Şerh; Lügatte; “açma ve ayırma anlamlarına gelmektedir. Terim olarak ta; ayrıntılı anlatma veya bir kitabın kapalı olan yönlerini açma veya yorumlama, bir şeyi açıklama açık ve ayrıntılı olarak anlatma” manalarına gelmektedir.
Risale-i Nur, büyük âlimlerin bile bazen içinden çıkmakta zorlandıkları anlaşılması ve anlatılması son derece güç olan meseleleri, herkesin anlayabileceği etkili ve akıcı bir üslupla anlatır. Demek, Risale-i Nur’da bir sühulet-i beyan yani bir anlatım ve anlama kolaylığı var. Bu da ilahi bir inayetin eseri olduğunu gösterir. (Mektubat, s. 421) Bununla birlikte son derece girift meseleleri çözen ilmî bir eser olduğu halde, ilk defa bu eserlerle tanışan yeni yetişen neslin anlamakta zorluk çektiği bazı konuların açıklanmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
Ayrıca; Kur’an’ın bu asra bakan ve ihtiyaçlarını analiz eden ve aynı zamanda çözüm getiren bir eserdir. Kur’anî bir üslûp ve metotla yazılmış, derin ve ulvî bir dil ve anlatım özelliğine sahip günümüzün manevi hastalıklarını teşhis ve tedavi eden anlam yüklü kavram ve cümlelerle dolu bir tefsir olduğu için şerh edilirken bu özelliklerin göz önünde bulundurulması gerekir.
Risale-i Nur'lar şerh edilirken müellifinin yetiştiği medrese ortamının, elde ettiği sağlam ilimî ölçüleri, mektebi yani bu günkü okulun temsil ettiği modern bilimleri ve kalbin manevi eğitimini ve nefis terbiyesi gibi özellikleri taşıyan ve yaşayan bir zat olduğunun da nazara alınması gerekir.
Evet, bazı şeyler vardır ki, belirli zaman ve zeminlerde olayların tetiklemesiyle oluşur, meydana gelir. Ondan sonra istense de onun benzerini yapmak ve yaşamak mümkün olmaz. Farklı mevsimlerde yetişen farklı meyve ve sebzeler gibi. Her mevsimin orijinal, organik ve turfanda meyvesini yiyebilmek için o mevsimi beklemek veya yaşamak gerekir. Kışın ortasında üzüm bağına herhalde üzüm yemeye gidilmez. Üzüm bağında üzüm ve incir yemek için o mevsimin yaşanması gerekir. Serada yetişen üzümler hiçbir zaman normal mevsiminde yetişen üzümlerin tadını vermez. Belki tam ifade edememiş olabilirim. Risale-i Nur da işte böyle bir şeydir. Yazıldığı dönem tarihte eşine ender rastlanan felâket ve helaketlerin yoğun olduğu manevi bir kış mevsimini andırır. Onun için Risaleler, çok ağır, sancılı dönemlerin manevi bir mahsulüdür.
Şartların ağırlığı nispetinde Risale-i Nurlarda kalbe doğan hakikatleri ifade eden kelime ve kavramların içleri de o ölçüde derin ve geniş olarak yazılmıştır. İşte onun için Risale-i Nurları şerh etmek için Risale-i Nurlardaki hakikatlerin inceliklerine derinlemesine nüfuz etmek gerekir. Onları özümsemek ve anlam dünyalarına girerek yaşamak lazımdır. Yoksa sathi ve yüzeysel kalarak anlaşılması da zorlaşır.
Bir de Risale-i Nur’da her kavramın bir ruhu vardır. Adeta cesetle deri gibi, birbirinden ayrılmayan özelliklere sahiptir. Şerh yapabilmek için Risale-i Nur’daki bu özellikleri bilmek gerekir. Bunları bilmek de yetmez, ancak bir dalgıç gibi kavramların içindeki inceliklere derinlemesine dalmakla mümkündür. Aslında şerh edilecek bütün eserlerde şerhi yapacaklarda bu özelliklerin bulunması lazım gelir. Ancak Risale-i Nur’da bu daha belirgindir.
Risale-i Nurlarda lügat ve kelimeler çok zengin ve bolca kullanılmıştır. Risale-i Nurların edebi sahadaki temel felsefesinde; “bir kelimenin kaç manaya geldiği değil, bir manaya kaç kelime geldiği” şeklinde bir kelime dizilişi ve nazmı vardır. Böyle olunca, eş anlamlı kelimeler çokça zikredilmiştir. Bununla birlikte aralarında çok ince anlam farkları olduğu da unutulmamalıdır. Fakat asıl olan cümle içerisinde her manaya düşen kelimelerin zikredilmesidir.
Mesela, “sürur ile sevinç” müteradiftir. Yani eş anlamlı kelimelerdir. Risale-i Nurlarda bu tarz eş anlamlı kelimeler çokça kullanılmıştır. Risale-i Nurlarda böyle bir tarz ve üslubun kullanılmasında çok hikmet ve sebepler vardır.
Yine Risale-i Nurlar, yeni nesil ile geçmiş nesil arasında dil ve edebiyat açısında bir köprü görevini yapıyor. Çünkü harf inkılâbıyla nesiller arasındaki en önemli bağlardan biri olan dilimizi, kültürümüzü ve geçmişte yaşamış olan ecdadımız ile aramızdaki bağlarımızı koparmak için ciddi bir gayret ve çaba sarf edilmiş ve genel olarak bu konuda başarı da sağlanmıştır. Şimdiki nesil öyle bir kısır dil içine hapsedilmiş ki, üç yüz kelime ile idare eder bir duruma düşmüştür. İşte Risale-i Nurlar yapılan bu tahribatın ta’dilinde bir araç ve bir vasıta görevini yapmış ve yapıyor. Mesela, ‘sürur’ kelimesi ‘sevinç’ kelimesinin bir benzeri olmasından dolayı birisini anlamayan, eş anlamlı olarak kullanılan diğer kelimenin yardımıyla hatta bazen hiç lügate ihtiyaç kalmadan cümleyi anlayabiliyor. Ancak yine de eş anlamlı kelimeler arasında bir nüans bulunduğu unutulmamalıdır.
Risale–i Nurlar şerh edilirken dil ve üslup açısından dikkat edilmesi gereken bazı hususlar göz ardı edilmemelidir. Bu muhteşem Kur’ân tefsirinin meziyetlerine bakıldığında, şerh noktasında çok hassas ve dikkatli olunması gereken bir konu olduğu unutulmamalıdır. Çünkü Bediüzzaman “İfadelerim başkasına benzemiyor. Bir harfin, bazen bir noktanın yanlışıyla bir mesele değişir, mana bozulur.” cümlesinde görüldüğü gibi, ucu belli olmayan bir derya gibi olan Risale-i Nur’un şerh çalışmaları yapılırken dil özellikleri göz önünde bulundurulmalı, en ufak ölçüde manalarını zedeleyecek ya da incitecek bakış açılarından kaçınılmalıdır. Dinî, ilmî ve fennî meselelerin ele alındığı Risale–i Nur’un şerhinde ehil bir kurulun oluşturulması kaçınılmazdır. Bu kurulun, alanında uzman ve akademik açıdan kendi alanlarında kanıtlanmış güvenilir kişilerden teşekkül etmesi, Risale–i Nur Külliyatına, meslek, meşrebine ve ictihadlarına vakıf olmaları gerekir.
Din ve fen ilimleri açısından bir derya olan Risale-i Nur eserleri, Yedinci Şuâ’daki “mühim bir ihtar ve bir ifade-i meram” bölümünde belirtilen; “Bu ehemmiyetli risalenin, herkes her bir meselesini anlamaz. Fakat hissesiz de kalmaz. Büyük bir bahçeye giren bir kimsenin, o bahçenin bütün meyvelerine elleri yetişmez. O bahçe sadece onun için ekilmemiştir; belki, elleri ve boyları uzun olanların da hisseleri var.” ifadelerdeki Risale-i Nur’u anlama noktasında “elleri uzun” olan kişilere benzeteceğimiz bu ehil insanların dil ve anlatım özelliklerini bozmadan kendi ilim sahalarına bakan yönleri ile uzandıkları meyvelerden faydalanmak mümkündür.
Bediüzzaman şerhin dil hassasiyetleri noktasında ise, “Saniyen: Nur’un metni izaha ihtiyacı olsa ya satırın üstünde ya kenarında haşiyecikler yazılsa daha münasiptir. Çünkü metin içine girse, teksir edilen nüshalar ayrı ayrı olur, tashih lâzım gelir. Hem su–i istimale kapı açılır. Muarızlar istifade ederler. Hem herkes senin gibi muhakkik, müdakkik olamaz; yanlış mana verir, bir kelime ilâve eder. Ehemmiyetli bir hakikati kaybetmeye sebep olur. Ben tashihatımda böyle zararlı ilâveleri çok gördüm.” (Emirdağ Lâhikası, El yazma, s. 661).
Bediüzzaman’ın bu ifadelerine bakıldığında üzerinde bu kadar titizlik gösterilerek yazılmış olan Risale–i Nur’un kalbin en derin dehlizlerine nüfuz eden hakikatlerine kasten olmasa bile küçük bir ifade eksikliğinin yolunu açmak veya yorum katmak bunca yıldır bin bir zahmetle çekilen hizmet çilelerine ve çelik iradeli fedakâr Nur şakirdlerine haksızlık olmaz mı?
Bu bakış açısı altında ve Üstadın da telkinleri ışığında yapılan şerh tarzındaki çalışmalar, doyurucu ve ilmî açıklamalar şeklinde olmalıdır.
Sonuç olarak:
-Şerh, dil ve üslûp açısında Risale–i Nur’un temel yapısına ve felsefesine uygun ve yakın olmalıdır.
-Marifet ve hakikat şaheseri olan risaleleri, şerh yapacak kişiler, başta Risale-i Nurlara vakıf, Fen ve Din ilimlerinde ehil ve yapılan şerhlere Risale–i Nur’un derin manalarını yansıtacak irfan ehli kişiler olmalıdır.
-Kuran’ın bu asra bakan manevi bir mucizesi olduğu ve çok derin manalar ihtiva ettiği için mütalâa ve müzakere şeklinde yapılmalıdır.
Aksi takdirde Risale-i Nurla ilgili yapılan ve yapılacak şerh ve izah çalışmaları bu nezih eserlere perde olabilir, Kur’an ve İman hizmetine de faydadan ziyade zarar getirebilir.