Ben de, ehl-i îmanın îmanını Risale-i Nur'la muhafaza niyetiyle o kat'î kanaatımı yazdım ve has kardeşlerime, mahrem tutulmak şartiyle verdim. Ve o risalede, biz demiyoruz ki, Âyetin mânâ-yı sarîhi budur. Ta hocalar ( Fihi nazarun- şahsi görüşüdür) desin. Hem dememişiz ki mânâ-yı işarînin külliyeti budur. Belki diyoruz ki: Mânâ-yı sarîhinin tahtında müteaddid tabakalar var. Bir tabakası da, mânâ-yı işarî ve remzîdir ve o mânâ-yı işarî de, bir küllîdir; her asırda cüz'iyatları var. Risale-i Nur dahi bu asırda ( Yani 20. yüzyılda- ya da fitne-i ahir-zamanın üç merhalesinden, birinci vetiresinde) , o mânâ-yı işarî tabakasının külliyetinde bir ferdidir ve o ferdin, kasden bir medar-ı nazar olduğuna ve ehemmiyetli bir vazife göreceğine, eskiden beri ulemâ mâbeyninde cârî bir düstur-u cifrî ve riyazî ile karineler, belki hüccetler gösterilmiş iken; Kur'an Âyetini veya sarahatını değil incitmek, belki i'caz ve belâgatına hizmet ediyor. (Tarihçe-i Hayat, s. 305)
Bu ve bu mânadaki pek çok ifadeyi herkes çok defa, tekrar-be- tekrar, döne döne okumuştur. Mümin hüsn-ü zanna memurdur. beyan-ı Üstadanesi iktizasınca, bu nevi mektupları okuyan insanların, o satırları gazete gibi okumadığına inanıyoruz.
Bediüzzaman Hazretleri, bu ifadeleriyle mal-i umumisi olan Risalelerinin muhatabı âlem-i İslama, Nazarlara, zâtımızı değil, Risale-i Nuru gösteriyoruz. beyanındaki hakikat gibi bir hakikat-ı Kuraniyeyi anlatıyor; bütün telifatının Usulüd-Dinin haricinde anlaşılamayacağını beyan ediyor.
Bu satırların zımnında hangi ifadeler var?
1-Risale-i Nurun bir cihetle yaptığı birinci vazifenin kıymetini ve Ona yapılan gaybi ihbarları zikretmedeki maksadın, Ahir Zaman Müslümanının imanını Risale-i Nur ile muhafaza etmektir. ( Demek ki bu niyetin aksine yapılacak tahşidat, mana-yı muhalifi ile, ehl-i imanın imanını zayıflatan, ya da bir başka mektubunda izah buyurdukları gibi, Risale-i Nurun verdiği yakiniyat-ı burhaniyeye zarar verici bir cinayet-i azime olacaktır.)
2- Herhangi bir risalede yapılan tefsir için, Bu, mezkur ayetin manasının tam bir tefsiridir, ayetin daha başka bir açıklaması yoktur. denilemez. Ve o risalede biz demiyoruz ki, Ayetin mana-yı sarihi ( açık manası) budur. ( Üstadın demediği ve diyemediği bir manayı söylemeğe, düşünmeye ya da dava edinmeye kimsenin haddi olmasa gerektir.) Hiç bir Nur Talebesinin de bu ifadeleri böyle anlamadığından eminim.
Yukarıda dikkanizi çektiğini düşündüğüm bir kelime kullandım. Diyemediği kelimesidir bu. Belki de garipsediniz. Halbuki, bu ifadenin şümulüne sadece Zaman-ı Dehr sıfatına layık görülmüş, 13 yaşında icazet alıp İslam Müderrisi olmuş, Şekip Paşaya, Teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Şeriatın anahtarı bendedir. diye hiddetlenen bir Dellâl-ı Kuran değil, bütün müminler buna dahildir.
Bunun tersi söylenirse ne olur? Ahmed Gümüşhanevi hazretlerinin Ehl-i Sünnet ve Cemaat İtikadı kitabında izah ettiği gibi, bilvesile Kuran mahluktur. diyen mutezile, mürcie vs. gibi batıl bir itikada saplanılmış olur. Kelam-ı Ezeli olduğunu bildiğimiz Kuran-ı Azimüşşanın bütün mânasının bu asırda izah edilip bittiği gibi bir neticeye varılır ki, onun da hadis ( başlayıp biten) olduğuna itikadı gerektirir. Bu itikadın da çok alimce küfrü mucip, bazı alimlerce de ehl-i sünnet ve cemaatın haricinde olduğunu beyan ettiklerinin okuyucu tarafından bilindiği kanaatındayım.
3- Risale-i Nur dahi bu asırda, o mânâ-yı işarî tabakasının külliyetinde bir ferdidir ve o ferdin, kasden bir medar-ı nazar olduğuna ve ehemmiyetli bir vazife göreceğine olan itimad, Kuran-ı Azimüşşanın bir mucizesini daha gösterip, ehl-i imanın imanını Risale-i Nurla muhafaza etmesinden başka bir netice doğurmaz.
4- Bu ifadelerin umuma değil, ehl-i ihtisas insanlara söylendiği ...ve has kardeşlerime, mahrem tutulmak şartiyle verdim. ibaresinden de anlaşılmıyor mu?
Bu dört - beş cümlelik izahtan daha çok manalar çıkarmak mümkün; ama zaman da dar, mekân da... Hülasa ile şu denilebilir ki, Üstad ifadeleriyle ders arkadaşlarım dediği has kardeşlerine ders-i ibret ve terbiyeye medar bir sohbette bulunuyor. Kuranın müfessir-i hakikisi olan Ehadisin Kuranın aksine anlaşılamayacağı, hiç bir Müfesirin-i İzamın içtihadının Kuranın müfessir-i hakikisi olan Ehadisten daha racih tutulamayacağını, Kıyas-ı fukaha denen, Selef-i Salihin (RA)ın yaptığı içtihadları kıyas neticesinin, bizzat o içtihaddan daha üstün görülemeyeceğini, Kuran-ı Kerimin tek bir ayetinin dahi, artık bütün manası anlaşıldı, yani anlaşılacak bir yönü artık kalmadı! demenin bırakalım avam-ı nas dostların- has kardeşler tarafından bile denemeyeceği ve dediklerinde Ziyaretçilere Dair Mektubundan hatırlayalım- dost bile kalamayacaklarını tebellür ettiriyor.
Mektubun devamı ise meseleyi daha bir vuzuha kavuşturuyor: Amma benim gibi ehemmiyetsiz bir adamın elinde böyle ehemmiyetli bir eserin zuhur etmesini istiğrab ve istib'ad edip itiraz eden zât, eğer buğday tanesi kadar bir çam çekirdeğinden dağ gibi çam ağacını halkeylemek azamet ve kudret-i İlâhiyeye delil olduğunu düşünse; elbette bizim gibi acz-i mutlak, fakr-ı mutlakta, ihtiyac-ı şedid zamanında böyle bir eserin zuhuru, vüs'at-ı rahmet-i İlâhiyeye delildir demeye mecbur olur. . ( Tarihçe-i Hayat, s. 306)
Hele Hazretin son cümleleri ne mânalı ve hakikat-ı Risale-i Nur dediği pişdarlık makamının nasıl anlaşılması gerektiği bizce- büyük bir barika-i hakikatdır.
Ben, sizi ve mu'terizleri, Risale-i Nur'un şerefi ve haysiyetiyle temin ediyorum ki; bu işaretler ve evliyânın îmalı haberleri, remizleri, beni dâima şükre ve hamde ve kusurlarımdan istiğfara sevk etmiş. Hiçbir dakika nefs-i emmareye medar-ı fahr ve gurur olacak bir enaniyet ve benlik vermediğini, size bu yirmi senelik hayatımın göz önünde tereşşuhatiyle isbat ediyorum. Evet, bu hakikatla beraber, insan kusurlardan, nisyandan, sehivden hâlî değil. Benim bilmediğim çok kusurlarım var; belki de fikrim karışmış; risalede hatâlar da olmuş. Bu zamanda gayet kuvvetli ve hakikatlı milyonlar fedakârları bulunan meşrebler, meslekler bu dehşetli dalâlet hücumuna karşı zâhiren mağlûbiyete düştükleri halde; benim gibi yarım ümmî ve kimsesiz, mütemadiyen tarassud altında, karakol karşısında ve müdhiş müteaddid cihetlerle aleyhimde propagandalar ve herkesi tenfir etmek vaziyetinde bulunan bir biçare, o mesleklerden daha ileri, kuvvetli dayanan Risale-i Nur'a sahib değildir. O eser, onun hüneri olamaz ve onunla iftihar edemez. Belki doğrudan doğruya Kur'an-ı Hakîm'in bu zamanda bir mu'cize-i mâneviyesidir ( Kuranın mucize oluşunun bir delilidir) ve rahmet-i İlâhiye tarafından ihsan edilmiştir. O adam, binler arkadaşiyle beraber, o hediye-i Kur'aniyeye el atmış. Her nasılsa birinci tercümanlık vazifesi ona düşmüş... ( Tarihçe-i Hayat, s. 306)
Paragrafın sonundaki düstur bu zamandaki sahabe hizmeti olan meslek-i hakikat ve uhuvvet çığırının bence- kaidelerinden birini bedihi olarak ifade ediyor. Bu hizmet bir şahsa bağlanılarak yapılan pederane bir faaliyet değildir. O hizmetin saliklerinin adı Kuran Nurcuları ( Mesnevi-i Nuriye) ya da Hizbül-Kurandır.