İslâm düşünce tarihinde bilginin kesinlik derecesi genellikle üç kategoride sıralanır. İlk basamak ilmelyakîn iken, ikincisi aynelyakîn, üçüncüsü ise hakkalyakîndir.
İlmelyakîn, bir şeyi ilim ve delil ile kesin olarak bilme, tanıma, kabul etme; aksi mümkün olmayan açık, kesin ve sağlam bilgi olarak tanımlanır. Aynelyakîn, gözle görür derecede tam inanma; bir şeyin varlığını görerek, seyrederek ve algılayarak bilme anlamını taşır. Marifet mertebesinin en yükseği olarak kabul edilen hakkalyakin ise, bir şeyi yaşayarak, içine girerek, doğruluğundan şüpheye asla yer bırakmayacak biçimde kesin olarak bilme manasına gelir.
İlmelyakîn, aynelyakin ve hakkalyakin kelimeleri Kur’ânî ifadelerdir. İlmelyakin ve aynelyakin tabirleri Kur’ân’daki Tekâsür Sûresinde ard arda geçer. İlmelyakin sekiz âyetten oluşan sûrenin beşinci âyetinde, aynelyakin ise yedinci âyetinde yer alır. Hakkalyakin tabiri ise Kur’ân’da iki yerde geçmektedir. (Vakıa, 56:95; Hakka, 69:51)
İlmelyakîn kesin bilginin ilk basamağını oluşturup doğru bilgiyi vermesine rağmen dış tecrübeye dayanan aynelyakîn ile iç tecrübeye dayanıp bizzat yaşanarak elde edilen hakkalyakine göre daha alt mertebede bir bilgi olarak kabul edilir.
Basit bir örnek vererek bu üç bilgi mertebesini şöyle açıklayabiliriz. Meselâ, bir çocuğun uzay mekiğini kitapta, televizyonda ya da internette görüp bilmesi ilmelyakin derecesinde bir bilgidir. Eğer, özel bir dâvet sonucu NASA’yı ziyaret ederek mekiği yakından görmesi ve incelemesi gerçekleşirse edineceği bilgi aynelyakin derecesine çıkar. Çocuk bunun da ötesine geçip, uzay mekiğiyle fezaya yolculuk yapma imkânı bulduğu takdirde ise sahip olacağı bilgi hakkalyakin derecesinde kesin bir bilgi olacaktır.
Bu hakikati farklı bir örnek penceresinden anlamaya çalışalım. Trafik kurallarının varlığının ne kadar hayatî gerekçelerinin olduğu ve uymamanın ise feci kazalara, yaralanmalara yol açtığı bilinen bir gerçektir. Trafikte düzenin olması ve herkesin başkasının hakkına riâyet etmesi için bu kuralların gerekliliğine inanmayan yoktur. Bu bir anlamda ilmelyakîn derecesinde bir bilgiye karşılık gelir. Sonra, caddelerde, gazetelerde ve televizyonlarda trafik kurallarını ihlâlin kötü neticelerine bir şekilde şahit olunur. Bazen, bu olaylarda ölen ya da yaralanan kişiler sizin sevdikleriniz, tanıdıklarınız da olabilir. Başkalarının yaşadığı, fakat kişinin kendisini de bir şekilde etkilediği bu tür olaylar sonucu trafik kurallarının ne kadar gerekli olduğuna dair kesin bilgiler ise bir anlamda aynelyakîn mertebesindeki bilgilerdir. Trafik kurallarını ihlâl edip, feci bir kazayı yaşadıktan sonra trafik kurallarına uymanın ne kadar hayatî bir öneme sahip olduğunu kavramak ise hakkalyakin derecesinde kesin bir inanca insanı ulaştırır.
Kur’ân’da Bakara Sûresi’nin 259. ve 260. âyetlerinde, öldükten sonra diriliş hakikatine dair iki peygamberin kıssası, aynelyakîn ve hakkalyakîn hakikatlerinin anlaşılması için iki Kur’ânî temsil olarak görülebilir. Kıssaların birincisinde Hz. Üzeyir’in (as) yaşadığı bir olay anlatılır. Hz. Üzeyir (as) harabe haline gelmiş bir beldeye geldiğinde “Acaba Allah bu beldeyi ölümünden sonra nasıl diriltecek?” demiştir. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak onu öldürmüş ve yüz sene sonra diriltmiştir.
Bu âyetin hemen devamındaysa, Hz. İbrahim’in (as) diriliş hakikatiyle ilgili kıssası yer alır. O da, Allah’ın ölüleri nasıl dirilttiğini gözle görmek istemiştir. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, Hz. İbrahim’e (as) dört kuş almasını, iyice tanımasını ve kendisine alıştırmasını ister. Daha sonra kuşları kesmesini, etlerini birbirine karıştırmasını ve ayrı ayrı dağlara karışmış etleri bırakmasını ister. Sonuçta, Hz. İbrahim’in (as) çağırmasıyla kuşlar canlanarak ona doğru uçarlar.
Bu kıssalardan birincisi, Hz. Üzeyir’in (as) bizzat tecrübe ettiği, yaşadığı bir durum olması dolayısıyla dirilişin hakkalyakin derecesinde anlaşılmasına örnek olabilirken, Hz. İbrahim’in (as) yaşadıkları ise daha çok dirilişin aynelyakin derecesinde edinilen bir bilgi mertebesine işaret etmektedir.
İnsan için en önemli ve en değerli bilgi olan tahkiki iman da ilmelyakinden hakkalyakine yakınlaştıkça kuvvet kazanmaktadır. Hayatın en kritik ânı olan ölüm vaktinde, şeytanın vesveseleri karşısında hakkalyakine ulaşan bir iman zarar görmemekte ve kaybedilmemektedir. Çünkü hakkalyakin derecesindeki bir iman yalnız akılda durmamaktadır; kalbe, ruha, sırra ve insanın birçok duygularına sirayet etmektedir.
Bediüzzaman, çabuk şüpheler mağlûp olan taklidi imana mukabil, tahkiki imanın pek çok mertebeleri olduğundan bahseder. Bu mertebelerden ilmelyakin mertebesi birçok delillere, bürhanlara dayanarak iman etmek sürecidir. Aynelyakin derecesi ise, kâinatı bir Kur’ân gibi okuyabilecek bir dereceye ulaşmaktır. Yani, bütün varlıklar üzerinde Cenâb-ı Hakk’ın isimlerini, sıfatlarını ve tecellilerini görebilmek derecesine çıkmaktır, aynelyakîn.
Risâle-i Nur’un On Yedinci Lem’asının Onuncu Notasında ise, marifetullahın hakkalyakin mertebesine bir anlamda şöyle bir açılım getirilir ve ufuk açılır.
Bediüzzaman’a göre insanın aklına ve kalbine gelen marifet nurlarını hemen tenkit parmaklarıyla yoklamaması ve tereddüt eliyle tenkit etmemesi gerekir. Aksine, gaflete yol açan sebeplerden sıyrılmaya çalışmalı ve en küçük bir gafleti bile kaldırmayan hassas duygularını uyanık, canlı tutmalıdır. Çünkü hakkalyakine yaklaşan marifetullah delilleri su gibi, hava gibi ve Nur gibidir. Bu delilleri yakalamak için kalbin gözüyle, ruhun bakışıyla muhatabiyet gerekmektedir. Maddî ölçülerle değerlendirilmeye çalışıldığında ise bu ilâhî ve imanî nurlar ya gizlenmekte yâ da tamamıyla kaybolmaktadır.
Risale-i Nur Enstitüsü