Bana öyle geliyor ki: Bediüzzaman'ın, bize bu denli sıradışı görünmesinin en büyük sebebi; dağınıklılığı içindeki düzenliliği. Bu durum, onun üslûbunun uzaktan tarif edilebilir; ama parçalara ayrılıp "Budur, budur, bundan ibarettir!" denilerek maddeleştirilebilir olmayışını netice veriyor. Yani daha açık ifade edebilirsem: Her yerden (Muhakemat'taki ifadesiyle) 'nazm-ı maani' kaşığıyla birşeyler toplayarak ve onları sünuhatın kepçesiyle karıştırarak öyle bir bal koyuyor ki ortamıza; biz bu balı formülüze edip, "İçinde şunlar şunlar var!" diyerek kendi labratuvarımızda yapamıyoruz.
Mübalağa etmek nurculukta meziyet değildir. Ben de hazzetmem. Müellifi övmek, buradan bir Nurculuk asabiyeti devşirmek için söylemiyorum bunları. Açlığım hakikate. Bu, benim küçük küçük şahit olduğum ve hayran kaldığım birşey. Ama oraya geçmeden bu 'dağınıklılık içinde düzenlilik' metoduna atıf yaptığı 13. Söz'deki ilgili yeri alıntılayacağım. Burada Bediüzzaman, Kur'an'ın sistematiği üzerine 'nazm-ı maani' zemininde şöyle bir yaklaşım getiriyor:
"Evet, nasıl ki, semâda olan intizamsız yıldızların sûreten adem-i intizamı cihetiyle, herbir yıldız kayıt altına girmeyip, herbirisi ekserî yıldızlara bir nevi merkez olarak daire-i muhîtasındaki—birer birer—herbir yıldıza mevcudât beynindeki nisbet-i hafiyeye işaret olarak, birer hatt-ı münâsebet uzatıyor. Güyâ, herbir tek yıldız, nücûm-u âyet gibi, umum yıldızlara bakar birer gözü, müteveccih birer yüzü vardır. İşte intizamsızlık içinde kemâl-i intizamı gör, ibret al."
Nücum (yıldız) ve ayet benzetmesi, dolayısıyla uzay gibi çok boyutlu bir Kur'an (Kur'an ve sema yine külliyatta sık sık yanyana gelen kelimelerdir) algısı, Bediüzzaman'ın Kur'an'a bakışının temel zenginliği bence. O, hangi ayet merkeze alınırsa alınsın; o ayetin merkeziyetinde bütün Kur'an'ın yeni bir nazarla okunabileceğini söylüyor burada. Her birisinin arasında bir münasebet var. Her defasında, merkeze aldığınız manaya göre nazım/ahenk/düzen değişiyor. Nazm-ı maani de biraz bu bence: Mana merkeze aldığında, alınan manaya göre, hakikatin yeni suretini sana göstermesi. Bediüzzaman'ın tefsir metodunun en orijinal ve klasik tefsircilere göre tuhaf gelen tarafı da bu:
Bir ayeti veya hakikati merkeze aldığında onunla ilgili olabilecek herşeyin (ayet, hadis, anı, her türlü zenginleştirici malumat) metnin içine girmesi. İhsan Atasoy bununla ilgili birkaç hatıra da işitmiştim, ama hatıralarla hakikat anlatmayı sevmiyorum. Şu kadarını söyleyeyim: Üstad Hazretleri, bizzat kendisi de, bir hakikati yazarken yüzlerce ayetin metne dahil olmak için kalbinde/aklında çarpıştığını aktarıyor talebelerine. Bu, bence Bediüzzaman'ın, malumatını, merkeze aldığı mana merkezinden taraması meselesi işte. Hangi mananın eşiğinden seyrediyorsa, nazmın ona göre ayetleri ipliğe dizmesi. Bunun Kur'an'da 'intizamsızlık içinde kemâl-i intizam' sağladığını görmüş ve metinlerinde sanki bu (bize göre) 'gelişigüzelliğin zenginliğini' metot olarak kullanmış, taklide çalışmış.