RİSALEHABER
Zehra Eğitim ve Kültür Vakfı kurucu başkanı, Risale-i Nur talebelesi İzzettin Yıldırım, 29 Aralık 1999 günü teravih namazına hazırlanırken kimliği belirsiz kişilerce kaçırılmış, haftalarca kendisinden haber alınamamıştı. 28 Ocak 2000 tarihinde İstanbul Kartal’daki bir evde cenazesi bulundu.
İzzettin Yıldırım kimidir?
Ağrı’nın Patnos ilçesinin Kızılkaya köyünde 1946 yılında dünyaya geldi. İmam olan babası Tahir Yıldırım’ı genç yaşta kaybetti. İlkokul öğrenimini köyünde tamamladıktan sonra Doğu’nun çeşitli vilayetlerinde medrese tahsili gördü. O sırada Nureddin Geylani isimli hocası vasıtasıyla Risale-i Nur eserleriyle tanıştı ve Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin bu kıymetli eserlerini tetkik etmeye başladı. Ardından İstanbul’a gelerek askerlik görevini yaptı.
Askerlikten sonra Risale-i Nur ekolünün önemli isimlerinden Tahiri ağabeyle bir süre birlikte kaldı. Duygu ve düşünce alemini Risale-i Nur eserlerine açan İzzettin Yıldırım hizmet etmek için Gaziantep’e gitti ve Nazım Gökçek ağabey ile uzun süre birlikte hizmet etti. Yıldırım’ın o tarihten itibaren çileli hizmet hayatı başlamıştı. Daha sonra ağabeyleri tensibiyle Çorum vilayetine gönderildi. Vakıf insan olarak bu şehirde önemli hizmetler gördü. Gösterdiği üstün performansla Risale-i Nur’a kahramanca ve fedakarlıkla nasıl hizmet edilebilceğini örneklerini sergileyen Yıldırım, bir çok kişiyi o güzel, nazik, narin ve bey efendi tavrıyla kendisinden bahsettirdi.
Çorum’dan sonra ikinci hizmet noktası Eskişehir’di. Risale-i Nur mesajını insanlara iletecek yetkin bir kişiye ihtiyaç hisedilen bu şehirde İzzettin Yıldırım uzunca bir süre kaldı. Diğer kardeşleri ve annesinin de bu şehre yerleşmesiyle Eskişehir Yıldırım’ın memleketi oldu. Yıldırım, binlerce gencin yetişmesine katkıda bulundu. 1990 yılında yakın arkadaşları Zekeriya Özbek, Hüseyin Daşkın, Gıyaseddin Bingöl ve Yasin Yıldırım’la birlikte Zehra Eğitim ve Kültür Vakfı’nın kuruculuğunu yaptı. Bu arada Bediüzzaman hazretlerinin de bir ideali olan Van’da Medresetü’z-Zehra manasında bir üniversite kurulması için yanıp tutuşuyordu. Amacı Anadolu, Kafkasya ve Ortadoğu arasında kalan bu bölgede bir eğitim seferberliği başlatmak, dini ilimlerle müspet ilimlerin kaynaşacağı bir eğitim anlayışı geliştirmekti.
Bölgedeki ekonomik ve kültürel geri kalmışlığın bir çok sorunun sebebi olduğunu gördüğü için, bölge çocuklarına eğitim imkanı sağlamayı çok önemsiyordu. Zehra Üniversitesi’nin yeri alındığında mutluluktan uçar bir haldeydi. Daha sonra bu proje ilk adım olarak lise şeklinde düşünülerek inşa faaliyetlerine başlanıldı.
İzzettin Yıldırım, Zehra Eğitim ve Kültür Vakfı kuruluşundan sonra İstanbul’a yerleşti.
KİŞİLİĞİ
İzzettin Yıldırım sıradışı bir insandı. Kişisel ubudiyetinin ötesinde tüm hayatını İslami hizmetlere adayabilecek bir fedakarlık ve metanet sahibiydi. Hizmet etmek için evlenmek şart değildir belki ancak kimi insanların tüm hayatlarını bu uğurda feda etmeleri, dünyevi arzu ve emellerini geri plana itmeleri çok nadir görülen bir feragat örneğidir. Dünyadan tam manasıyla yüz çeviren ancak hizmet boyutuyla Dünya’ya bakabilmek zor bir haslettir. Risale-i Nur ekolinde görülen bu vakıf insan misyonu binlerce vatan evladının İslam’ın güzel değerleriyle tanışmasında önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca hayatının başından sonuna kadar aynı çizgiyi sürdürebilmek, tüm zorluklara göğüs gererek bu misyonu devam ettirebilmek de büyük bir metanet ve öğrencileriyle birlikte sabır gerektirmektedir.
İzzettin Yıldırım bu güçlü iradeyi ortaya koyabilen ender insanlardandı. Onun dünya namına en ufak bir beklentisi veya korkusu yoktu. Tüm mesaisini, tüm hislerini ve düşüncelerini "daha fazla nasıl hizmet edebilirim" sorusuna cevap aramakla geçirirdi. İçindeki bu dayanılmaz coşku onu bireysel anlamda ahiretini kurtarma çizgisinin çok ötesine taşımıştı. O adeta tüm ümmetin selameti için yaşamaktaydı.
Aşırı derecede istiğna sahibi bir insandı. Mütevazi yaşantısı onun davasının en önemli bürhanı niteliğindeydi. İnandığı gibi yaşar, yaşantısıyla numune-i imtisal olurdu. En yakın arkadaşlarının bile misafirlik tekliflerini nadiren kabul eder, tüm zamanını öğrencileriyle birlikte geçirmeyi tercih ederdi. Uzunca bir süre vakıf insan olarak kalabilmenin gereği belki de dünyadan ve insanlardan istiğna etmektir. İzzettin Yıldırım şoför, koruma, aşçı gibi yardımcıları kabul etmezdi. Vapurla Üsküdar’dan Fatih’e gelir, kendi yemeğini çoğunlukla kendisi pişirirdi. Çamaşırlarını annesi dahil hiç kimseye yıkatmamıştır.
Kaçırıldığı gün Ramazan’ın son günlerinden biriydi. Kış günleri kısa olduğu için ikametgahında kalmış, gününü kitap okumakla ve gelen gençlerle sohbet etmekle geçirmişti. Akşam üzeri ise mutfağa girmiş ve iftar hazırlıkları yapıyordu. Yanında kalan misafiriyle birlikte teravih namazına hazırlanırken de bilinen hadise vuku bulmuş ve kaçırılmıştı.
Onun bu istiğnası sadece kişisel yaşamıyla ilgili değildi. Düşünsel anlamda ve siyasal olarak da kimsenin minneti altına girmek istemezdi. İçinde bulunduğu camiayı, yönlendirmelere maruz bırakabilecek tüm ilişkilere kapalı tutardı. Bu belki de tavizsiz yaşantısının da bir uzantısıydı. Herhangi bir fayda gelecek veya maslahat var diye doğru bildiği çizgiden sapma göstermezdi. Keyfiyeti, samimiyeti, muhlisiyeti kaybettirecek her türlü yaklaşımdan uzak dururdu.
İzzettinYıldırım’ın kişisel denebilecek tek duası Allah’ın onu ele güne muhtaç bırakmaması ve yaşlılığın vereceği acziyetten önce ruhunu kabzetmesiydi.
İzzettin Yıldırım’ın şefkati inanılmaz boyutlardaydı. Hiç kimseyi kırmaya tahammülü yoktu, bu yüzden dargın durmayı da beceremezdi. Vakıf camiası dışında sadece onunla ikili ilişki içinde olan ve onun zatına hüsnü teveccüh gösteren yüzlerce insan vardı. O, kimseyi kaybetmek istemezdi. Tanıştığı bir kişiyle nereye giderse gitsin ilişkisini devam ettirir, küçük büyük demez tüm tanıdıklarını her bayramda ilk o arardı. Protokol ve şa’şaaya hiç izin vermezdi.
Bildiğini söylemekten kesinlikle çekinmezdi. Kimse onu hak bildiği yoldan ayıramazdı. Çünkü onun için ölüm bir terhis tezkeresiydi; görevi tamamlayarak, büyük kurtuluşa ermekti. O ölümü baş-göz üstüne karşılamaya hazırdı ancak hizmet noktasındaki idealleri ve amaçlarını da aklından çıkaramazdı. Onu kaçıranların ölümle tehdit etmelerine herhelde epey tebessüm etmiştir. Zaten kaçıranlar da onun bu halini epey bir süre anlayamamışlardı. Ölüm tehdidi altında bile karşısındakilere doğru yolu tavsiye eden, onların dahi kurtuluşu için dua edebilecek kamil bir insandı. Bir kişinin istifade etmesi için kilometrelerce yol gidebilecek kadar tebliğe önem verirdi.
Siyasi kişiliği ve düşünce alemi
Yıldırım, içtimai ve siyasi yönü çok gelişmiş bir insandı. Bu anlamda klasik alimler içinde yer almamaktaydı. Sol-sağ kamplaşmasının dorukta olduğu dönemlerde dahi her türlü gazeteyi ve yayını takip eden, hiçbir düşünceyi dinlemeden yargılamayan, sosyal yönü gelişkin bir kişiydi. Aktüel politikayla ilgilenmezdi ve Nurculuk ekolindeki bu tür tartışmalarda siyasal çizgi yerine sosyal alanda kalmayı daha doğru bulmaktaydı. Ancak düşünce aleminde İslami normların gerektirdiği siyasal temaların üzerinde de ağırlıkla dururdu. Özellikle ülke sorunlarının yakın takip eder, öğrencilerine bu konularda da bir yön vermenin çabası içinde olurdu. İslami gelişmeleri akamete uğratacak her türlü olayı izlerdi. Sivil insiyatife büyük önem verir, pasif direnişin demokratik bir hak olduğunu ve yanlışlıklara karşı gerekli hassasiyetin gösterilmesi gerektiğini düşünürdü. Bu çerçevede başörtüsü için yapılan kimi elele gösterilerinde önsaflarda durmayı da ihmal etmezdi. İzzettin Yıldırım her türlü ülke sorununu da demokratik zeminlerde tartışılması ve çözülmesi gerektiğini düşünürdü. Özellikle Güneydoğu sorununun bölge insanını derinden yaraladığını gördüğü için İslam kardeşliği çerçevesinde sorunun barışçı yollarla çözümünü aciliyetle arzu etmekteydi. Bölge gençlerinin istikamet üzeri olup,islami düşünceden sapmamaları için büyük bir fedakarlıkla hizmet ederdi. Onun yakınından hiçbir genç de bu çizgiden sapmamıştır .
Kimileri onun yıllar öncesinden Kürt sorununu insan hakları çerçevesinde dile getirmesine yanlış yönlere çekerek, onu milliyetçilikle itham etmiştir. Halbuki onun düşünce aleminde ırki taassuba ve menfi milliyetçiliğe kesinlikle yer yoktur. Onun yıllar öncesinden dile getirdiği düşünceler bugün herkes tarafından dillendirilmektedir. O sessiz kalmak yerine konuşmanın binlerce insanı yanlış yola sürüklenmekten koruyacağını görüyordu. Birlik ve beraberliğin korunmasında İzzettin Yıldırım sembol bir isimdi. O bir nevi kardeşlik timsali gibiydi.
Değişim ve dönüşüm talepleri de onu “muhalif” bir insan konumuna getirmişti. O statükoculuğa karşıydı. Ülkesini seven herkes gibi sistemin aksayan yönlerini eleştiriyordu. Bu çerçevede bazı arkadaşlarının 1993 yılında bir düşünce dergisi çıkarmasını teşvik etmişti. Yeni Zemin dergisi sivil, demokratik, insan haklarına saygılı bir hukuk devletinin tarifini yapıyor, bugünlerde moda olan uzlaşma ve toplumsal barış taleplerinin temellerini atıyordu. O zamanlar değişim rüzgarının yönünü kestiremeyenler, seneler sonra ne kadar yanıldıklarını anlıyorlardı. Risale-i Nur terbiyesinden geçmiş sosyal bir kişilik olarak İzzettin Yıldırım her türlü gayrı meşru yaklaşımlara uzak biriydi.
İzzettin Yıldırım, herhangi bir siyasi yapılanmayla ilişkili değildi, tanıdığı fertlerin kişisel tercihlerine ise saygı gösterirdi.
ŞEHADETİ
İzzettin Yıldırım 29 Aralık 1999 günü teravih namazına hazırlanırken kimliği belirsiz kişilerce kaçırıldı. Haftalarca kendisinden bir haber alınamadı. 28 Ocak 2000 günü kendisinden bir gün önce kaçırılan M.Şehid Avcı ile birlikte şehit edilmiş olarak Kartal’da bir evde bulundular. 1 Şubat 2000 Salı günü Eyüp Sultan Camiinde kılınan öğle namazı sonrasında Eyüp Kabristanında defnedildiler. Cenazeye katılan on binlerce kişi İzzettin Yıldırım ve Şehid Avcı’yı ne kadar sevdiklerini, onların ne kadar önemli bir misyona sahip olduklarını ortaya koyuyorlardı. Cenazeye katılan on binler, gösterdikleri metin ve sağduyulu tavırlarıyla bu kirli olayı lanetliyor ve karanlık kalmamasını talep ediyordu.