Fani olan şu dünya hayatında en bahtiyar adam odur ki, dünyayı bir misafirhane olarak düşünsün ve ona göre hareket etsin. Dünyaya ait geçici şeylere gereğinden fazla değer vermemekle yüce Yaratıcının rızasını ve hoşnutluğunu kazanabilsin.
İnsanın fıtratında dercedilmiş, mecazi ve hakiki olmak üzere, binlerce hissiyattan birisi de âşk dediğimiz hararetli ve şiddetli muhabbet, fani sevgililere çevrildiğinde, o âşk kendi sahibini şiddetli azap ve eleme sevk eder. Fani olan o sevgili, âşıkının muhabbetine değmediği için, Ebedi bir sevgiliyi arattırır.
Mecnun Leyla’sının aşkından çöllere düşer, yanar tutuşur, deli divane olur. Hatta Mecnun’u hareketsiz bir eve bakarken görenler, nereye baktığını sorarlar.
Mecnun, güneşe baktığını söyler.
Ama güneş baktığın yerde değil ki, sen Leyla’nın evine bakıyorsun denilince; “Benim güneşim orada” cevabını verir.
Leyla’nın aşkı, Mecnun’un gözünü kör etmiştir.
Hatta Mecnun daha da ileri giderek “Güneş mahbubumun hüsnünü görüp utanıyor. Görmemek için, bulut perdesini başına çekiyor” sözüne karşılık, Üstad Bediüzzaman, sevgilisine muhabbetten yolunu şaşıran Mecnun’a şu cevabı veriyor. “Hey âşık efendi, ne hakkın var, sekiz İsm-i Âzamın bir sahife-i nûranisi olan güneşi böyle utandırıyorsun.”
Uzun süren uğraşlardan sonra, yakınları Leyla’yı bulup getirirler. “İşte sana aradığın Leyla” derler. Mecnun Leyla’ya şöyle bir bakar ve der ki; “Bu benim Leylâm değil” der. Yani fani Leyla’ya olan sevgi, o muhabbete değmediği için, Leylâ’yı yaratan hakiki sevilmeye layık yüce Mevlâ’nın sevgisine dönüşmüştür. Daha dorusu, Bediüzzaman’ın tanımıyla “Âşk-ı mecazi, âşk-ı hakikiye inkılâp etmiştir.” Bir diğer deyişle, sevgiliye hak ettiği kadar, olması gereken kadar abartısız değer vermek gerekir.
Bu hakikati dün Leyla’lar, Mecnun’lar, Ferhat’lar, Şirin’ler, Kerem’ler, Aslı’lar, Arzu’lar, Kamber’ler, Tahir’ler, Zühre’ler yaşamışlar ve Muhabbetullah’a ulaşan, birer muhabbet fedaisi olmuşlar.
Aşkı, biz kime hangi duygulardan dolayı âşık olduğumuzu bilemiyoruz. Bildiğimiz anda sevgi çürümeye başlıyor. İstediğimize ulaşamadığımızda âşk bir acı çekmek duygusu olarak karşımıza çıkıyor.
Bunun neticesi olarak da, evlendikten sonra da tılsım bozuluyor. Ancak eşinizi Yüce Allah’ın size verdiği bir emanet olarak telâkki ederek ve ebedi bir hayat arkadaşı olarak değere, sinerjiye, aldığı nefese aşık olmakla, evliliğinizi perçinleyerek sürdürebilirsiniz.
Aslında âşk, iyi bir ilişkinin sebebi değil, sonucudur. Âşık olarak evlenebileceğiniz gibi, evlendikten sonra da eşinize âşık olabilirsiniz. Ancak şu hususu unutmayalım ki, bir evliliği sürdürebilmek için, aşk tek başına yeterli değil, şefkat ve merhamet de gerekir.
Unutulmaması gereken, insanın yapısındaki sevmek ihtiyacı fıtratında yaratılmış. İnsan sevme duygusunu dünyevi sevgililere hasretse, eninde sonunda üzülmeye mahkûmdur. Zira dünyevi sevgililer, fani olduğundan, zail olup gidecektir. Fani olan sevgiliye bel bağlamak, o sevilenin gitmesiyle veya yok olmasıyla, ardında elem ve acı bırakır. Bu acıyı çekmemenin çaresi, ancak ve ancak, Yunus Emre’nin dediği gibi ”yaratılanı yaratandan ötürü sevmektir.”