Bir müddet önce ülkücü geçmişi ile bilinen bir sanayici, bir gazeteye verdiği demeçte şu ifadeleri kullanmıştı: ‘Şu an yaşayan Türk Diline iki büyük eserin önemli katkısı vardır. Bunlardan biri Atatürk’ün Nutuk’u, diğeri de Risale-i Nur Külliyatıdır.’’ Bu sözlerin Nutuk açısından bir temenniden öteye geçmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Risale-i Nur Külliyatının Türkçe’ye çok büyük hizmeti ettiği doğrudur. Çünkü milyonlarca kişi tarafından okunan bu eserler ile doğudan batıya, kuzeyden güneye bir büyük gönül köprüsü kurulmuştur. Bizi ecdadımızın bin yıllık diline, kültürüne, değerlerine bağlayan, bugün çok dinamik ve canlı bir şekilde varlığını sürdüren Risale-i Nur Külliyatının bu büyük hizmetini tam anlamıyla ifade etmek hiç de kolay değildir.
Türkçe, resmi bir şekilde koca bir geçmişten ve kültür hazinesinden koparılmak istenmiş, Türk Dil Kurumu marifetiyle, ruhsuz ve yapay bir hale getirilmeye çalışılmıştır. Hatta Türk Dil Kurumu’nun başına AgopAgopyan isimli bir Ermeni vatandaşımızın getirilmesi de gerçekten çok ilginç ve manidar bulunmuştur. AgopAgopyan, daha sonraları soyadı kanunu çıktıktan sonra ‘’Dilaçar’’ soyadını almıştır.
Bu eserler, her gün on binlerce mekânda, yüz binlerce insan tarafından hararetle okunmaya ve müzakere edilmeye devam edilmektedir. Nur Külliyatı üzerinde yapılan akademik çalışmaların sayısı her geçen gün artmaktadır. Bu faaliyetler neticesinde, Türkçe’nin her türlü dayatma ve yönlendirmenin aksine büyük bir kültürün parçası olarak zengin bir hazine gibi varlığını devam ettirmenin yolu korunmuş ve açık tutulmuştur. Bin yıla yakın bir süre içerisinde Türkçe’ye karışmış, Türkçeleşmiş, bu toprakların, insanların ve kültürün bir parçası haline gelmiş zengin bir dilin muhafazası elbette önemli idi.
Yoksa koca bir geçmiş ile adeta bıçakla kesilir gibi manevi alakanın kesilmesi anlamına gelen teşebbüslerin başarılı olması işten bile değildi. Tamamen ruhsuz, mazi ile bağları koparılmış, manevi zenginliklerden arındırılmış bir dil oluşturma çabalarının önündeki en büyük engel hiç şüphesiz ki, Risale-i Nur Külliyatının Anadolu’da gördüğü büyük alaka, kalplerde ve ruhlarda yaptığı büyük tesirdir.
Ayrıca Risale-i Nur Külliyatı elli civarında dünya diline çevrilmiştir. Bu tercüme çalışmaları büyük bir şevk ile devam etmektedir. Bin yıllık dilimizin zengin terkipleri ve letafeti, tercümeler ile dahi olsa dünya insanları ile buluşmaktadır. Birçok insan Risale-i Nur’u tanıdıktan sonra, bu muhteşem eserleri orijinalinden okumak için Türkçe öğrenmişlerdir ve halen de bu gayreti gösteren çok sayıda insandan bahsedilmektedir. Türkiye’ye gelip bu eser külliyatından daha çok istifade edebilmek için bir müddet yaşayan ve bu eserleri orijinalinden okumaya çalışan çok sayıda insan bulunmaktadır..
Burada yeri gelmişken, yıllar önce yapılan bir ilginç tespite yer vermekte fayda vardır. 1977 yılında aydınlarla Said Nursi ve Nurculuk konusunu görüşen Necmeddin Şahiner, çok değerli Sosyoloji Profesörlerinden Cahit Tanyol ile de görüşür. Bu görüşme esnasında Prof. Dr. Cahit Tanyol şu enteresan ifadeleri kullanır:
‘’Araştırmalarına devam et, hatta bu Said Nursi’nin kerametlerini, hakkında söylenilen menkıbeleri de topla. Türk halkı nasıl olup da bunun peşinden gidiyor. Biz devrimleri kanun kuvvetiyle koruyoruz. Said Nursi sırtında bir Kürt hırkasıyla milyonlarca insanı peşine taktı. İşte bu nokta sosyolojik açıdan çok ilginçtir, Sosyolojinin meşgul olduğu bir sahadır. Ben bu akılsız Marksistlere şu Nur Risalelerini bir okuyun diyorum. Onlar tutup benim aleyhimde nümayiş yaptılar. Sonra 1971’de gidip ikişer üçer sene yattılar. Sonra gelip özür dileyip elimi öptüler. Hocam siz haklıymışsınız dediler. İlkokuldan, üniversiteye kadar devrimleri, Kemalizm’i ders veriyoruz, Fakülteyi bitiren öğrenci ya Marksist oluyor veya Nurcu oluyor.’’
Nutuk için, hangi verilere dayanarak böyle bir iddianın ortaya atıldığını cidden merak ediyoruz. Bütün bu tespitler ışığında, bu konudaki kararı okuyucularımızın basiretine havale ediyoruz