İletişim çağımızın en önemli tanıtım ve duyuru aracı olan reklam konusuna Risale-i Nur Külliyatının muhtelif yerlerinde rastlamak mümkün. Bediüzzaman’ın “ilanat” kelimesiyle ifade ettiği reklam, insanları gönüllü olarak belli bir davranışta bulunmaya ikna etmek, belirli bir düşünceye yöneltmek, dikkatlerini bir ürüne, hizmete, fikir ve kuruluşa çekmeye çalışmak, onunla ilgili bilgi vermek, ona ilişkin görüş ve tutumlarını değiştirmelerini veya belirli bir görüşü ya da tutumu benimsemelerini sağlamak amacıyla oluşturulan; iletişim araçlarından yer ya da süre satın almak yoluyla sergilenen veya başka biçimlerde çoğaltılıp dağıtılan ve bir ücret karşılığı oluşturulduğu belli olan duyuru diye tarif edilir.
Bedîüzzamân Said Nursi reklamı günümüzdeki anlamıyla kâr etmek amacıyla pazar oluşturma gayreti olarak değil de, baki hakikatlerin anlaşılması uğruna bir duyuru olarak önemli bir tanıtım aracı görmüş ve Risale-i Nur eserlerinin asrımızdaki Kur’an dellallığına vurguda bulunmuştur. Bilindiği üzere dellal, bir ürünü veya düşünceyi duyuran olarak tarif edilir. Yani aynı zamanda Nur hakikatleri, Kur’an’ın bu asrımızdaki ilancılık görevini de yerine getirmektedirler.
Üstad nazarların Risale-i Nurlara çevrilmesi ve yayılması konusunda mahkemelerin, hapishanelerin ve gazetelerin önemli rolüne dikkat çekerek reklam ve ilanatın ehemmiyetini şöyle ifade eder:7
”Evvelâ: Refet, Ethem ve Çalışkan'lar ve Burhan gibi Nur naşirlerini tahliye etmeleri gösteriyor ki, Nurların intişarı yasak değil ve mahkeme ilişemiyor. Hem cemiyetçilik bulunmadığına bir karar alâmetidir. Hem meselemizi uzatmada, Nurlara nazar-ı dikkati geniş bir dairede celb etmesinden, onları okumasına bir umumî dâvet ve resmî bir ilânat hükmünde, işiten müştakların okumak heveslerini tahrik ettiğinden, sıkıntımızdan, zarardan yüz derece ziyade bize ve ehl-i imana menfaatlere vesiledir. Zaten bu zamanda, en geniş daire-i zeminde, en dehşetli ve küllî bir hücumda tecavüz eden dalâlet ordularına karşı böyle kudsî bir ders, bu suretle atom bombası gibi inşallah tesirini göstermeye bir işarettir.” (1)
“Evvelâ: Ben bazı emarelerle tahmin ederim ki, neşredilen mecmualarımızdan en ziyade Rehbere ehemmiyet veriyorlar. Ben zannederim ki: Hüve Nüktesi gizli zındık düşmanlarımızın bellerini kırmış, onların istinadgâhı olan tabiat tâğûtunu dağıtmış. Kesif toprakta bir derece saklayabilirken şeffaf havada, Hüve Nüktesinden sonra hiçbir cihetle o tâğûtu saklamak imkânı kalmamış ki, küfr-ü inadî ve temerrüd-ü irtidadî sebebiyle adliyeyi aldatıp aleyhimize sevk ediyorlar. İnşaallah Nurlar adliyeleri lehine çevirip onların bu hücumunu dahi akîm bırakacaklar.
Saniyen: Bu sırada, hem Ehl-i Sünnet gazetesi, hem buranın gazetesi, hem Zübeyir'in hararetli mukabelesi, Nurlarla iştigalleri güzel bir ilânat hükmüne geçtiler.” (2)
Risale-i Nur’da yer alan yukarıda aktardığımız bu ifadelerin yanına birde “Risale-i Nur, müşterileri aramaz; müşteriler onu aramalı, yalvarmalı” (3) ifadeleri yan yana gelince ilk anda insanın aklına çelişkili bir durum gibi geliyor. Bir taraftan ilanatın yani reklamın gerekliliği gösterilirken ve nazarların risalelere çevrilmesinin hikmeti anlatılırken diğer yandan sanki Risale-i Nur’a dikkatlerin çevrilmesi için bir şeyler yapmamak gibi bir his uyanıyor. İşte bu yaman çelişkinin cevabını yine Bediüzzaman’dan dinleyelim.
”Vazifemiz hizmettir; muvaffak olmak, insanlara kabul ettirmek Cenâb-ı Hakkın vazifesidir. Biz vazifemizi yapmakla mükellefiz. Sen orada, 'Bu insanlar ne zaman Risale-i Nur'u dinleyecekler?' diye ümitsizliğe düşme, merak etme! Katiyen bil ki: Mele-i Âlânın hadsiz sakinleri, bugün Risâle-i Nur'u alkışlıyorlar. Onun için, hiç ehemmiyeti yok. Kıymet kemiyette değil, keyfiyettedir. Bâzan bir halis ve fedakar talebe, bine mukabildir" diyerek, ye'sini giderir.” (4)
Demek ki biz vazifemizi, ilanat, tanıtım ve reklamımızı yapacağız. Bunu yaparken de nurlara müşteri kazanma ve kaybetme endişesi olmayacak. Yoksa hizmet ve tanıtım olmadan müşteriler gelsin bize yalvarsın düşüncesine kapılmamak gerekir. Yine Üstadın ifadelerine kulak verecek olursak diyor ki, ”Bu zamanda Nurlarla hizmet-i imaniye, her tarafta ilânatla ve muhtaç olanların nazar-ı dikkatlerini celb etmekle olur. İşte, hapsimizle, Nurlara nazar-ı dikkat celb olunur, bir ilânat hükmüne geçer. En ziyade muannid veya muhtaç olanlar onu bulur, imanını kurtarır ve inadı kırılır, tehlikeden kurtulur ve Nurun dershanesi genişlenir.” (5)
İşte Üstadın yukarda alıntıladığımız bu ifadelerinden de anlaşılıyor ki bu zamanda Risale-Nurlarla yapılacak hizmetlerde her türlü meşru tanıtım ve reklam vasıtalarından faydalanmamızın gerekliliği apaçık ortada.
Yazımıza bir hatıra anekdotu ile son verelim.
Son Şahitler'den İhsan Çalışkan anlatıyor:
(1933'te Emirdağ'da dünyaya geldi. Çalışkan hânedanından Osman Çalışkan'ın oğludur.)
Gazeteler, Üstad ve Nur talebelerinin aleyhinde haberleri, tutuklamaları, hapishaneye sevk edilmeleri yazıyordu.
Bu durumu Üstad şöyle değerlendiriyordu: ”Bunlar, bilmeden Risale-i Nuru reklâm ediyorlar, gazete lisanıyla duymayanlara da duyuruyorlar.” (6)
(1) Şualar, On Dördüncü Şuâ-443
(2) Şualar, On Dördüncü Şuâ-454
(3) Emirdağ Lâhikası, Küçük Bir Haşiye-195
(4) Tarihçe-i Hayat, Altıncı Kısım: Emirdağ Hayatı-402
(5) Lemalar, Yirmi Altıncı Lem'a-265
(6) Son Şahitler, Necmeddin Şahiner