Lemaat ekseninde duygu çağrışımları (10)
Bediüzzaman “Dimağda meratib-i ilim muhtelifedir, multebise” derken, sanki hayatı anlamlandırmanın merkezi olan insanı tanımanın ne denli önemli olduğunu vurgular gibidir.
Varlıkların yaratılmasının amacı hayattır elbette; hayatın merkezinde insan vardır. İnsanı da hayvanlardan ayıran özellikle kalp, akıl ve iradenin etkin olduğu düşünme, yorum yapma, olup bitenlerde analiz ve sentezleme, bir sonuca varma, ilişkileri düzenli olarak yürütme, özetle hayatı yaşanır hale getirme ve varlıkların en mutlusu olma gibi gelişmelerle farklı hale gelmedir.
Bütün bunlar oluşurken en çok yararlandığımız ise düşünce mekanizmasının kutsal ürünü olan bilgidir. Bilgi davranışların arkasında olan motor güçtür. Bilgi ne denli kesin, duygularca özümsenmiş ve benimsenmişse davranışların kalitesi de o denli artmış olur. İnsan davranışlarıyla insandır; başka bir deyişle dışa vurmayan bir bilginin kıymeti yoktur. Bir şekilde başkalarına aktarılması, birileriyle paylaşılması, ama sözlü ama eylemsel olarak dışa vurulması, köklü bilgilerin karakteristik özellikleridir. Bilgiler yaşandıkları ve davranışlara dönüştükleri kadardır. Arkasında bilgi birikiminin olmadığı hiçbir insan davranışı yoktur.
İşte bundan ötürüdür ki Bediüzzaman Lemaat’ta“Dimağda meratip var, birbiriyle mültebis, ahkâmları muhtelif” diyerek, davranışlar dışa vurulurlarken bilgilerin değerlendirilmelerinin buna göre olmasına dikkat çekmiştir. Hem söyleyence ya da bir eylem içinde olanca hem de muhatapça bilgi basamaklarının neler olduğunun bilinmesi önemlidir. Her bilgi sağlıklı bir davranışa kaynaklık edemez. En basiti hayale gelip oturan dayanaksız malumatla hiçbir olumlu davranış sergilenemeyeceği gibi buna bağlı olarak hiçbir yargıda da bulunulamaz, daha doğrusu bulunulmamalıdır.
Bilgi basamaklarını sıralarken Bediüzzaman’ın insan psikolojisini çok iyi tahlil ettiği gözlenmektedir. Bilginin oluşmasında uzman olanlardan farklı ve ama haklı olarak bu basamakların sırasıyla öncesine tahayyülü, sonrasına tasavvuru, sonrasına taakkulu, sonrasına tasdiki, sonrasına iz’anı, sonrasına iltizamı ve en sonrasına da itikadı yerleştirmiştir. Artık itikat basamağında oluşan bilgi diğer basamaklarda elekten geçirildiği için sahibiyle bütünleşen kesin bilgi demektir. En olumlu; yani en az eleştiri alan bir davranış biçimi de bu basamakta oluşandır. “İtikat” boyutuna henüz çıkmayan bilgi ile yapılan her tür eylem özürlü sayılır; böylesi bir bilgiyi dayatmak ise özgürlüğü ortadan kaldıran zorbalıktır. Kaldı ki “İtikat” boyutunda olan bilgimiz de yalnızca bizi bağlar.
Aslında bu bilgi basamaklarının üç aşamada ele alındığında ise daha iyi anlaşılır hale gelmesi söz konusu olabilir. Birinci aşama, bilginin oluşma yollarını gösterir ki bunlar, tahayyül, tasavvur ve taakkuldur. İkinci aşama, bilginin içselleştirme, sahiplenme safhasında test edilmesidir ki bu da tasdik, iz’an ve iltizam olmak üzere üç basamakta gerçekleşir. Son aşamayı oluşturan itikat basamağı ise hiçbir şüphenin olmadığı bilginin sahibiyle özdeşleşme, olma safhasıdır. Bu bilgi, dayatma olmamak şartıyla açıklanma ya da paylaşılmaya değer bir bilgidir.
Şimdi bu aşamaları davranış çerçevesinde tahlil etmeye çalışalım:
İlk aşamada olan “Tahayyül”, bilginin öncü kuvvetidir sanki; bilgi hamulesinin uzanabileceği nihaî alan ve dünyadır. İnsanda hayal gücü ne denli güçlü ve genişse bilgiyi âdeta somutlaştıran ya da belirgin hale getiren düşünce mekanizması da o denli etkin olur. Hayal olmadan bir düşüncenin detaylı bir şekilde oluşması mümkün değildir. Henüz çocuk yaşta hayali güçlendirme alıştırmaları yapma son derece önemlidir. Sezgilerini geliştirmek için iki-üç yaşındaki çocuklarını karşısında oturttukları bir ağacı hayal ve tasvir etmeye, düşünmeye yönlendiren birçok edebiyatçılar çıkmış ve bu konuda gayretlerinin de ürünlerini fazlasıyla almışlardır.
Hayal alıştırmaları, insanın sezgisine, telepatiye, sıra dışı düşünmeye, buluşçuluğa ve bir konuyu detaylı ele almaya kuvvet verir. Hayalle uzakta olanlar düzenli olmasa da yakınlaşmış olurlar. Onların sonradan oluşacak aşamalarında daha kolay ele alınmalarına zemin hazırlanmış olur. Ötelerden, mana âleminden hayatımıza gelen o kadar sırlı işaretler var ki bu işaretlerle hayatımızın zenginleşmesi sağlanmış olur. Hayal olmazsa Cennet’i düşünce atmosferimize nasıl getirebiliriz? Hayal olmazsa görülmeyen birçok gerçekleri nasıl ele alabiliriz? Doğrusu hayal, uzaktan uzağa bize işmar edenleri büyüten bir büyüteçtir.
Hayal düşüncenin önünü alıp olasıya açar. Çok daha başka şeylerin olabileceği kanaatini verir. Hayal, bir ufuktur; vizyona basamaktır. Hayalsizlik bir kısır döngüdür, çapsızlıktır; nefsin mahkûmiyetine kadar vardıran bir tıkanıklıktır. Bediüzzaman “Gaye-i hayal olmazsa, enaniyet kuvvetleşir” demekle de hayali olmayanın beden hapishanesinde tıkınıp kalacağına vurgu yapar. Hayal başka dünyaları çağrıştırması açısından da insanda önemli bir değerdir.
Ama hayalde canlanan gelişigüzel bilgiler her an kaybolmaya mahkûm görüntüden başka bir şey değildirler. Onlarla hiçbir yargıya varılmaz. Onların etkisinde kalarak söylenen ve yapılan her şey asılsız, temelsiz, dayanaksızdır. Bediüzzaman gerek sözlü ve gerekse eylemsel olan bu tür davranışlara “safsata” adını verir.
Bu aşamanın ikinci basamağı “Tasavvur”, sözlük anlamıyla bir şeyi zihinde şekillendirme, tasarlamadır. Hayalde canlanan manaların yavaş yavaş düşünce boyutuna taşınmasıdır. Hayaldeki manalar insanın gözünün önünde uçup duran birbirine geçmiş, birbirinden ayrılmayan sayısız görüntüler gibidir. İşte insan “tasavvur” gücüyle, bunları kendine çekerek, onlara suret giydirerek zihinde belirginleşmesi sağlanır. Onları bazı kavramlarla, kelime ya da sembollerle kendimize mal etmeye çalışırız.
Tasavvur, hayalde dağınık olan manaların derlenip toparlanma aşamasıdır bir bakıma. İşe yarayan şeylerin işe yaramayanlardan ayıklanmasıdır. Tasavvurla manalar yavaş yavaş fikir olmaya başlamaktadır. Daha doğrusu hayaldeki dağınık şeylerin akıl ve tefekküre servisidir. Tasavvur olmadan akıl ve mantık bunları nasıl tartıp bir değerlendirme yapabilir?
Tasavvur halindekiler elbette hiçbir şeye sahip değildir. Hiçbir anlam ifade etmedikleri için sanki ortada durmaktadır. Çünkü hayal dünyasından alınmış, akla servis edilmek üzere beklemektedirler.
Bu aşamanın üçüncü basamağı “Taakkul”dur. Tasavvur basamağında birer suret giyerek kelime ve sembollerle bize misafir olan manalar ya da düşünce kırıntıları bizde etkisini gösterebilmesi ve ayrılmamacasına yerleşebilmesi için “Taakkul” süzgecinden geçmesi gerekir. Bize görünen manalar ne denli mantık kurallarına uygundur? Ne kadarı işimize yarar ve ne kadarı bize zarar verir? Kavram ve sembollerle belirlenen manalar bu basamakta ayıklanır. Akıl bu işlemi yaparken gerektiği kadar tarafsızdır. Alanına aldıklarını ne kabul etmekte ne de ret etmektedir. Tam karar veremediği içindir ki oluşan bu bilgi ile insan bir davranışta bulunması şık değildir. Henüz kendisinin de inanmadığı bir şeyi başkasına dayatması ve bu bilgi çerçevesinde hareket etmesi ne kadar doğru olabilir? İyi bir testten geçmesi için beklenmesinde yarar var. Ama bu düşünce kırıntılarının bilgi olabilmeleri için ciddi bir aşama kaydedilmiştir. Ne de olsa bunlar “tahayyül”ün karmaşasından ve “tasavvur”un belirsizliğinden kurtulmuşlardır.
İkinci aşama test merkezi gibi çalışır. Gelen düşünce kırıntıları bu aşamada iyice elekten geçirilir. Azıcık eksiği olan kabul edilmez. Bu aşamanın birinci basamağında “Tasdik” vardır. Değerlendirilmeye hak kazanıp kazanmadığının tasdikidir. Bilgiyi içselleştirmenin birinci basamağıdır. Bu aşamada “tasdik” edilen bilgi, her şey tamamlanmış gibi böylesi bir düşünceye ilk etapta taraftar olunur; ama bu düşünce kırıntısı bilgi olabilmesi için daha başka testlerden geçmesi gerekir. Duygular kesimi buna acaba ne der? Henüz içselleşen bilgi olmamıştır. Doğruluğuna kanaat oluşmamıştır. “Tasdik” basamağında oluşan bilgi ile de davranışımızı sağlam temele oturtamayız. Değişik test imbiklerinden geçmeyen bir düşünce tam bir bilgi olmamış olduğundan böylesi bilgiyle herhangi bir eylemde bulunulduğunda yine ölçü tutturulamaz.
Bu aşamanın ikinci basmağında “İz’an” var; tasdik edilen düşünce artık içselleşmeye doğru ilk adımını atmıştır. Kalp ve duyguların bu bilgiyi kabul etmesi önemlidir. Zaten kalp, akıl ve diğer duyguların sultanıdır. Kalbin kabul etmediği ya da onaylamadığı bir şey takdire şayan olamaz. “İz’an” basamağı, testin sonucuna direkt etki yapan önemli bir basamak. İçselleşmeyen, yani kalp ve diğer duygularca kabul edilmeyen bilgi eksik, güven vermeyen bilgidir. Her ne kadar bu basamakta ortaya çıkan bilgi, emrine girmeye hazır olunsa bile, henüz tam içselleşmemiştir. İçsel kanaat tam oluşmamıştır. Bu bilgi düzeyinin etkisinde olan davranışlar sahipleri tarafından bile henüz tam doğrulanmış değil. Duygular kesimi tatmin olmamıştır çünkü. Bu aşamanın üçüncü basamağındaki “İltizam”, bu noktaya kadar başarıyla gelen düşünceye sahip çıkmayı, kabullenmeyi, “tamam” dediği bir düzeyi belirler. Bilginin doğruluğundan şüphe yoktur ama böylesi bilginin en doğru olarak kabul edilmesi başka alternatifleri gündeme getirilmediğinin ya da başka doğrulara karşı gelinebilmenin sonucunu doğurur. Oysa elde edilen bilgiler sahibini bağlar, başkalarını ve diğer toplulukları değil. Tam işselleşmedikçe bilgilerin başkalarına dayatılması taassuptan başka bir şey olamaz. “Benim bildiğim doğrudur” düşüncesiyle yalnız kendi bildiğinin doğru olduğunu kabul etmek doğruların kendi doğrusuna inhisarı anlamına gelir ki bu koyu bir bağnazlıktır. Bu tutum bir anlamda başkalarını hiçe saymaktır. Oysa iltizam edilen bilgi önce yaşanır.
Üçüncü aşamada yalnızca bir basamak var; o da “İtikat”tır. Bilginin oluştuğu son basamaktır. Bilgiyi yaşama, bilgi ile birlikte olma basamağıdır. Bu basamaktaki kişinin öyle bir bilgiyi başkalarına dayatma iddiası yoktur. Bilgiyi yaşar, bütün duygularınca özümser. Bilgiyle bütünleşir. Olumlu ve içten davranışları bir reklama da ihtiyaç duymaz. “Benim ya da ben buyum” demeye gerek görmez. Bu düzeydeki bilgi kendine göre kesin olduğu için doğruluğu konusunda en küçük bir kuşkusu yoktur. İçten rahattır. Kendi görevinin bilincindedir. Bu düzeyde kişi davranışlarını son derece rahat yapar. Olmak ya da olgun hale gelmek, bütün şüphelerin ve arayışların arkada kaldığı bir düzeydir.
Bu düzeydeki bilgiye erişen insanın davranışları da bir antipati meydana getirmez. Şerde bile olsa içtendir, saygındır. İçtenliği, yani ihlâsı başkaları için değil, yalnızca kendi sorumluluğunun gereği içindir. Bu yüzden davranışları asla bir dayatmayı gündeme getirmez. “Ben böyle inanıyorum; inancım budur” der, başkalarının yanlış yolunu ima edercesine başka bir iddiada bulunmaz. Fikrini benimsemeseler de bu insanın davranışını saygıyla karşılar herkes. Çünkü bütün davranışları davasına, inandığına ve kesin bilgi olarak kabul ettiğine “salabet”inden ötürüdür.
Ama insan, hangi bilgi düzeyinde olursa olsun, tehlikelerden kurtulmuş değildir. Her an tökezleyebilir. Haşin esen her rüzgârdan etkilenebilir. Her zaman kötüyü telkin eden nefis insanda olduktan sonra, yanlış yönlenmelerin etkisinden emin olmak mümkün değil. Düşman hiçbir zaman uyumaz. O halde insanın her an ayık olması gerekir. Bunun için Bediüzzaman bu konunun sonunda “Batıl şeyleri güzel tasvir etmek, her demde, safi olan zihinleri cerhdir, hem idlâli” diyerek, kesin olan bilgilerin bile insana göre her an çeşitli yönlendirmelerle değişebileceğine vurgu yapmaktadır.
Bu demektir ki davranışlar öyle gelişi güzel sergilenemez. Önce sağlam bilgi gereklidir; yani davranışımızı “İtikat” boyutundaki bilgiye dayandırmalıyız ve sonra bu davranışımızı icra ederken, başka olumsuz yönlendirmelerin olup olmadığına da dikkat etmeliyiz. Hele sağlam bilgi olmadan atacağımız her adıma kuşkuyla bakmamız ise bilgiyle olmanın, bilgiyi yaşamanın gereğidir.