-ikinci makale-
Üstad Bediüzzaman Said Nursî, kanayan, ağlayan, sızlanan, tereddütler içinde kıvranan, düşe kalka yürüyen, unutan/hatırlayan bir insan olarak yüzleşir kâinat kitabıyla. Baştan sona bir yüzleşme sancısının kaydıdır Risale-i Nur. Varoluşun gerçeğine dışarıdan bakmakla yetinmez; varlığın içinde akmayı göze alır. Muhatabına varoluş sancıları yaşatır, sarsıcı sorular sorar, fena/beka çelişkisini batırır kalbine. Sonsuzluğa âşık bir kalbin yaşayabileceği elemleri, hüzünleri, sevinçleri seslendirir. Ezberlerin ardına saklamaz kalbi. Şablon tesellilerin kuşağına sarmaz ruhu. Çıplak bırakır kalbi ve ruhu. Rüzgâra açar insanı. Ten kafesine mahpus bir ruhun ağrılı çırpınışlarını dillendirir. Denizi kıyıdan seyrettirmekle yetinmez; muhatabını denizin içine alır, dalgaları duyumsatır, ıslatır.
Said Nursî, kalbimizi varoluşun pürüzlerine vurur. Kanadı kırık kuşlardan, çabucak solan çiçeklerden, kederli yaprak hışırtılarından, gurbet yalnızlığının acılarından söz açar. “Tuzu kuru” değildir. Kâinatı bir soruya dönüştürür; varoluşun her hecesini duymaya odaklanır. Nehrin akışından, tomurcukların açılışına kadar, taşın katılığından ateşin yakıcılığına kadar, zalimlerin zulmüyle gitmesinden, mazlumların çaresiz gözyaşlarına kadar her şeyi duyumsatır. Varlığın göğsüne koyar kalbimizi. Namazı anlatırken, secdeyi sevdirirken, “batan şeyler sevilmez!” çığlığını koyar can kulağımıza…
İşte bu yüzden, Risale-i Nur, üst üste yığılacak, biriktirilecek bilgiler sunmaz; bizi her cümlesinde ortadan ikiye ayıran bir vuruş yapar, her bahsiyle yeni bir miladı başlatır. Hakikate kalbimizle katılmamızı bekler. Kuru bir teori kitabı değildir ki, tekrarıyla ve ezberiyle yetinilsin! Duyguları kavrayan, latifeleri doyuran bir seyre katar okuyucusunu.
Risale-i Nur metni, tekrarlanmayı değil duyumsanmayı hak eden biricik metindir. Risale-i Nur’da bir insan olarak Said Nursi’nin yaşadığı, kaydettiği dönüşümlere şahit olan okuyucu, kendi içine döner, içini okumaya başlar; içgörüsünü geliştirir. İçinde uyuttuğu sancıların sesini bulur Risale’de. Unuttuğu soruların sesini bulur dudaklarında. Böylece, kendi cümleleriyle, kendi duygularıyla var olmayı öğrenir. Başkalarını adam etmek üzere değil, kendini eğitmek üzere içten cümleler kurar, sahih nasihatler verir. İçeriden konuşur, iç/ten söyler.
Risale-i Nur, okuyucusunu dertlendirir. Dert ise söyletir.
Risale-i Nur’dan alıntılar yapmakla yetinmek, Risale-i Nur’un duygulara nüfuz eden, insan fıtratının yatağına dokunan akışkan metnine katılmamaktır. Risale-i Nur okuyan birinin, Risale-i Nur’dan başka bir şey konuşmaması marifet değildir. Aksine, Risale-i Nur okuyan her şeyi konuşur, her hali herkesten çok duyumsar. Her şeyi konuşur ama Risale-i Nur’un kazandırdığı bakış açısıyla konuşur. Birini “Risale-i Nur’dan başka bir şey konuşmaz” diye övmek, onu Risale-i Nur’un bakış açısından nasipsiz olmakla suçlamaktır. Ya da Risale-i Nur’u fikir üretmeyen, ilham vermeyen, bakış açısı kazandırmayan yavan bir metin sanmaktır.
Risale-i Nur’a perde olmak, öyle olmaz böyle olur!