Risale-i Nur ve Son Şahitlerin anlatımıyla Tahir Barçın Ağabey

Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ

Zübeyr Abi ilk Kur'an ve din eğitimini nur talebesi ve Üstadın doktoru Tahir Barçın'ın babası kurra hafız Ermenekli Mahmut N. Barçın'dan alıyor.

Doktor Tahir Barçın Ağabey, Üstad Bediüzzaman Said Nursî’yi ilk defa 1922 yılı Ağustos ayında; 16 yaşındayken İstanbul’da gördüğünü Necmeddin Şahiner Abiye anlatır.

"İstanbul işgal altındayken; 1922 Ağustos ayında İstanbul'a; Fatih medresesinde talebe olan abim Mustafa Barçın'ı ziyarete geldiğimde; ikindi namazından sonra Fatih Camii’nden çıkınca, kalabalık cemaatin önünde heybetli bir zat vardı. Mahalli kıyafetli ve belinde kaması vardı. Bediüzzaman lakaplı hocaymış dediler. Daha sonra Ankara'ya gittiğini duyduk."

Üstad Nursi, İstanbul işgali 5 Ekim 1922 de bitip İngilizler İstanbul'u terk ettikten 35 gün sonra Ankara reisinin ısrarlı davetleri üzerine trenle 9 Kasım 1922’de Perşembe günü Ankara'ya ayak bastı.

Tahir Barçın Emirdağ'da görevdeyken kız kardeşinin hastalığı için geldiği İstanbul’da gördüğü bir rüyadan sonra Sözler’i daha çok okumaya başlar ve Bitlis'teki görevi sırasında gittiği yerlerde Risale-i Nur dağıtır. Bu dönemi rahmetli Barçın şöyle anlatır:

"Şarkta on ay kadar kaldım. Hizan'ın köylerini dolaştım. Hemşehrileri Üstad'ı ölmüş biliyorlarmış. Onlara Üstad'ı anlattım, eserlerden dağıttım. Bitlis'ten Üstad'a ağrı kesici optalidon hapı gönderiyordum, kendileri de bana optalidon’a mukabil olarak Asâ-yı Musa ve diğer eserlerden gönderiyordu. Bu eserler şarkta çok hizmetlere vesile oldu."

Hizan

Tahir Abinin anlatımına göre Üstad Emirdağ'ı 1 Ağustos Şaban ayında 1944 tarihinde, salı günü akşama doğru, gölgelerin uzadığı bir zamanda şereflendiriyor.

Tahir Abi Üstadın Emirdağ’a ilk gelişini Necmeddin Şahiner'e şöyle anlatır:

"Bir yaz günü yorucu bir mesaiden sonra arkadaşlarla; hükümet konağı önündeki kahvede oturmuş çay içiyorduk. Güneş gruba yaklaşmıştı. Afyon tarafından bir vasıtanın toz duman kaldırarak gelip hükümet binası önünde durduğu görüldü. Arabadan 70 yaşlarında sarıklı cübbeli bir zat acelece indi. Elinde seccadesiyle namaz kılmak için müsait bir yer arıyordu, kıbleyi sordu namaza durdu." Allahu Ekber!

Asrın çileli kahramanı 15 gün bir otele yerleştirildi.

İlk ziyaretçisi Çalışkanlar ailesinden Hasan Çalışkan ve daha sonra ağabeyi Mehmet Çalışkandı.

Bu 15 günde Üstadın yemekleri ve yıkanan elbiseleri, Abdulkadir Geylani soyundan, gizli evliya Şıh Ali Çalışkan'ın büyük oğlu Mehmet Çalışkan'ın evinden gidiyordu.

15 günden sonra otelin karşısında 3 odalı bir ev tuttu yiğit Çalışkanlar. Evin kirasını Üstad kendisi veriyordu.

Tahir Barçın anlatıyor:

"Üstadı ilk gördüğüm tarihten 22 sene sonra yine bir Ağustos günü Emirdağ’da böyle gördüm. Afyon’un Emirdağ kazasında, Hükümet doktoru ve İskân İşleri müdürüydüm. Bize bir yazı geldi. Yazıda, “Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ’a gönderilmiştir. Oraya iskân edilmesini...” diyordu. Polisler Bediüzzaman Hazretlerini, bize teslim ettiler. Biz bu yazı üzerine Üstad’ı Emirdağ nüfusuna kaydettik. Sonra Üstad Hazretleri, beni çağırttı. Gittim, görüştük. Bana Denizli Hapishanesinin bir meyvesi olan eseri verdi. Sonra görüşmelerimiz devam etti. Biz Üstad’ı kalben sevdiğimiz için, çekinmeden yanına gidip geliyorduk.

“Bu arada Kaymakam Abdulkadir Uraz; Üstadla uğraşmaya başlamış benim haberim yoktu. Namaz kılmak için Çarşı Camisi'nin son cemaat kısmına ufacık bir bölme yapıp ve küçük bir mangal koymuşlardı. Bir gün gizlice camiye saklanıp suçüstü yapmak istercesine o bölmeyi kaldırtıp bekçileri çağırıp, "İhtiyaçlarını siz görün yanına kimseyi sokmayın" demiş. Üstad'a hizmet eden Mehmed Çalışkan gibi insanları çağırıp, "Bir daha yanına girmeyeceksiniz" diye tehdit etmiş.

“Bu durumlardan hiç haberim yoktu, bana Mehmed Çalışkan gelip haber verdi. 'Bu adam Üstad'ın yanına talebeleri sokmuyor, yabancılara Üstad'ı zehirletecek’ dedi. Bunun üzerine sarhoş fakat imanlı Cumhuriyet savcısına haber verdik. Savcı Üstadın karşısındaki evde oturuyordu. Üstad'ın gece yaptığı cehri evradlarını duyuyormuş. Sonra bekçileri çağırıp, ihtar etmiş ve “kapısına yaklaşırsanız sizi tutuklatırım” demiş. Bekçiler de bu durumu kaymakama bildirmişler. Tam bu sırada kaymakam, hamile karısını bırakıp karda kışta askere Doğu Beyazıt'a gitti."

Yine 1944 yılında Üstad teneffüs için kırdan dönerken jandarma karakol komutanı İsmail Güneybölük Üstadın sarığını zorla almaya kalkıp sarığını kısmen yırtıyor.

Aslında bu kır gezisine Hamza Emek'le gideceklerken Üstad karar değiştirip "sen gelme ben yalnız gideceğim" deyip yalnız gidiyor ve kuvvetle muhtemel bir kavganın önüne geçiyor.

Üstad Emirdağ Lahikası 64. sayfada bu yasadışı terbiyesizliği şöyle anlatır:

"2.mesele:

"Bayramın 2.gününde (1944 Ramazan Bayramı 2. günü olan 20 Eylül Çarşamba günü akşama doğru) teneffüs için kırlara çıktığım zaman, Ehemmiyetli bir memur tarafından (Yüzbaşı İsmail Güneybölük), 5 vecihle kanunsuz bir taarruza maruz kaldım."

Yine Üstad Emirdağ Lahikası 71. sayfada bu saldırının içyüzünü şöyle anlatır:

"Aziz sıddık kardeşlerim, merak etmeyiniz telaş edilecek bir şey yok... Bir kumandan bana hafif ilişti... Fakat sonra pişman oldular" demektedir.

Vakayı kısaca özetlersek; Yukardaki uğursuz adama 1944 yılı Ramazan Bayramından sonra Ankara Emniyet Müdürü Osman Sabri Adal ve yanındaki adamlarla Emirdağ’ı ziyaret edeceği bildiriliyor.

Karakol komutanı yüzbaşı bundan cesaret alarak, kırdan evine dönen Üstadın sarığını kendi evinin önünden geçerken altı pijamalı üstü resmi elbiseli olarak, zorla almaya çalışıyor.

Üstadı gözetlemekle görevli jandarma Gaziantepli Halil Gönülalan bu gerçeği şöyle anlatıyor:

"Bölük komutanı sarığı yırttıktan sonra; karı koca geceleri devamlı kâbus görüp uyuyamıyorlar. Bir gece saat 3’te Bediüzzaman'dan özür dilemeye gittik, af diledik. Üstad, "Benim suçum nedir varsın rahat yatsın" diyerek onu bağışladı.”

Tahir Barçın Emirdağ’da 2. kez göreve başladıktan sonra bir Hıdırellez günü Emirdağ'ın yüksek bir tepesine Mehmet Çalışkan ile birlikte çıkıyorlar.

Üstad, "Ben öldükten sonra yerimin bilinmemesini istiyorum. Çünkü kimi mezarıma ekmek asacak, kimi ip bağlayıp dilekte bulunacak, rahatsız edilmek istemiyorum. Beni Ispartalılar isterse verin" diyor.

Üstad'ın bazen talebeleriyle çıktığı Emirdağ’ın kuzeyinde, Afyon/Ankara yoluna yakın 1259 metre yüksekliğindeki meşhur Adaçal Tepesi'nden Emirdağ'a bakış.

1945 yılı başında eşzamanlı olarak dikkat çekici iki değişiklik birden oluyor.

Üstad ile uğraşan kaymakam Uraz askere, Üstadın yılmaz koruyucusu sağlık müdürü Tahir Barçın ise Bitlis’e tayin ediliyor.

İşte bu tayinden sonra 1945 yılı başında Emirdağ'a eski kaymakam A. Uraz'ın ağzından kaçırdığı Üstadı öldürme planı yeni bir vekil kaymakam gelmesiyle birlikte akşam soğuması için Üstadın pencere kenarına koyduğu sürahisine bekçinin, gece yarısı çıkıp zehir katmasıyla gerçekleşir.

Üstad ilk vasiyetini 1945 başında bu ağır zehirlenme üzerine kaleme aldırır. Emirdağ Lahikası girişinde bu suikast emri şöyle anlatılır:

"Emirdağı’nın resmî büyük bir memuru (kaymakamı) bilâhare Nur’un kahraman bir talebesi olan arkadaşına: “Gizlice Said Nursî’nin imhası için gizli bir plan ve emir var” demiştir.

Üstad, "Cevşenül Kebir gibi Evrad-ı Kudsiye’nin feyziyle ölümden muhafaza olunuyorum. Fakat hastalık ve ızdırap çok şiddetlidir" der.

Tahir Barçın 10 ay kadar Bitlis ve köylerinde görev yaptıktan sonra 1945 sonbaharında Emirdağ Sağlık Müdürlüğü görevine geri dönüyor.

Üstadı ziyaret ettiğinde, "Şarkın kapısını açtın büyük fütuhat yaptın" iltifatına mazhar olur. Üstadın, "bahtiyar doktor" ünvanı verdiği sayılı doktorlardan biri olur.

Dr. Barçın, Üstadın evinde yaptığı kahvaltıları şöyle anlatır:

"Üstad'ı ziyaretimizin arası açılınca akşamdan karar verirdik, Üstad'a gidelim diye. Sabah erkenden Mustafa Acet gelir, 'Üstad sizi çağırıyor’ diye bizi haberdar ederdi. Bu ziyaretlerin ekserisi pazar günleri olurdu. Bizi tebessümle karşılardı, çay ikram ederdi. Simit verirdi, sabah kahvaltısını orada Üstad'ın evinde yapardık."

Bu arada vekil kaymakamın emriyle, yine kırda gezerken, jandarma başçavuşu Ziya yanına 2 jandarma 2 bekçi alıp Üstadın sarığına musallat olup; sarığını alıp karakola getiriyorlar.

Üstad başında takke ile karakoldan çıkıp onu bekleyen rahmetli Hamza Emek'le evine gidiyor.

Bu olayları anlatan rahmetli Hamza Emek olaylardan habersiz ziyaret için Eskişehir’den gelen, binbaşı Reşat Bey'e haber verince Üstad, "getir" deyip sandalyeye oturtuyor. Üstad sobası yandığı halde pencereyi açtırıp; son derece öfkeli bir halde Binbaşı Reşat Bey’e dert yanıyor.

Meşhur 4 komutanla ilgili hatıralarını özetleyip; uzunca bir ders yaptıktan sonra, yatağının başucunda asılı Kur'an-ı Hakim'i gösterip, “Kur’an hakkı için” diyerek Celcelutiye'yi açıp göstererek, "Şu 2 satırı hiç okumamışım, Üstadım İmam Ali diyor ki, "Ya Said, bunaldığın zaman şu 2 satırı oku Cenab-ı Hak sana 2 ifriti hadim olarak gönderecek...” Bizim vazifemiz hizmettir. İhlasla vazifemize devam etmektir. Bunu okumadım ve okumuyorum. Yoksa bu zalimlerin bin tanesini cehenneme gönderirim, hiçbir talebemin de elini kana bulamam" diyor.

İşte Üstadın başına yapılan bu tasalluta Rahmetli Tahir Barçın şu şekilde çözüm buluyor.

1944’te Emirdağ zabıt kâtibi Necati Müftüoğlu anlatıyor:

"Emirdağ Asliye Ceza Hakimi Kıbrıslı Fethi Önkaya çok dindar bir adamdı. Bu hakimin söylediği şekilde Dr. Tahir Bey aynen şöyle yazdı:

“Sanık Said Nursi’de yakalanan, şapka kanununa muhalefetten ve sarık sarıp sarmaması hakkında.." şeklinde devam eden şapka takmasının sağlığına bir faydası olmadığı, sağlığı için sarık sarması gerektiği hakkında hazırladıkları raporu Üstada verdim şapkayı aldık, takkesini geri verdik" demektedir.

Üstad, "Evladım nur olsunlar" diyerek dua ediyor ve karakoldan başında takkeyle çıkıp rahmetli Hamza Emek’le evine gidiyorlar.

Bu hizmetlerin bedelini Tahir Ağabey, 27 Mayıs 1960 İhtilalinde, Emirdağlı Risale-i Nur talebeleriyle birlikte, bir müddet Bolvadin Hapishanesinde yatarak ödemiş sonra tahliye ve beraat etmiştir.

Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi adlı eserin 436. Sayfasında şunlar yazılı:

"Takvim yaprakları 18 Mart 1960 cumayı gösteriyor. Üstad Bediüzzaman Emirdağ'da şiddetli hasta. Rahmetli Dr. Tahir Barçın'a göre Üstad ağır zatürredir. Ateşi ise 38 dereceyi gösterir.”

Tahir Abiye göre bu derece Üstadın vücudunun artık daha fazla mücadele edemediğini gösterir. Buna rağmen yakında öleceği kimsenin aklına gelmemektedir. Tahir Barçın, Üstad Nursi'ye serum verip iğne yapar. Üstad biraz dalar ve sonra gülerek uyanır. Başında endişeyle bekleşen; rahmetli Zübeyr, Hamza Emek ve Tahir Abilere, "Kardeşlerim! Risale-i Nur bu vatana hakimdir. Mason ve komünistlerin belini kırmıştır. Biraz sıkıntı çekeceksiniz fakat sonunda iyi olacak" der.

Üstad Bediüzzaman bu sözleri 3 kere tekrarlayıp tekrar kendinden geçip yeniden dalgınlaşır.

19 Mart 1960 Cumartesi sabahı Üstad zinde şekilde giyinir, abdest alır ve sabah namazını kılar. Emirdağ'daki bütün talebelerini yanına çağırtır.

"Allahaısmarladık kardeşlerim ben gidiyorum" der.

Önceki ayrılışlarda, "Merak etmeyin ben yakında geleceğim" demişti.

Ramazan'ın ilk 15 gününü Isparta'da geçirdikten sonra Emirdağ’a gelmiş, 3 gün Emirdağ'da oruç tuttuktan sonra 4. gün; 19 Mart Cumartesi sabahı tekrar Isparta'ya dönmüştü.

20 Mart Pazar günü, yani 22 Ramazan 1960 saat 9 civarında ise Isparta'dan Urfa'ya doğru yola çıkıp; Eğirdir'i geçip Şarki Karağaç'ta biraz mola verdiler. Kuvvetli yağmurda ilerlerken; Şavrole İmpala'nın 'Isparta 2001’ yazılı plakası çamurla sıvalıydı.

***

Tahir Abinin İstanbul hayatı hatıralarıyla konumuzu bitirelim.

Bolvadin Hapishanesinden çıktıktan bir müddet sonra Tahir Barçın'ın tayini İstanbul'a çıkar ve Fatih Sarıgüzel Caddesi'nde Rahmetli Akif’in doğup büyüdüğü evde kiracı olarak yaşamaya başlar. Evinde her Çarşamba günleri Sözler dersi yapılır.

Kendisini yakından tanıyan Mehmet İşcan'ın kısalttığım anlatımına göre; üniversite öğrencisi olan ve midesinden rahatsız olan İşcan hem mide filmi hem muayene hem de 3 çeşit ilaç için Barçın Abinin hiç para almadığını ve "ücret yok hizmet var" dediğini anlatır.

12 Mart 1971 muhtırasından hemen sonra kontrole gittiğinde genç bir karıkocayı sıra dışından muayeneye aldığını görür. Mehmed İşcan kontrol anında bunu yadırgadığını Barçın Abiye çaktırır. Tahir Abi durumu şöyle açıklar:

“Bak kardeşim, Türkiye kritik bir dönem içine girdi. Risâle-i Nur ve Nur Talebelerine karşı baskınlar ve tevkifler başladı. Bana gelen bu şahıs muvazzaf subay ve hâkim üsteğmendir yeni tanıştım. Risâle-i Nur ve Nur Talebeleri hakkında yanlış bilgilendirilmiş ve önyargıları var. Ona Risâle-i Nur’un gayesinin iman kurtarmak olduğunu, Kur’ân’ın bu zamanda hakîkî bir tefsiri olduğunu anlatıyorum. Risâle-i Nur okuyanların ve ondan ders alanların ailesine vatan ve milletine faydalı kişiler olduklarını, Risâle-i Nur’u okuyanların, ehl-i dünyanın hayatlarına karışmadıklarını anlatıyorum. Doktorlukla beraber bizim aslî vazifemiz iman hakikatlerini tebliğ etmektir. Bunun için o kişileri sıra dışından muayeneye aldım" der.

Yine İşcan annesini muayene ettirip ücretini sorunca, “Ücret mücret yok. Senin annen, benim de ebedî muhtereme bir hemşiremdir” der.

“Annemin zengin evlâdları var. Onun için muayene ücretini almanız gerektiğini düşünüyorum” dediğinde Dr. Tahir Ağabey, “Hayır kardeşim, ben annenin evlâdlarını görmedim ve tanımıyorum da. Ben bu muhtereme hemşiremi senin annen olarak tanıyorum ve biliyorum. Annenin diğer zengin evlâdları da beni hiç ilgilendirmiyor” der.

İşte kahraman ve bahtiyar Dr. Tahir Barçın Abi her yerde ve her konuda iman, Kur'an davasını önceleyen örnek bir abimizdi.

Makamı Firdevs olsun inşaallah.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.