kişilerce yapılan çalışmalar şeklinde bir tasnif pekâlâ yapılabilir.
Detaya girmeden, genel bir değerlendirme yapacak olursak, her iki grup içindeki çalışmaların da ciddi bir zaafiyet taşıdıkları görülür. İlk gruptaki çalışmalar, ‘Risale-i Nur üzerine’ olma iddiası taşımakla birlikte, Risale-i Nur’a ‘nüfuz edebilen’ çalışmalar değildir. Daha ziyade, yazarın kendi düşünce çerçevesini, kendi anlayış, arayış ve paradigmasını Risale-i Nur’a ‘giydirdiği’ bir muhtevadadır. Bu noktada, aynı müellif ve aynı eser, ‘modernleşmeci’ bir yazarın elinde ‘modernist,’ postmodern bir düşünürün elinde ‘postmodern,’ gelenekselci bir kalemin elinde ‘gelenekselci,’ Türkçü bir kalemin elinde ‘Türk milliyetçisi,’ Kürtçü bir kalemin elinde ‘Kürt milliyetçisi,’ devletçi bir kalemin elinde ‘teslimiyetçi,’ radikal bir kalemin elinde ‘devrimci’ olabilmektedir.
‘Risale-i Nur üzerine’ yapılan çalışmalarda göze çarpan bu çelişkili durum, yazarın Risale-i Nur nüfuz edememe zaafından beslendiği gibi, çoğu kez, ondan da öte bir ‘manipülasyon’ boyutu da taşır. Milyonların hayatını etkileyen bir eserin, milyonları etkilemeyi düşünen kişi veya zümrelerin ‘iştihası’nı kabartması normal bir durumdur. Nitekim, ‘Risale-i Nur üzerine’ yapılan ve hiçbiri de Risale-i Nur’un künhüne vâkıf olmadan ortaya konulmuş birbiriyle çelişik analizler içeren ilgili çalışmaların önemli kısmında, “Bakın, sizin okuduğunuz eser de bizim dediğimizi diyor” kalıbı üzerinden Risale-i Nur müntesiplerini etkileme/dönüştürme niyeti okunmaktadır. Bu niyetin okunmadığı çalışmalarda ise, en azından bir ‘kavrama’ ve ‘anlama’ zaafı aşikârdır. Zira, Risale-i Nur gibi kendine özgü bir dili olan, semboller üzerine oturan ‘sistemli’ bir düşünce ortaya koyan eserler, üstünkörü bir okumayla, dahası bir ‘kelime taraması’yla kavranabilecek türden eserler değildir. Tıpkı İbn Arabî gibi geçmişin büyük simalarına benzer şekilde, Risale-i Nur üzerine bir açılım sunabilmek, öncelikle müellifin zihin ve ruh dünyasına nüfuz edebilmeyi, ortaya koyduğu eserin ‘anlam haritası’nı çözebilmeyi gerektirmektedir.
Gelin görün ki, ‘Risale-i Nur üzerine’ yapılan çalışmalarda bu keyfiyet görülmez iken, Risale-i Nur’u senelerdir okumakta olan Risale müntesiplerince ‘Risale-i Nur adına’ ortaya konulmuş çalışmaların çok büyük kısmında da bu keyfiyete rastlanmamaktadır. ‘Risale-i Nur adına’ piyasada mevcut çalışmaların çok büyük kısmı, Risale-i Nur’dan alınmış değişik pasajların araya konmuş paragraflarla birbirine eklendiği bir ‘nakilcilik’ten öteye geçememektedir. Üstelik, bu ‘nakilcilik’ dahi, ciddi bir ‘eklektisizm’le mâluldür. Bediüzzaman’ın aynı konuda söylediği sözlerin bir bütün olarak ortaya konulup değerlendirilmesi yerine, yazarın (veya yazarın aidiyet hissettiği zihniyetin/grubun) ‘resmî görüş’ünü destekleyen kısımların nakledilip bu görüşe uymayan kısımların gözardı edildiği türden bir eklektisizm aşikâr bir biçimde ortadadır. Kendi Türkçülüğüne veya Kürtçülüğüne Risale-i Nur’dan destek bulmaya çalışan ‘milliyetçi’ kalemlerin kitaplarında Bediüzzaman’ın Mesnevî-i Nûriye’de geçen “Asabiyet-i câhiliye, birbirine tesanüt edip yardım eden gaflet, dalâlet, riya ve zulmetten mürekkep bir mâcundur. Bunun için milliyetçiler milliyeti mâbud ittihaz ediyorlar” sözüne eserlerinde yer vermeyişleri, bu ‘eklektisizm’in bir örneği olarak verilebilir. Hemen belirtelim ki, bu, yalnızca bir örnektir; tek örnek değil!
Açıkçası, Risale-i Nur üzerine, ‘dışarıdan’ yapılan çalışmaların benzeri bir zaaf, Risale-i Nur adına, ‘içeriden’ yapılan çalışmalarda da geçerli durumdadır.
Bu zaafın sözkonusu olmadığı çalışmalar da mevcuttur. Ama onların da önemli kısmı, ‘nakilcilik’i aşıp bir ‘sentez’ ortaya koyabilen, Risale-i Nur’un kavram ve anlam haritasına nüfuz edip bugüne taşıyarak ‘yeniden üreten’ bir muhtevada değildir. Risale-i Nur’un bugün bu kadar geniş bir kesimce okunuyor olmakla birlikte Risale-i Nur’dan beslenen tezlerin bugün İslâmî câmianın zihin gündeminde ve entellektüel zemininde önemli bir yer tutuyor olamaması da, işte bu durumla ilgilidir.
Öyle görülüyor ki, Risale-i Nur’un içerdiği özgün tefekkür ve kuşatıcı bakış ile Müslüman dimağların hayatlarında ve düşüncelerinde hak ettiği yere ulaşabilmesi, Risale-i Nur’dan beslenmekle birlikte kuru bir nakilciliğin ötesine geçebilen, Risale-i Nur’u İslâmî kökleri ve yazıldığı zemin ışığında okuyup değerlendirebilen, Risale-i Nur’un sunduğu imanî/ontolojik açılımları yaşadığımız günler ile ‘sentezleyebilen,’ bu noktada ‘içe’ ve ‘dışa’ dönüklüğü aynı anda başarabilen bir çalışmalar bütünüyle mümkün olacaktır. Mevcut çalışmaların bu noktadaki sönüklüğü, Risale-i Nur câmiasında bir özeleştiriyi zorunlu kılmaktadır.