Evet, Risale-i Nur yasaklandı ama ne zaman? Sadece Risale-i Nur yasaklanmadı ki. Risale-i Nur'a düşman olanlar, aslında onun menbaı olan Kur'an'a düşmandı. Minarede ezanı yasakladıkları gibi, onun aslını okuyan adamı da indirip hapse gönderdiler. Şapka giymediği ve kendi ördüğü başlığı giydi diye, onlarca köylüyü mahkemeye verdiler. Basit bir şapka yüzünden idamları ve diğer zulümleri yazmıyorum bile. Vakıf kayıtlarında var. Meclis kayıtlarında, zabıtlarında da var. Yüzlerce camiyi, amacından uzak şekilde ya kiraya verdiler ya da sattılar. Bu bir değişmez zihniyet. Nasıl fikir ve inançta iki ana damar eksik olmamış. Öyle de siyasette de eksik olmaz. Çünkü siyaseti de neticede o iki anlayıştaki insanlar yapmaktadır.
Günlük siyasî tartışmalar, çoğu zaman münakaşayı o da kalplerde nefreti netice verdiği için, mümkün oldukça girmemeye, lüzumsuz gevezelik yapmamaya çalışırım. Sadece zihniyetin çarpıklığını, değişmediğini ve değişemeyeceğini anlatmaya; bildiğim, gördüğüm ve anladığım bir yanlış varsa, doğrusunu bildirmeye çalışırım. üstadın ifadesiyle "...bana ihtiyaç yok, çünkü mesail tavazzuh etmiş. Herkes benim gibi bilir. Beyhude çene çalmak mânâsızdır."
Siyasette Risale-i Nur çizgisi tevile, anlamak için zorlanmaya, müsamere nevinden göstermelik meşveretlere, hatta bir başkasından dinlemeye lüzum kalmadan bellidir, açıktır. Risale okuyucusu, eğer nurlarda talim edilen esaslara vakıfsa, fıtrî olarak meseleyi tahlil eder ve kararını isabetle verir. Bizim burada çok nadirattan yapmaya çalıştığımız bir telkin, tavsiye değil. Anlayabildiğimiz kadarıyla, aldığımız dersi kendi nefsimize tekrardır. Hayalin eline vermektir. Bu dersi, altın bulanlar alır; bakır bulanlar ise maziye havale eder.
Evvela, bozuk plak gibi, cumhuriyeti kurduğunu tekrar eden mâlum siyasî teşekkülün, cumhuriyetin sadece ismini kullandığını; kendisinin ve uygulamalarının cumhuriyetle bir ilgisinin olmadığını, özellikle ilk çeyrek asırdaki uygulamalarından rahatlıkla anlayabiliriz. 1946'daki dünyada emsali olmayan "açık rey, gizli tasnif" uygulamasından da bu teşekkülün demokrasiyle de ilgisinin olmadığını basit mantıkla bile anlarsınız. Bu yüz kızartıcı uygulaması ve pazarlıklarla kazandığı vekilleri sayesinde dört sene daha zulmüne devam ettiğinden, herhangi bir pişmanlığı, özrü veya helalleşme arzusunu da duymadık.
Bir teşekkülü, ancak tam hâkim olduğu zamandaki uygulamalarından tanırız ve onu ona göre yargılarız. Cumhuriyet ismini tam bir istismarla kullanan mâlum parti, tam hâkim olduğu ve siyasî tarihin dünyada emsalsiz istibdadî uygulamalarının yapıldığı bu dönemle ilgili, bir pişmanlığı veya hesaplaşması yoktur. Olma emaresi dahi yoktur. Hatta bu yapı iktidar olduğunda, muhtemelen söz sahibi durumuna geçecek yazar, çizer, radyo ve televizyon programcıları, yani ideologlarının beyanlarından anladığımız kadarıyla, o döneme tam bir özlem de var. Dahası, bir bilenme ve daha donanımlı siyasi planlar içinde olduklarını bazı beyanlardan da hemen anlarsınız. Masum bir Kur'an öğretimine 'çağdışı zihniyet' diyen yetkiliyi ya da bulunduğu şehri istila edenleri değil de ecdadı 'hain' ilân edenlere azıcık dikkat bile yeter. Bu yetkililerin beyan ve konuşmalarının aksine bir beyan duymadığımız gibi, destekler tarzda duruşa devam da ettiler.
Başta Menderes'e uydurma yalanlarla ve yargılamalarla, daha sonra seçimle gelmiş ve ülkeye hizmet etmiş önemli siyasilere parmak sallamalarından ve sadece milletin yargılayıp yokluğa mahkum edebileceği, milletin sevgisine, rahmetle anmasına mazhar olmuş, bu önemli kişileri zamanında ve şimdi, tehditlerinden anlıyoruz ki bu zihniyetin milleti ve milletin değerlerini, kararını da pek aldırdığı, aldıracağı da yok. Bazı fikir babası elitlerin ve ilaveten sağını solunu fark edemeyen yapıların, millete üsten bakan söz, davranış ve beyanları da gösteriyor ki bu zihniyet, milletle barışık olmadığı gibi, göstermelik bazı sözüm ona helalleşme merasimlerine bile tahammülsüzdürler.
Said Nursi'yi; cumhuriyetle alakasız, eski istibdâdî uygulamalarının özlemi için de oldukları beyanları ile apaçık, bu tip yapılarla irtibatlı veya barışık göstermek veya üstad adına, o yapıların ıslah-ı hâl ettiklerini belirtmek bir aymazlıktır. Bu aymazlığı güya kendilerini üstadın en sadık, hakiki talebesi zanneden, hatta üstadın özellikle siyasî sayılan mektuplarının çok sıkı takipçileri olduklarını gören kardeşlerimiz yapıyor. Fakat bir sene önce, bu tip sözleri dillendiren birine, Emirdağı Lahikası'nda geçen, bu konuyu en açık izah eden mektuptaki "Bu millet o partiyi ihtiyarıyla katiyen iktidara getirmeyecek. Çünkü o parti iktidara gelecek olursa, komünist kuvveti o partinin altında, bu vatana hâkim olacaktır." öngörüsünün vakti geçti mi, diye sordum. Hâlâ cevap gelmedi.
Hele bu tip yapıları, ıslah-ı hâl etmiş göstermek ve bazı helalleşeceğiz müsamererini abartarak takdim etmek, vakf-ı hayat ettiğimiz hakikatleri ilgilendiren bir yalan üzerine bina ediliyorsa, işte buna tahammül etmeyiz, edemeyiz. Yoksa kimsenin kararına bir şey diyeceğimiz yoktur. Nedir bu yalan? Güya, Risale-i Nur'u devlet (mevcut hükümeti kastederek) yasak etmiş, birileri bu yasağı kaldırmaya vesile olmuşmuş.
Bu yalan ve kasıtlı propaganda, Risale-i Nur namı altında bilerek yapılıyorsa, ihanettir. Bir asabiyet-i cahiliye nevinden, eski âdetleri terk edememe hâlinin sarhoşluk tezahürü nevinden bir tutumsa, o zaman tam anlamıyla bir ahmaklıktır. Çünkü Nurlar, icabında yasaklanabilirmiş de gibi bir kanaate bile tahammülümüz yoktur.
Bu önemli, bana göre biraz da hayatî meseleyi zamanında, ilgili üç dört yerden tahkik ederek vuzuha kavuşturmuştuk. İşin doğrusunun bir yasaklama olmadığını, Risale-i Nur üzerinde oynamalar, sahteleştirmeler yapan, uluslararası bir örgütün ikazlarla engel olunamayan bu fütursuzca tahribatına, yasal bir engel de bulunamayınca, yine üstadın "vekilim, varisim" dediği talebelerinin de tasvip, teyit ve teşvikleri ile; ayrıca kuruluş gayesi Nurları basmak, yaymak ve dünyaya ulaştırmak olan, bilfiil de bunu başarmış yayınevlerinin de katılımıyla alınan bir "geçici olarak bandrol vermeme" tedbiri olduğunu anlamıştık. Yani kanun ve düzenleme çıkana kadar, yayınevleri ellerindeki bandrollarla basmaya devam edecekler. Fakat söz konusu şebeke, bir boşluk bulup yararlanmasın diye de yeni düzenleme çıkana kadar kimseye yeni bandrol verilmeyecek. Bu, "Bandrol bir süre verilmesin." kararında, bunu "Nurlara yasak kondu." şeklinde propaganda yapan grubun da tasvip ve kabulü bile var.
Bu uygulamanın neresinde Nurları yasaklama var? Hangi akıl ve vicdan, bunu "Risale-i Nurlar yasaklanmış." gibi anlar ve yayar. O dönemde, en az üç yayıneviyle irtibatımız oldu. Kitaplarını aldık, dağıttık ve sattık. Hepsi de basıyoruz, hiçbir yasak söz konusu değil, diye de teyit ettiler. Sadece mevcudu bitmiş olanları yeniden basacaklarsa, yani bandrol almak icap ediyorsa, bir müddet beklemeleri gerekecek. Yoksa Risale basamazsanız diye bir yasak söz konusu değildi, olamazdı da. Devamında çıkan kararda, yine yaygara yapıldığı gibi bir devlet tekeli olması söz konusu bile değil. Bilakis devlete, basmak zorunluluğu getirmek var. Sadece aslına uygun olarak basmak isteyen herkese bu yetki verildi ve uygulamada öyle oldu. On altı yayınevi, basmak için her türlü yetkiyi aldı. Aslına uygun basmak istemeyenler, başta her şeyi meş'um maksadına alet eden uluslararası örgüt ve uzantıları elbette feveran etti. Bu fevkalede güzel kararın iptaline sebep oldular, yanlış ettiler.
Geçenlerde Nurlar yasak edildi, bir parti de bunun serbest olmasına vesile oldu, yalanını yayanlar arasından üst seviyede bir görevli biriyle yazıştık. Benim yukarıda özetle anlattığımı kabul ve gerçekten bir yasak ve bu yasağı kaldırma gibi bir durum olmadığını kabul etmek zorunda kaldı. Bu sefer de Diyanetin isteyen herkese verdiği basma yetkisine ilaveler olduğunu, artık derse gitmenin veya ders yapmanın da Diyanet iznine tâbi olduğu bilgisini paylaştı. "Öyle bir kararın metnini bana gönderir misin?" dedim. Sağ olsun, gönderdi. Onun da onların anladıkları gibi olmadığı ayan beyan belliydi.
Risale-i Nurlar basılıyor. Bunun masraflardan sonra kalan kârı nereye gidiyor? Üstadın, kendini nurlara ve iman hizmetine vakfeden kardeşlerimizin nafakası olarak, yine nurların hizmetine medar birtakım faaliyetler için harcanması vasiyeti var. Belli yayınevleri, bunu yapıyor, buna biz bizzat şahidiz. Bazıları ise, bunu yapmıyor, dağıtmıyor. Dağıtmadıklarına eski bir vakıf olarak yine bizzat şahidiz.
Diyanet de diyor ki Nurların basımından elde edilen kârı, masraflardan sonra artan bu parayı nereye harcadığınızı, harcayacağınızı bildirirseniz, memnun oluruz. Bir mecburiyet de getirmiyor. "Bunun neresinde hizmete müdahale var?" diye sorunca, meselenin eksik ve yanlış anlaşıldığı ortaya çıktı. Çünkü cevap gelmedi.
Diyanet'in (Bir anlamda devletin) Nurları basması, bazılarına bir memnuniyet vermediği gibi, bu güzel gelişmeyi ifadeden de özenle kaçılıyor. Bu güzel gelişmelerin, bir siyasi cenaha yarayacağı vehmi hatta biraz da korkusu var. Bu da ayrı bir bağnazlık. Ayasofya'nın açılması bile gündeme getirilmiyor. Zamanında "Ayasofya açanları, tarih altın sayfalarla yazacak." diye yazan güya akl-ı selim bildiğim romancı bir arkadaş bile bir kelâm edemedi maalesef. Sus pus bekliyor bu akl-ı selim arkadaş.
Bunları sakın bir siyasî mülahaza ile yazdığımı düşünmeyiniz. Başta da dediğimiz gibi, her şeyin apaçık olduğu zeminde konuşmayı fuzuli görüyorum. Fakat bir yanlışın siyasete, hatta zındıka komitelerinin cirit attığı yapıyı şirin göstermeye vesile edilmesine itiraz ediyorum. Bundan, vicdanen rahatsız oluyorum. Yıllarca birlikte olduğumuz arkadaşların böyle bir çıkmaza alet edilmesi, hizmet tarihinin kara sayfasıdır ve bizi rahatsız etmektedir.
Siyasette, üstadın "siyaseti dine dost yapmak, daha büyük şerrin söz sahibi olmaması adına küçük hataları görmemek düsturu" esas alındığında, mesele tavazzuh ediyor zaten. Şu anda, devletin tv kanallarındaki güzelliklere, malum zihniyetin muzahrafatına baktığımızda bile her şey apaçık görünüyor. Gerisi laf-ı güzaf.
Evet dostlar, "Yanlışlık, tatbik-i nazariyat ve mukteza-yı hâli düşünmemekten çıkar." cümlesi meselemizde çok mânidar. Hem "dindar, demokrat, muhafazakâr ve daha büyük zarara engel bir yapıya" birtakım siyasî mülahazalar ile karşı olabilirsin. Ama bu aksi tercihinizi yalana, yanlışa veya hayali ithamlara bina edemezsiniz. Buna Nurları alet etmek veya bu açık meselenin teviller ile felsefesini yapmak ayrı bir affedilmez hatadır.
Selam ve dua ile.