Bismillahirrahmanirrahim
Rivayette vardır ki,
"âhirzamanda Deccal gibi bir kısım şahıslar ulûhiyet dâva edecekler ve kendilerine secde ettirecekler."
Allahu a’lem, bunun bir tevili şudur ki: Nasıl ki padişahı inkâr eden bir bedevî kumandan, kendinde ve başka kumandanlarda, hâkimiyetleri nisbetinde birer küçük padişahlık tasavvur eder.
Aynen öyle de, tabiiyyun ve maddiyyun mezhebinin başına geçen o eşhas, kuvvetleri nisbetinde kendilerinde bir nevi rububiyet tahayyül ederler ve raiyetini kendi kuvveti için kendine ve heykellerine ubudiyetkârâne serfüru ettirirler, başlarını rükûa getirirler demektir. (Şualar)
***
"Kabri ziyarete gelenler Fatiha okur, hayır kazanır. Acaba siz ne hikmete binaen kabrinizi ziyaret etmeyi men ediyorsunuz?"
Cevaben Üstadımız dedi ki:
"Bu dehşetli zamanda, eski zamandaki firavunların dünyevî şan ve şeref arzusuyla heykeller ve resimler ve mumyalarla nazar-ı beşeri kendilerine çevirmeleri gibi, enaniyet ve benlik, verdiği gafletle, heykeller ve resimler ve gazetelerle nazarları, mânâ-yı harfîden mânâ-yı ismiyle tamamen kendilerine çevirtmeleri ve uhrevî istikbalden ziyade dünyevî istikbali hayal edinmiş olmaları ile, eski zamandaki lillâh için ziyarete mukabil, ehl-i dünya kısmen bu hakikate muhalif olarak mevtanın dünyevî şan ve şerefine ziyade ehemmiyet verir.
Öyle ziyaret ediyorlar.
Ben de Risale-i Nur’daki âzamî ihlâsı kırmamak için ve o ihlâsın sırrıyla, kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum. Hem şarkta, hem garpta, hem kim olursa olsun, okudukları Fatihalar o ruha gider.
"Dünyada beni sohbetten men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu suretle, beni sevap cihetiyle değil, dünya cihetiyle men etmeye mecbur edecek" dedi.
Hizmetinde bulunan talebeleri (Emirdağ Lahikası)
***
Memnu heykel, ya bir zulm-ü mütehaccir, ya bir heves-i mütecessim veya bir riyâ-yı mütecessiddir. (Mektubat)
***
Şu asırda enâniyet o derece dizgini eline almış ki, çok insanlar birer küçük Firavun ve birer küçük Nemrud hükmüne geçmişler.
İşte ehl-i gaflet ve ehl-i dalâlet ve bu mağrur ehl-i enâniyet nazarında kıyâs-ı binnefs olarak, eâzım-ı İslâmiyenin nâmdarlarını, hâşâ enâniyetle ittiham ettiklerinden, hem o ehl-i gaflet ve dalâlet kendileri Allah’ı tanımadıkları için,
çok şeylere, çok zâtlara birer nevî rubûbiyet tahayyül ettikleri bir hengâmda
ve sanemperestliğin, başka bir nevi olan heykelperestlerin ve sûretperestlerin gâyet müthiş bir riyâkârlık mânâsında olan şan ve şeref peşinde koştukları bir zamanda, eâzım-ı İslâmiyenin türbelerine câhilâne ve müfritâne bir sûrette avâmların takdîs derecesinde hürmetleri, elbette hikmet-i şer’iye noktasında kader münâsip görmedi ki; bu muharribleri Ehl-i Sünnete taslît etti. Onlarla tâdil edecek. (Mektubat)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
RİVÂYET : Peygamberimizden işittiklerini veya Sahabeden duyduklarını, birisinin başkasına anlatması.
ÂHİRZAMAN : Dünyanın son zamanı ve son devresi. Dünya hayatının kıyamete yakın son devresi.
DECCAL : Kıyâmet kopmadan önce gelen, İslamiyeti ortadan kaldırmaya çalışan, dinlere savaş açan, yalancı, aldatıcı, hilekâr kimse.
ULÛHİYET : İlâhlık, Allah'ın hâkimiyeti ile kâinattaki herşeyi Kendisine ibâdet ve itaat ettirmesi.
SECDE : Yere kapanmak, başını eğdirmek.
ALLAHÜ A'LEM : Allah bilir.
TEVİL : Bir fikir veya sözden bir başka mânâ çıkarmak; anlaşılması zor olan âyet ve hadîslerde ne kast edildiğini ve ince mânâları bildirme.
BEDEVÎ : Göçebe hayatı yaşayan.
HÂKİMİYET : Tasarruf etme. İdâre etme. Üstünlük
TASAVVUR : Birşeyi zihinde şekillendirme; düşünce, tasarı; tasarlama.
TABİİYYUN : Tabiatçılar, materyalistler, tabiata tapanlar.
MADDİYYUN : Maddeye tapan, herşeyi maddede gören; Allah'ı inkâr edenler; maddeciler, materyalistler.
EŞHAS : Şahıslar.
RUBÛBİYET : Cenâb-ı Hakkın her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idâresi altında bulundurması vasfı.
TAHAYYÜL : Hayâle getirme, fikir kurma, hayalde canlandırma.
RAİYYET : Birisinin idâresine bağlı olanlar; halk, millet, vatandaş.
SERFÜRÛ : Baş eğme, söz dinleme, itaat
RÜKÛ : Eller dizde bel düz olacak şekilde eğilmek.
HİKMETEN : Hikmet açısından, faydalılık bakımından.
BİNÂEN : Bağlı olarak, dayanarak, -den dolayı, bu sebepten.
KABİR : Mezar.
MEN : Yasaklama, engelleme, mâni olma.
ŞÂN Ü ŞEREF : Şân ve şeref, şöhret
NAZAR-I BEŞER : İnsanın bakışı, insanın gözü.
ENÂNİYET : Benlik, gurur.
ENE : Ben, benlik.
GAFLET : Dikkatsizlik, endişesizlik, vurdumduymazlık; nefsine uyarak Allah'ı ve emirlerini unutmak.
MÂNÂ-İ HARFÎ : Birşeyin Yaratıcısına bakan, onu târif eden ve tanıtan mânâsı.
MÂNÂ-İ İSMÎ : Birşeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı.
UHREVÎ : Ahirete dâir, öteki dünyaya âit.
MUKABİL : Karşı, karşılık olarak, bedel.
MEVTÂ : Ölü.
MEMNÛ : Menedilmiş, yasaklanmış.
ZULM-Ü MÜTEHACCİR : Taşlaşmış zulüm.
HEVES-İ MÜTECESSİM : Cisimleşmiş heves, arzu
RİYÂ-İ MÜTECESSİD : Cesed hâline girmiş gösterişlilik.
ASR : Yüzyıl
EHL-İ GAFLET : Gaflete dalanlar, habersiz ve dikkatsiz olanlar, Allah'a ve emirlerinde aldırış etmeyenler.
EHL-İ DALÂLET : Doğru ve hak yoldan sapanlar, îmân ve İslâmdan çıkmış olanlar.
MAĞRUR : Gururlu, kibirli.
KIYÂS-I BİNNEFS : Kendini, nefsini kıyaslayarak.
EÂZIM-I ESMÂ : İçinde çok isimlerin mânası bulunan, isimlerin en büyükleri. Cenab-ı Hakk'a mahsus isimlerin en mühim ve büyükleri.
EÂZIM-I İSLÂMİYE : İslâm büyükleri.
NÂMDAR : Ünlü, şöhretli, meşhur.
SANEMPEREST : Puta tapan, putpereset.
RİYÂKÂR : Gösterişçi, içi dışı başka olan.
CÂHİLÂNE : Bilgisizce.
MÜFRİTÂNE : Çok aşırıya kaçarak.
AVÂM : Sıradan biri, fakir halk tabakası; okuyup yazması az olan; ilim ve irfânı az, basit yaşayışa sahip kimse.
TAKDÎS : Mukaddes bilme. Allah'ı noksan ve kusurlardan pâk ve yüce kabul etmek.
HİKMET-İ ŞERİAT : İslâm şeriatının hikmeti, maksadı.
MÜNÂSİP : Uygun, denk.