Risale-i Nur okuyunca kahvehanelere koştum

Necmettin İlgen (Çantacı Necmi) Risale-i Nur'la buluşmasını Risale Haber'e anlattı

Röportaj: Nurettin Huyut-Risale Haber
 
Özellikle internetteki videoları büyük ilgi gören Necmettin İlgen (Çantacı Necmi) Risale-i Nur'la buluşmasını Risale Haber'e anlattı
 
1. BÖLÜM İÇİN TIKLAYINIZ
 
II. BÖLÜM:
 
KUR’ÂN OKUDU DİYE İNSAN İÇERİ ATILIR MI?
 
Onlar da muhakeme edilenler arasında mıydı?
 
Yok onlar dinleyici olarak katılmışlardı. Bütün Türkiye’den İzmir’e gelenler vardı, Mahkemeyi dinlemek için gelmişlerdi. Bazılarını içeri almıyorlardı. Tahiri Mutlu abiyi almıyordu başçavuş. Sinirli diye.  “Bak çavuşum çobanın gönlü olursa tekeden süt çıkarırmış” dedim. “Buranın çobanı sensin bak bu mübarek bir evliyadır. Bunun duasını al o sana kafidir” dedim. “Peki Hacı abiyi alalım” dedi. Tahir abiyi içeri aldılar.
 
Ben de mahkeme devam ettikçe oraya gidiyordum, bütün cemaat oradaydı. Mahkemenin olduğu yerin karşısı otobüslerin durduğu bir yerdi. Şimdi millet geliyor otobüslerden iniyor kalabalığı görünce “nedir bunlar?” diye soruyorlar. “Nurcu bunlar nurcu” diye tarif ediyorlar. Yani o mahkeme böyle de bir hizmet etti Nurcuların tanınmasına neden oldu.
 
“Bunlar nurcu da ne yapmış?” diye soruyorlar. “Kur’an okumuşlar Peygamberimizin hadislerini okumuşlar onun için içeri attılar.” “Allah Allah, Allah Allah, kıyamet kopacak Kur’ân okudu diye insan içeri atılır mı?” Geliyor yine bir otobüs iniyor… Kalabalık “ne bunlar yav” diye soruyorlar. Bunların ağabeyleri Mahkemede de bunları içeri almıyorlar onun için namazı kaçırmamak için namaz kılıyorlar. “Allah Allah, devamlı bunlar namaz mı kılar?” diye Nur Talebeleri hakkında güzel fikirlere sahip olmalarına neden olmuştu.
 
O dönemlerde ağabeylerle beraber kaldığınız oldu mu? Birlikte hizmet ettiğiniz, mesela Tahiri ağabeyle hiç beraber kaldınız mı? Veya diğer ağabeylerle…
 
Tahiri ağabeyle beraber kalmadım ama yanına çok gidiyordum.
 
TAHİRİ MUTLU: İMANSIZLARI ANLATMA, İMANLILARI ANLAT, MÜSPET KONUŞ
 
Onunla ilgili bir hatıranız var mı?
 
Tahiri Mutlu abiyle şöyle bir hatıramız var. Bir gün Tireli Nihat abi vardı rahmetli… Nihat abinin dershanesi vardı, oraya gitmiştik, oturuyorduk çay içiyoruz. Muğla’dan birisi gelmiş, onunda mahkemesi var galiba, mahkemeye gidecek. İzmir’deymiş mahkemesi. Tahiri abi sordu dedi ki, “orada hizmetler nasıl, cemaat, kardeşler nasıllar ne yapıyorlar?” O arkadaş “Abi” dedi “çok muzır bir savcımız var” deyince… “kardeşim” dedi “imansızları bana anlatma, bana imanlıları anlat. Müspet konuş” dedi. Ondan sonra biraz durdu gene “Müftü altı kazıkçı (altı ok)” dedi… Tahiri abi “bana bak, bize gıybet mi dinleteceksin, senin dilini kesmek lazım” dedi. Öyle sert bir cevap verdi ki, korktum adamın dilini koparacak gibiydi.
“Kazık mazığı bırak müspet şeylerden bahset. Bize burada gıybet dinletme” dedi. Ellerini de kaldırdı, elleri böyle kürek gibi iriydi. Tahiri Mutlu abiyle böyle bir hatıramız oldu. Yine bir gün Tahiri abiye “bana dua et. Bende gıybet hastalığı var” dedim. Çağırdı “gel buraya” dedi. Bir defteri vardı bana gösterdi “bak sen burada yazılısın sana dua ediyorum” dedi.
 
Yine bir gün onun dershanesinde kalıyordum orada Tireli Nihat abi de var. Yatmadan önce “abi teheccüde kalkınca beni de kaldır” demiş Tahiri abiye…  Aksine o gece yatağını bana vermiş kendisi başka bir yere yatmış ama yatağını değiştirdiğini söylememiş. ben Nihat’ın yatağında yatıyorum geldi Tahiri abi “efendi efendi kalk dedi” ben hemen kalktım “buyur ağabeyciğim” dedim. “Oo Necmi kardeş sen misin? Nihat nerede ben Nihat diye seni kaldırdım. Sen yat kardeşim” dedi. “İster kalk ister yat. Teheccüde kaldırmıyordu oradakileri ama sabah namazına kaldırıyordu.
 
Bir de Uşak’tan bir kardeş anlattı. Uşaktan toplu olarak Isparta’ya mevlide bir gurup otobüsle gelmişler, gece ulaşmışlar ve yatmışlar. Sabahleyin Tahiri abi “herkesi kaldırın namaza duracağız” demiş. Biraz geçince “Tamam mı kalktı mı herkes?” diye sormuş. Demişler “abi şoförümüz kalkmadı.” “Kaldırın o keratayı da” demiş. Şoför kendisi anlatıyor; “Kaldırın o keratayı da deyince benim ödüm patladı. Dövecek diye kalktım.” Kalkmış namaza şoför, abdest almış, o da namaza durmuş. Sonra anlatıyor; “yav bir namaz kıldırdı, ama ne namaz, kılmadığım tüm namazları kılmış gibi oldum. Birinci rekatta Yasin-i Şerif’i okudu ikinci rekatta amme süresini ne biçim adam bu” demiş adam.
 
Bir gün yine biz çıktık hizmete gideceğiz Basmane’ye, garaja indik arabayı almak için baktık o da garaja inmiş, garibim geliyor, böyle otele doğru, otelde kalıyordu o zaman. Kur’an’ı Kerim için, Mucizeli Kur’an bastırılacak ya. Baktım Tahiri abi geliyor. “Vay abicim hoş geldin.” Yani biraz erken gitsek onu göremeyeceğiz. “Kardeşim gelin bakalım. Çok büyük bir hayır için ben geldim. İşte karzı hasen alacağız cemaatten Kur’an’ı Kerim’in basılması için” dedi. O abiyle beraber bir yerlere gittik. Bazı kişilerden borç para alındı. Kur’an’ı Kerim’in basılması için. Sonra basıldı, satıldı ve borçlar geri ödendi. O hizmette de böyle bir hatıramız oldu. Tahiri abi ile periyodik şekilde İstanbul’a geldiğim zamanlar onun dershanesinde kalırdım. Semavat apartmanı 7. katta.
 
KAHVELERDE DERS YAPIYORDUK
 
O dönemde hizmetlerle ilgili neler hatırlıyorsunuz? Nasıl hizmet ederdiniz? Hizmet adına neler yapardınız?
 
Şimdi olduğu gibi dersler oluyordu haftada iki-üç gün. Her yere gidiyorduk ben o zaman Risale-i Nurları tanıyınca, Allah bana bir şevk verdi, bir gayret verdi, böyle iki gün bazen yeğenimi bırakıyordum dükkâna –o da dükkânı açmıyormuş kerata- gidiyordum. Salihli, Turgutlu, yakın ilçelere, Manisa’ya, oralarda, kahvelerde ders yapıyorduk.
Mesela, kahveye giriyoruz kalabalık, millet kağıt oynuyor. “Ne haber arkadaşlaaar!” Yüksek sesle herkesin duyacağı şekilde bağırıyorum. Millet birden bire şaşırıyor böyle. Hareket halindesiniz, “efendim camide namaz kıldık sizi göremedik herhalde evde kılıyorsunuzdur. Siz camiye gelmezseniz biz kahveye geliriz kardeşim. Biz kardeşlerimizi terk etmeyiz. Ziyaretinize geldik…” diye başlıyoruz konuları anlatmaya. Önce “Burada kahveci kim?” diyorum, kahveci “benim abi buyur diyor.” “Tebrik ederim seni, halka hizmet hakka hizmettir. Bak sen burada sobayı yakmışsın milleti üşütmüyorsun. Çay istiyorlar çay veriyorsun, ağızlarını tatlandırıyorsun. Su istiyorlar hararetlerini gideriyorsun. Büyük sevaplar kazanıyorsun. Ama kâğıt istiyorlar kâğıt da veriyorsun o zaman işin sakat. Öbür tarafta dayak var. Kâğıttan ötürü dayak yiyeceksin, bunlardan ötürüde sevap göreceksin” diyorum.
 
Hem nalına hem mıhına iki tane müsbet bir tane menfi. Tabi şimdi kahvedekiler birden bire şaşırıyorlar. “Kardeşler” diyorum “bakın kahveci kardeşimiz işe yaramayan bir şeyi getirip kahvesine koymuyor, mesela -televizyonu gösteriyorum- bu nedir? Bu bir alettir. Arkadaşlar film seyrediyor, haber dinliyor, niye yukarı koydun masanın üzerine koymadın? Ya yukarı koydum masanın üzerine koysam uzun boylu birisi önüne oturur arkadaki göremez. Bak adamın kafası çakıyor. Hemen helal olsun diyorum sana kahveciye inceden yağlama yapıyorum. O şimdi kahveyi de bıraktı kağıdı da bıraktı bizi dinliyor. Birisi de kağıtları masanın altından kaktırıyor, görmesin hoca diye.
 
Ondan sonra “bakın kardeşler bakın her masaya birer tane kül tablası koymuş niye bunları koydun? Desek Yav hocam arkadaşlar sigara içiyorlar, küller yere dökülmesin diyecek. Bu sobayı niye kahvenin ortasına koydun da bir kenara koymadın? Abi kahvenin ortasına koydum ki hararet eşit olarak her tarafa dağılsın. Bak adamın kafası çalışıyor. Helal olsun kahveci kardeşime. Kardeşler görüyorsunuz ki kahveci kardeşimiz işe yaramayan bir şeyi kahvesine getirip koymamış. Her masaya birer jop veya satır koymamış demek ki işe yarayan şeyleri getirip kahvesine koymuş. Bir kahveci işe yaramayan bir şeyi getirip kahvesine koymazsa şu kâinatın sahibi olan Cenab-ı Allah hiç işe yaramayan bir şeyi yaratır mı? Onlar da “yaratmaz hocam” diyorlar. O zaman ben diyorum ki “ben bir işe yaramıyorum. Etim yenmez, sütüm içilmez, saçımdan çorap örülmez, kereste olmam, yumurtam yok hiçbir işe yaramıyorum. Bari bir işe yarayayım diye çıktım kahve kahve gezeyim sizin gibi kardeşlerimizle tanışalım ve işe yarayalım.” “Sağol hocam Allah razı olsun. Eksik olma falan.”
 
“Öyle değil mi? Kardeşler çok affedersiniz. Bir ineğe desek, inek ne yapmaya geldin dünyaya. Maça gitmezsin, dans etmezsin, kahveye gidip kâğıt oynamazsın, bira içmezsin inek gibi yaşıyorsun gündüz çayıra, gece ahıra. Bunu mu yapmaya geldin dünyaya desek… İnek bize dese yav sen bu sözü bana nasıl söylersin, şu buzdolabını aç bak, süt benden, yoğurt benden, tereyağı benden, kaymak benden, köfte benden, dolma benden, sucuk benden, pastırma benden, ayakkabın benden, belindeki kayış benden, ben olmasam pantolonunu bağlayamayacaksın.”
 
Ya deriz “özür dilerim hakikaten sen bir marketmişsin yav. Ne mübarekmişsin sen.” Bu defa o dönse dese “peki sen ne yapmaya geldin, etin yenmez, sütün içilmez, saçından çorap örülmez, hiçbir işe yaramazsın, sen ne yapmaya geldin bu dünyaya?” diye bana sorsa inek, ne cevap vereceğim arkadaşlar! Yardımcı olun ineğe rezil olacağız. İneğe bir cevap vermemiz lazım. Biraz evvel kaçıncı kâğıt çıktı. Oradan biri diyor “konuş ulen Recep ne cevap vercen.” O diyor “sen cevap ver” öteki diyor “sen cevap ver.” Oradan birisi “hocam valla bizde cevap verecek adam yok sende bir cevap varsa ancak sen cevap verebilirsin.”
İnek kabul eder mi acaba? İnek kardeş ben İzmir’den, Kütahya’ya kardeşlerimi ziyarete geldim, İzmir’den kalkıp Kütahya’ya gidiyorum. Adapazarı’na gidiyorum, İstanbul’a gidiyorum oradaki kardeşlerimiz ne âlemdedir onları görmek onları ziyaret etmek için geldim. İzmir’den bir inek kalkıpta Kütahya’daki “inek kardeşlerimiz ne haldeler ot buluyorlar mı? Çayır bulabiliyorlar mı? Kasaplar onları rahatsız ediyor mu? Gelebilir mi Yapabilirler mi?” “Ne demek hocam yapamazlar.” Ama bakın biz geldik. Bir inek hasta olsa diğer inekler birer demet ot alıp ya bizim “mercan” kardeşimiz hasta olmuş ziyaretine gidelim gidebilirler mi? “Gidemez hocam.” Bir ineğin danasını kesseler diğerleri taziyeye gidebilirler mi? “Gidemez hocam” Ama biz gideriz. İneğin biri imam, diğerleri cemaat olup namaz kılabilirler mi? “Kılamaz hocam.” Ama biz kılarız. Oradan birisi kalkarak “hocam biz inek bile olamadık” deyince tabi ipler kopuveriyor. Herkes gülmeye başlıyor.
İşte böyle Allah’ın bir lutfu olarak biz böyle hizmetler yapıp gittik.
 
Allah razı olsun. Allah sevabınızı yazsın…
 
Bazı gün böyle 8-10 kahve dolaşıyorduk. Akşamları da derslerde. Hizmette sınır ve sinir yok.
 
PROFESÖRLERİN YAPAMADIĞINI ARI NASIL YAPSIN?
 
Peki sizce Risale-i Nurlar hedeflerine ulaştı mı? Bediüzzaman Hazretlerinin beklediği, müjdelediği ve “bütün insanlık bunu okuyacak, bu eserler bütün dillere çevrilecek” dediği hedeflere ulaştı mı?
 
Ulaştı tabii, kırk küsür dile tercüme edildi. Ben geçenlerde bir lokantaya girdim Denizli’de. O anda telefonum çaldı, baktım Paris, beni internetten tanımışta birkaç gündür arıyormuş. “Buyur kardeşim” dedim “bakın arkadaşlar şu anda Paris’ten benim kulağıma ses geliyor. Bu sesi buraya kim getiriyor. Maddecilerin dediği gibi elektro manyetik dalgaların titreşimiyle, mitreşimiyle değil, bu ses Cenab-ı Allahın Esmasının tecellisiyle geliyor. Vallahu Alimül habir. Cenab-ı Allah her yerde hazır ve nazırdır. Ne ile? Bütün esmasıyla, fiilleriyle, isimleriyle, bütün kainatı kuşatmış. İşte bu sesi Paris’ten benim kulağıma ulaştıran benim rabbimdir. Yoksa elektro manyetik dalgalar titreşiyormuşta öyle geliyormuş… Buna kim inanır.
 
Elektromanyetik dalgaları da Allah yaratıyor
 
Elbette Allah yaratıyor ama bunlar zahiren esbaptır. Esbap bir perdedir. Arı kovanını açtığımız zaman ne görüyoruz içinde? Bal görüyoruz, arıyı görüyoruz, petek görüyoruz. Başka ne görebiliriz. Bir de Sanat-ı İlahiyeyi görebiliriz. “Ve evha Rabbuka İlennahli.” Bu Allah’ın fiilidir. Arının fiili değil. Elektro manyetik dalgalar sadece arı gibidir. Zahiren görünenler şaşırtmacadır. Tabi baktığın zaman balı, arıyı görüyorsun ama, Allah sana akıl vermiş, sen üstelikte insansın bu arı bu balı yapacak kapasitede mi? Bütün profesörleri toplasak, bütün fizikçileri, kimyacıları, gıda mühendislerini toplasak, hocalarımız bu arılar bize bal yapıyorlar alıp yiyoruz ama ayrıca terbiyesizlik de yapıyorlar, bizi sokuyorlar biz bundan sonra profesör balı istiyoruz desek o profesörler bal yapabilirler mi? Yapamazlar. O zaman profesörlerin yapamadığını arı nasıl yapsın? Demek ki Allah yaratıyor. Ama onları istihdam ediyor. Hava zerrelerinde manyetik dalgalar var ama bu ses nakil işini yapabilecek kabiliyette olması için ilim, irade, kudret sahibi olması lazım. Her insanı bilmesi lazım. Ben şimdi sana İngilizce bir söz söylesem sen İngilizceyi bilmezsen o söylediğim sözü tekrar edemezsin. Hava nasıl tekrar ediyor bu kadar sesleri nasıl naklediyor. Aslında yapan demek ki Allah’tır.
 
Peki abi, siz Risale-i Nurları biliyorsunuz, ilk günden bugüne herkese anlatıyorsunuz. Bazı insanlar “okuyoruz ama anlamıyoruz” diyor. Bir insan Risale-i Nuru anlamak için ne yapması lazım?
 
Rabbim anlamak nasip etsin. “Ya Rab bunu anlamayı bana nasip et, anlayıp başkalarına anlatmayı bana nasip et” diye dua etmeli. Bu Cenabı Allah’ın bir ikramıdır. Feyzi diye birisi vardı. Ben bu Nurları ilk tanıdığım vakit acaip bir hal oldu bende.
 
YENİ İMANA GELMİŞ BİRİ GİBİ OLDUM
 
Nasıl yani?
 
Yeni imana gelmiş biri gibi oldum. Önüme geleni kıstırıyorum, kimse kaçamıyor korkudan. Yani bu adam döver beni diye. Öyle bir aşkla anlatıyorum ki, adam dinlemese bile dinliyor gibi yapıyor. Bir çocukluk arkadaşım vardı. Bununla biz keçi otlatıyorduk, koyun otlatıyorduk. Bizim arazilerimiz yan yanaydı. Ona dedim ki, “her bir inek, deve, koyun gibi mübarek hayvanlar Bismillah der Rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur. Mesela süt koyunun memesinden akıyor. Bir iğne sok onun deliğine ne akar memeden bak. Kan akar, normalde süt akması gerekirken kan akar. Cenab-ı Allah öyle bir kudret sahibi ki memede kanla süt bir arada duruyor, ama karışmıyor. Demek ki Cenabı Allah akıtıyor. O halde süt ineğin memesinden değil de Rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur. Rahmet feyzinden geliyor.” Bu kadar açık anlatıyorum. Ondan sonra bak dedim her bir ağaç Bismillah der…
 
Ağaçlarımız var mesela gövdeleri odun gibi. Bir odun çamuru alıyor yukarıda şeftali yapıyor. Bir odun da var çamuru alıyor incir yapıyor. Bir odun var o da çamuru alıyor nar yapıyor. Bir odun da var çamuru alıyor muz yapıyor. Bir odun da var oda çamuru alıyor zeytin yapıyor. Bir odun da var o da çamuru alıyor kestane yapıyor. Bir odun da var çamuru alıyor ceviz yapıyor. Bir odun da var çamuru alıyor portakal yapıyor. Yav bunlar odun işte odun. Odun bunlar odun. Eğer bu odunların arkasında rahmet elini görmezsek odun gibi gideriz öte tarafa. Doğru Cehennem sobasına…” diye geniş geniş anlatmıştım bir de ona Küçük Sözler vermiştim.
 
Tabi bir şey demedi “Allahaısmarladık sağol Necmiciğim” dedi gitti. Ben bunu senelerce görmedim. Eğer isteseydi beni arar bulurdu. Demek ki anlayamadı. Bir gün ben bunu camide gördüm, aradan yirmi sene geçmişti. Urla’da, Urlalıyım ya ben oraya gidip geliyorum zaman zaman. Beni görünce “Oo dedi ne var ne yok Necmi nasılsın?” Camide görünce sevindim. “Allah kabul etsin Recepciğim” dedim. Dedi “hanımla hacca gittik.” “O ne mutlu” dedim. “Hayrola neye geldin” dedi. Dedim “bizim burada sohbetlerimiz oluyor. Risale-i Nur sohbetleri yapıyoruz. Nur cemaatıyız. Oraya geldim. İstersen sende gel” dedim. “Geleyim ya” dedi. Derse geldi daha o gün bu gündür derslere devam ediyor.
 
Hatta orada bir yer aldı yani kendisi parasını vermedi ama başka bir arkadaşından aldı güzel bir dershane açtılar orada bu arkadaşlar. Bu benim çocukluk arkadaşım. Bana ne diyor biliyormusun? “Sen bana o zaman onları anlattığın zaman ben eve gittim. Senin dediklerinin hiç biri kitapta yazmıyordu. Ben o zaman ‘garibim Necmi kafayı yemiş’ demiştim. Meğer 20 sene sonra anladım ki kafayı yiyen benmişim. Yazıklar olsun bana 20 senem heba oldu.” Biz ona en güzel şekilde anlattık ama kusur anlatanda değil anlamayanda. Kim bilir neresini açtı baktı. Hâlbuki kitabın başında. Her şey lisanı haliyle “Bismillah” der yazıyor.
 
Peygamberimiz (ASM) Ebu Bekir’e de anlattı, Ebu Cehil’e de anlattı. Ebubekir anladı Ebu Cehil anlamadı. Hz. Ömer biraz daha geçte olsa anladı, Halit Bin Velit de çok sonraları anladı. Ebu Süfyan geç de olsa anladı. Ebu Cehille Ebu Lehep hiç anlamadı. anlamak insanın elinde olan bir şey değil kardeş.

Röportaj Haberleri