Öncellikle bu konuda çalışmış olan başta merhum Abdülkadir Badıllı ağabey olmak üzere tüm ağabey ve kardeşlerden Allah razı olsun. Bu denizden bir katre olarak Risale-i Nur ışığında bir şeyler yazmaya çalışacağım.
Risale-i Nur da geçen bir çok ayet ve hadis değişik şekillerde meallendirilmiştir. Ayet ve hadislerin mealleri ya hemen bildiğimiz şekilde metnin başında açık olarak veya ortasında veya sonunda dolaylı olarak verilmiştir. Zahiri açık mealler verildiği gibi işari mealleri de verilmiştir. Paragrafın içinde dolaylı olarak kısa ve uzun manası verildiği gibi geniş şekilde diğer hâdis ve ayetlerin ışığında tefsir edilmiştir. Diğer hâdis ve ayetlerin ışığında yazılan kısım zaten Üstadın tabiriyle manevi tefsir olmaktadır. Risale-i Nur böyle bir tefsirdir.
Cenab-ı Hak bizi ifrat ve tefritten korusun. Bismillahlahirrahmanirrahimin mealini Risale-i Nurdan yeri geldiğinde bir derste ezberinizden verseniz, kimileri hemen karşı çıkar. Neden? Çünkü Risale-i Nurda geçtiğinden bile habersizdir. Kendimizin meal verdiğini zanneder. Risale-i Nur’da besmelenin mealinin geçtiğini bile çoğumuz fark etmemiştir. Sebebi ise ülfet veya sadece vird gibi okumaktan dolayı olabilir. Amacım haşa hodfuruşluk veya kimseyi küçümsemek değildir, dikkat çekerek Risale-i Nur’un derinlemesine okunmasına vesile olmak ve Risale-i Nur’da geçen birçok hadis ve ayetin meallerinin külliyatın içinde olduğunu fark ettirmektir. Risale-i Nur'a (başta nefsimin olmak üzere) kanaati ve sadakati artırmaktır. Üstad, ayetlerin mücmel manalarını öğrenmeye aşağıdaki ifadesiyle teşvik etmektedir.
“Biz dahi hem dünyamıza, hem istikbalimize, hem âhiretimize, hem vatanımıza, hem milletimize tam menfaatli ve kolay ve selâmetli olan iman ve istikamet yolunu takib edip, boş vaktimizi sıkıntılı hülyalar yerinde, Kur'an’dan bildiğimiz sureleri okumak ve manalarını bildiren arkadaşlardan öğrenmek ve kazaya kalmış farz namazlarımızı kaza etmek ve birbirinin güzel huylarından istifade edip...” (Şualar - 201)
Bu yazımda İslam’ın, Kur'an'ın ve imanın çekirdekleri hükmünde olan sık kullandığımız kudsi kelam ve kelimelere değinmeye çalışacağım. Bunlar ise hadislerde bâkiyat-ı sâlihat unvanını taşıyan "Sübhanallah", "Elhamdülillah", "Allahu Ekber" ve "Lâ ilahe illallah" gibi şeairden kelâmlardır.
Öncelikle Bismillahirrahmanirrahimin mealini külliyattan vererek, çeşitli örneklerle konuyu izah etmeye çalışacağım.
“Herbir zerre, mebde'-i hareketinde lisan-ı hal ile بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ der. Yani: "Ben, Allah'ın namıyla, hesabıyla, ismiyle, izniyle, kuvvetiyle hareket ediyorum.” (Sözler - 558)
“Çünki âbid, namazında der: اَشْهَدُ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ Yani: "Hâlık ve Rezzak, O’ndan başka yoktur. Zarar ve menfaat, O’nun elindedir. O hem Hakîm'dir, abes iş yapmaz. Hem Rahîm'dir; ihsanı, merhameti çoktur" (Sözler - 19)
“Binaenaleyh "Lâ ilahe illallah" kelâmı, esma-i hüsnanın adedince kelâmları tazammun ediyor. Bu itibarla, şu kelime-i tevhid kelâmı, delalet ettiği sıfatlar itibariyle bir kelâm iken bin kelâm oluyor. "Lâ Hâlıka illallah", "Lâ Fâtıra, Lâ Râzıka, Lâ Kayyume illallah" gibi... Binaenaleyh terakki etmiş olan zâkir bir zât, bu kelâmı söylerken içindeki binlerce kelâmları söylemiş oluyor.” (Mesnevi-i Nuriye – 236)
“Bütün esma-i hüsnanın ifade ettiği manalar ile bütün sıfât-ı kemaliyeye Lafza-i Celal olan "Allah" bil'iltizam delalet eder. Sair ism-i haslar yalnız müsemmalarına delalet eder.” (Mesnevi-i Nuriye–236)
“Tafsilatlı manaya bir misal: لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ beyanındadır. Allah'tan başka hak bir Allah'ın bulunmadığını kalben tasdik ve lisanen ikrar ettiğime, bütün gören ve görünen eşyayı şahid gösteriyorum.” (Mesnevi-i Nuriye-53)
“Lisanü'l-gayb olup, âlem-i şehadette nev'-i beşeri فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ile tevhide emir ve davet ediyor. Öyle bir Allah ki, vücub-u vücud ve vahdetine, şu kitab-ı kebir denilen âlem, bütün yazıları ve fasıllarıyla, sahifeleriyle, satırlarıyla, cümleleriyle, harfleriyle şehadet ettiği gibi; şu insan-ı kebir denilen kâinat da, bütün a'zâsıyla, cevarihiyle, hüceyratıyla, zerratıyla, evsafıyla, ahvaliyle delalet eder. Yani bu kâinat, ihtiva ettiği bütün enva'ıyla لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ve o âlemlerin erkânıyla لَا خَالِقَ اِلَّا هُوَ ve o erkânın a'zâsıyla لَا صَانِعَ اِلَّا هُوَ ve o a'zânın eczasıyla لَا مُدَبِّرَ اِلَّا هُوَ ve o eczanın cüz'iyatıyla لَا مُرَبِّىَ اِلَّا هُوَ ve o cüz'iyatın hüceyratıyla لَا مُتَصَرِّفَ اِلَّا هُوَ ve o hüceyratın zerratıyla لَا خَالِقَ اِلَّا هُوَ ve o zerratın tarlası olan esîriyle لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ söyleyerek; bütün enva'ıyla, erkânıyla, a'zâsıyla, eczasıyla, hüceyratıyla, zerratıyla, esîriyle (ellibeş lisan ile) vücub-u vücud ve vahdetine şehadet ve delalet eder.” (Mesnevi-i Nuriye-54)
“Namazın çekirdekleri hükmündeki kelamların kısa manalarına misal:
Meselâ "Allahu Ekber"in bir vech-i manası, Cenab-ı Hakk'ın kudreti ve ilmi herşeyin fevkinde büyüktür, hiçbir şey daire-i ilminden çıkamaz, tasarruf-u kudretinden kaçamaz ve kurtulamaz. Ve korktuğumuz en büyük şeylerden daha büyüktür. Demek haşri getirmekten ve bizi ademden kurtarmaktan ve saadet-i ebediyeyi vermekten daha büyüktür. Her acib ve tavr-ı aklın haricindeki herşeyden daha büyüktür ki, مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ âyetinin sarahat-i kat'iyyesi ile nev'-i beşerin haşri ve neşri, bir tek nefsin icadı kadar o kudrete kolay gelir. Bu mana itibariyledir ki, darb-ı mesel hükmünde büyük musibetlere ve büyük maksadlara karşı, herkes "Allah büyüktür, Allah büyüktür" der kendine teselli ve kuvvet ve nokta-i istinad yapar.” (Şualar-234)
"Elhamdülillah" cümlesi dahi haşri ihtar edip ister. Bize der: "Manam âhiretsiz olmaz. Çünki, ezelden ebede kadar her kimden ve her kime karşı bütün hamd ve şükür O’na mahsustur, ifade ettiğimden, bütün nimetlerin başı ve nimetleri hakikî nimet yapan ve bütün zîşuuru ademin hadsiz musibetlerinden kurtaran, yalnız saadet-i ebediye olabilir. Ve benim o küllî manama mukabele eder." (Şualar-235)
"Sübhanallah" kelime-i kudsiyesi ise, Cenab-ı Hakk'ı şerikten, kusurdan, noksaniyetten, zulümden, aczden, merhametsizlikten, ihtiyaçtan ve aldatmaktan ve kemal ve cemal ve celaline muhalif olan bütün kusurattan takdis ve tenzih etmek manasıyla, saadet-i ebediyeyi ve celal ve cemal ve kemal-i saltanatının haşmetine medar olan dâr-ı âhireti ve ondaki Cennet'i ihtar edip delalet ve işaret eder. (Şualar-235)
“İ'lem Eyyühel-Aziz!
لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ cümle-i mukaddesesi, insanın zerre vaziyetinden, insan-ı mü'min suretine gelinceye kadar camidiyet, nebatiyet, hayvaniyet, insaniyet gibi geçirdiği etvar ve ahvaline nâzırdır. Şu menzillerde insanın letaifi pek çok elem ve emellere maruzdur. Maahâzâ havl ve kuvvetin müteallikleri zikredilmeyerek mutlak bırakılmıştır. Binaenaleyh bu cümle, teselli-bahş olup şümulü dâhilinde olan makamlara göre tefsir edilir. Meselâ:
1- لَا حَوْلَ عَنِ الْعَدَمِ وَ لَا قُوَّةَ عَلَى الْوُجُودِ Ademden çıkıp vücuda gelmek.
2- لَا حَوْلَ عَنِ الزَّوَالِ وَ لَا قُوَّةَ عَلَى الْبَقَٓاءِ Zevale gitmeyip bekada kalmak.
3- لَا حَوْلَ عَنِ الْمَضَرَّةِ وَ لَا قُوَّةَ عَلَى النَّفْعِ Mazarratı def', menfaati celb.
4- لَا حَوْلَ عَنِ الْمَصَائِبِ وَ لَا قُوَّةَ عَلَى الْمَطَالِبِ Musibetten uzak olup, matluba nâil olmak.
5- لَا حَوْلَ عَنِ الْمَعَاص۪ى وَ لَا قُوَّةَ عَلَى الْعِبَادَةِ Maasiye düşmemek, ibadete devam etmek.
6- لَا حَوْلَ عَنِ النِّقَمِ وَ لَا قُوَّةَ عَلَى النِّعْمَةِ Azaba maruz kalmamak, nimete mazhar olmak.
7- لَا حَوْلَ عَنِ الظُّلْمَةِ وَ لَا قُوَّةَ عَلَى النُّورِ Zulmete düşmemek, nur ile tenevvür etmek. (Mesnevi-i Nuriye-141)
“Ey Hâlık-ı Külli Şey! Zeminin bütün mahlukatı, Senin mülkünde, Senin arzında, Senin havl ve kuvvetinle ve Senin kudretin ve iradetin ile ve ilmin ve hikmetin ile idare olunuyorlar ve musahhardırlar.” (Asa-yı Musa-201)