-İkinci Makale-
Risale-i Nur’a sadık kalmak için çoğu kez başını Risale-i Nur’un sayfalarından kaldırmak gerekir. Çünkü Risale-i Nur’a bakmak değildir görevimiz, Risale-i Nur’dan bakmaktır. Dağlara çağırır, ovalara yolcular, göğe baktırır. Yıldızların sesini dinlemeye hazırlar.
Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şirinine,
Nâme-i nurîyn-i hikmet bak ne takrir eylemiş.
Kurduğu her bir cümlenin son noktasına gelmeden, kâinat kitabının satırlarını ödev diye verir muhatabına. Göklerde gezdirir, yeryüzünün rengârenk sürprizleriyle buluşturur. Sessizce açılan tomurcukların tebessümüyle şaşırtır, şırıldayarak akan derelerin dilini öğretir bize. Denizlerin mavisini sevdirir, çöllerin kıvrımlarını hayal ettirir.
“…nasıl sahrâlarda ve dağlardaki küçük küçük tepelerin türlü türlü muntazam çiçeklerle süslenmeleri, her biri bir Sâni-i Hakîmin vücubuna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber…”
Sarı çiçekli yamaçlarda bekler bizi Risale-i Nur müellifi. Otuzüçüncü Söz’de “Pencere”lerden baktırır. Bahar mevsiminin pembe beyaz, sarı yeşil dal uçlarına eğdirir gönlümüzü. “Suret”lerin ötesine geçirir “hakikat”lerle tanıştırır bizi Haşir Risalesi’nde. Erik dallarından ebedi ümitler okur. Sonsuza hasret kalbimizi üzüm bağlarıyla teselli eder. Yirmidördüncü Söz’de, zühre, katre ve reşha’nın nüanslarına tutundurarak, kâinat ağacının dallarında gezdirir. Ay ışığının su damlasındaki yansımasına odaklar gönlümüzü. Çiçek yüzlerinin gün ışığını renklere ayrıştırması üzerinden hakikat dersi verir. Uçup giden tohumların ‘ince kanat’larına tutundurur akıllarımızı.
Fâtır-ı Hakîm, onların mânevî dualarını kabul edip ki, bir taifenin tohumlarına kıldan kanatçıklar verir; her tarafa uçup gidiyorlar…
Taşların kalbine dokundurur muhatabını Birinci Söz’de. Latif kök ve damarların yolunda, güzellerin dokunmasıyla, güzellerin yolunda toprak olan âşıklar diye sevdirir soğuk ve katı taşları. Taşların “insan kalbinden de yumuşak” olduğunu haber verir. Tam da burada, Risale-i Nur’u kucağımıza alıp Bakara Suresi’nin 74. ayetine heyecanla bakmamızı ister. Risale’nin sadık olduğu asıl kaynağa, Kur’ân’a sadık olmamızı bekler. Başka bir bakışla okumamızı ister Kur’ân sayfalarını da.
Kıssa-yı İbrahim’in[as] aynasında anlatır hâlimizi bize. Hararet karşısında günlerce yaş kalan yaprakları birer ‘aza-yı İbrahim’ olarak seyretmemizi umar. Dal uçlarına çeviririz başımızı ki, meğer ateşi gül bahçesi eyleyen o mucize hemen şimdi burada, yanı başımızdaymış. Böylece yeniden alevlendirir ateşlerde gül arayan İbrahimî hasretimizi.
Güzel yüzlerde dolaştırır gözlerimizi Risale-i Nur. Gözlerimize değen her şeyi bir ‘harf’ diye yeni baştan okutturur. Varlığın güzel yüzünde yazılı şiirin akışına dâhil eder b/akışlarımızı.
Evet, gül ve çiçeklerin yüzlerini güzelleştiren Zât, nasıl o güzel yüzlere arılardan, bülbüllerden istihsan âşıkları icad etmesin? Ve güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır.
Daha neler neler…
Risale-i Nur’a sadık olmak, Risale-i Nur’u okumayı Risale-i Nur’dan her şeyi okumaya çevirmektir, vesselâm.