Risale-i Nur’da yer alan atasözü ve deyimler

Risale-i Nur'un inkişafı için deyimler ve atasözleri mühimdir. Hem asırlarca tecrübe edildiği için umuma bakan mühim kaideler olarak kabul edilir

Risale-i Nur öyle bir eser ki, bazen bir kelime ile bir cümle, bazen bir cümle ile bir paragraf, bazen bir paragraf ile bir sayfa, bazen bir sayfa ile bir kitap ve risale, bazen de bir kitap ile külliyat anlaşılır ve böylece inkişaf etmeye başlar.

Onun için buradaki atasözleri ve deyimleri, konunun ana sözünü ve maksadını kısa ve veciz ifade edebiliyorlar.

Risale-i Nur'un inkişafı için deyimler ve atasözleri mühimdir. Hem asırlarca tecrübe edildiği için umuma bakan mühim kaideler olarak kabul edilir.

Yani temsillerin darbı ve darb-ı meseller, sikkenin darbı kadar kelama kıymet veriyor. Yani nasılki sikke; gümüş ve altına kıymet veriyor, darb-ı meseller de kelamlara o nisbette kıymet ve itibar veriyor.

Ve bu işaretle, vehimleri defetmek için temsillerin güzel bir vasıta olduklarına ve temsillerin bida olmayıp belagat sahasında işlek ve güzel bir cadde olduğuna ima edilmiştir.

"Evet, durub-u emsal, malum kaidelerdendir." (İşaratü'l-İ'caz, Bakara Suresi, 227. Ayetler)

Önemli olan bir husus da Kur'an bile tarihi darb-ı meselleri ve misallari çok kullanır. Buradan da darb-ı mesellerin ne kadar önemli bir vazife gördüklerini anlıyoruz.

"İ'lem Eyyühel-Aziz! Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan, hakikatları durub-u emsal ile beyan ediyor. Çünkü daire-i uluhiyete ait hakaik-i mücerrede, daire-i mümkinatta ancak misaller ile temessül ve tavazzuh eder. Mümkin ve miskin olan insan da daire-i imkânda misallere bakarak, fevkinde bulunan daire-i vücubun şuunatını, ahvalini düşünür." (Mesnevi-i Nuriye, Hubab)

Ayrıca atasözü ve deyimlerde lafzına ve hakiki manasına bakılmaz, maksadına ve alınacak derse ve ibrete bakılır. Bu da önemli bir kaidedir.

"ALTINCI ASIL: Beyne'n-nâs iştihar bulmuş bazı hikâyeler bulunuyor ki, durub-u emsal hükmüne geçer. Hakiki manasına bakılmaz. Ne maksad için sevkedilir, ona bakılır. İşte bu neviden beyne'n-nâs tearüf etmiş bazı kıssa ve hikâyatı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bir maksad-ı irşadî için, temsil ve kinaye nev'inden zikredivermiş. Şu nevi mes'elelerin mana-yı hakikîsinde kusur varsa, örf ve âdât-ı nâsa aittir ve tearüf ve tesamu'-u umumîye raci'dir." (Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Üçüncü Dal)

Burada atasözü ve deyimleri bir araya getirip ezberleyerek hem Risale-i Nur’da bir derece vukufiyet kazanmak hem günlük hayatta kullanmak için güzel bir çalışma olur. Ezberlemek için de pratik olarak faydalı olacaktır.

Atasözü ile deyim arasındaki farkı bilmekte fayda vardır. Atasözü, ek almaz ve tırnak işareti içerisine alınır, ama deyimler ek alabilirler. Atasözleri genellikle cümle halinde iken, deyimler birkaç kelimeden oluşur.

Ayrıca deyimler öğüt vermeyip uzun veya ifade edilmesi zor manaları kolaylaştırmak için gelen mecazi manalardır. Atasözü ise öğreticidir ve ders verir.

Burada atasözleri ve deyimleri karışık olarak kaydettik; birbirinden ayırmadık. Ayrıca deyimler, cümle içinde geçtiği için tespit etmek biraz zordur. Kaçırdığımız veya eklemediğimiz deyimler ve atasözleri olabilir. Medarı istifade olur temennisi ve duasıyla...

SÖZLER

"...Kazan kaynatır, karavanayı yıkar, getirir."

"Devletin angaryasını çekiyorum,..." (Sözler, Beşinci Söz)

***

"...Onların ağızlarına bir şamar vurur." (bk. age., Onuncu Söz, Üçüncü Hakikat)

(...)

"Evet, durub-u emsaldendir ki: Bir dünya güzeli, bir zaman kendine meftun olmuş âdi bir adamı huzurundan tardeder. O adam kendine teselli vermek için: 'Tuh, ne kadar çirkindir. der. O güzelin güzelliğini nefyeder."

"Hem bir vakit bir ayı, gayet tatlı bir üzüm asması altına girer. Üzümleri yemek ister. Koparmağa eli yetişmez. Asmaya da çıkamaz. Kendi kendine teselli vermek için kendi lisanıyla 'Ekşidir!..' der.
Gümler gider..."
(bk. age., Dördüncü Hakikat, Haşiye-2)

***

"...ferşten arşa ve zerreden şemse kadar yayılmış olan şecere-i hilkatin hakikatına..." (bk. age., On Üçüncü Söz, Birinci Makam)

***

"اَيْنَ الثَّرَا مِنَ الثُّرَيَّا" / Yer nerede, Süreyya nerede? (bk. age., On Dördüncü Söz)

***

"Beşincisi: ...'Dinleyen söyleyenden daha iyi anlar.' meşhurdur." (bk. age., Yirmi Dördüncü Söz, Dördüncü Dal)

***

"خُذْ مَا شِئْتَ لِمَا شِئْتَ" yani, 'İstediğin her şey için Kur'andan her ne istersen al.' ifade ettiği mana, o derece doğruluğuyla makbul olmuş ki, ehl-i hakikat mabeyninde durub-u emsal sırasına geçmiştir. (bk. age., Yirmi Beşinci Söz, İkinci Şua)

***

"Dördüncü Nokta: Kur'an öyle hakikatlı bir halâvet göstermiş ki, en tatlı bir şeyden dahi usandıran çok tekrar, Kur'anı tilavet edenler için değil usandırmak, belki kalbi çürümemiş ve zevki bozulmamış adamlara tekrar-ı tilaveti halâvetini ziyadeleştirdiği, eski zamandan beri herkesçe müsellem olup darb-ı mesel hükmüne geçmiş." (bk. age., Birinci Zeyli / Şualar, Yedinci Şua)

***

"Meşhurdur ki: Îdin hilâline bakardı cemaat-i kesîre. Kimse bir şey görmedi.
Zevalî bir ihtiyar yemin etti ki: 'Gördüm.' Halbuki gördüğü, kirpiğinin tekavvüs etmiş beyaz bir kılı idi.
O kıl oldu onun hilâli. O mukavves kıl nerede? Hilâl olmuş Kamer nerede?"
(bk. age., Lemeât)

MEKTUBAT

"Elbette hıfz-ı İlahîde olan bir Sultan-ı Levlâk'i, böyle bir cehennem oduncusu, onun huzuruna girip göremez. Ağzına mı düşmüş!.." (Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, On Beşinci İşaret)

(...)

"اَلْفَضْلُ مَا شَهِدَتْ بِهِ الْاَعْدَٓاءُ" "Fazilet odur ki; düşmanlar dahi onu tasdik etsin." (bk. age., On Dokuzuncu Mektup'un Zeylinin Bir Parçası)

***

"Ve ondandır ki; 'Dostun dostu dosttur.' sözü, durub-u emsal sırasına geçmiştir. Hem onun içindir ki; 'Bir göz hatırı için çok gözler sevilir.' sözü umumun lisanında gezer." (bk. age., Yirmi İkinci Mektup, Birinci Mebhas)

(...)

"اَلْحَر۪يصُ خَائِبٌ خَاسِرٌ (Hırs, hasaret ve muvaffakiyetsizliğin sebebidir.) darb-ı mesel hükmüne geçmiş, umumun nazarında bir hakikat-i âmme olarak kabul edilmiştir." (bk. age., İkinci Mebhas)

***

اَلْحَر۪يصُ خَائِبٌ خَاسِرٌ / “Hırslı olan kimsenin ümidi boşa çıkar ve hüsrâna uğrar.” وَالصَّبْرُ مِفْتَاحُ الْفَرَجِ / “Sabır, ferahlık ve genişliğin anahtarıdır.” (Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2/21). durub-u emsal hükmüne geçmiştir." (bk. age., Yirmi Üçüncü Mektup)

***

"...arştan ferşe düşer gibi sukut eder, ortada kalmaz." (bk. age., Yirmi Altıncı Mektup, Birinci Mebhas)

***

"Hattâ Kürdçe durub-u emsaldendir: نَافِ گُرْب۪ينَه پَالَانْدَارْ ل۪ى وَر۪ينَه Yani 'Kurdun bahsini ettiğin zaman topuzu hazırla, vur; çünkü kurt geliyor.'" (bk. age., Yirmi Sekizinci Mektup, Birinci Risale...)

(...)

"كَتَعْل۪يقِ الدُّرَرِ ف۪ى اَعْنَاقِ الْبَقَرِ (Öküzün boynuna inci takmak gibi) darb-ı meseli gibi..." (bk. age., Dördüncü Risale...)

***

"Lezaiz çağırdıkça, sanki yedim demeli. Sanki yedimi düstur yapan; "Sanki yedim" namındaki bir mescidi yiyebilirdi, yemedi." (bk. age., Hakikat Çekirdekleri: 88)

LEM'ALAR

"Onun için 'Et-tahribü eshel' / (Tahrip çok kolaydır, daha kolaydır) durub-u emsal hükmüne geçmiş." (Lem'alar, On Üçüncü Lem'a, Birinci İşaret)

(...)

"Nasılki böyle şöhret divanelerinden birisi, namazgâhı telvis etmiş, tâ herkes ondan bahsetsin.
Hattâ ondan lanetle de bahsedilmiş de, şöhretperestlik damarı kendisine bu lanetli şöhreti hoş göstermiş diye darb-ı mesel olmuş."
(bk. age., On İkinci İşaret)

***

"...ulüvv-ü himmetten dem vurduğun..." (bk. age., On Yedinci Lem'a, Yedinci Nota)

"Meşhurdur ki bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz'in ordusunu müteaddid defa mağlup eden Celaleddin-i Harzemşah, harbe giderken vüzerası ve etbaı ona demişler: 'Sen muzaffer olacaksın, Cenab-ı Hak seni galib edecek.' O demiş: 'Ben Allah'ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım, Cenab-ı Hakk'ın vazifesine karışmam; muzaffer etmek veya mağlup etmek onun vazifesidir.' İşte o zat bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, hârika bir surette çok defa muzaffer olmuştur." (bk. age., On Üçüncü Nota)

***

"İşte, ömrün hastalıkla uzun olmasına işareten bu darb-ı mesel dillerde destandır ki; "Musibet zamanı çok uzundur, safa zamanı pek kısa oluyor." (bk. age., Yirmi Beşinci Lem'a, Birinci Deva)

***

"Meşhurdur ki intizamla tahrik eden, hareket etmemek ve devam ile tağyir eden, mütegayyir olmamak gerektir; tâ ki o iş intizamla devam etsin." (bk. age., Otuzuncu Lem'a, Altıncı Nükte)

ŞUALAR

"Haşiye: Eski zamandan beri darb-ı mesel olarak umumun dilinde ve lisan-ı nâsta gezen şu 'Çekirdekten yetişme' sözü bu risalenin müellifine bir işaret-i gaybiye-i örfiye denilebilir..." (Şualar, İkinci Şua, Üçüncü Makam)

***

"كَمْ عَالِمٍ عَالِمٍ اَعْيَتْ مَذَاهِبُهُ وَ جَاهِلٍ جَاهِلٍ تَلْقَٓاهُ مَرْزُوقًا (Nice âlimler var ki geçim sıkıntısı içindedirler. Nice cahiller de vardır ki varlık içinde yüzüyorlar.) darb-ı mesel olması ..." (bk. age., Yedinci Şua, İkinci Bab)

***

"...Bu mana itibariyledir ki, darb-ı mesel hükmünde büyük musibetlere ve büyük maksadlara karşı, herkes 'Allah büyüktür, Allah büyüktür' der, kendine teselli ve kuvvet ve nokta-i istinad yapar." (bk. age. On Birinci Şua, Sekizinci Mesel)

(...)

"İşte bu hakikatı, umumun lisanında gezen bu gelen darb-ı mesel ders verip, der:

"Kimin için Allah var, ona her şey var ve kimin için yoksa, her şey ona yoktur, hiçtir." (bk. age., Onuncu Mesele / Emirdağ Çiçeği)

(...)

"...umum lisanında مَنْ اٰمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ darb-ı mesel olmuştur. Yani, 'Kadere iman eden gamlardan kurtulur.' " (bk. age., Onuncu Birinci Mesele)

***

"Darb-ı meselde deniliyor ki, 'Filân adamın eli deliktir.' Yani çok müsriftir..." (bk. age., Beşinci Şua'nın İkinci Makamı ve Meseleleri)

***

"Dördüncüsü: Üç mahkeme cemiyet noktasında bize kat’î beraat verdiği halde, yine eski nakarat gibi gizli cemiyet vehmine bin dereden su toplamak gibi emareler araştırmış." (bk. age., On Dördüncü Şua, Lahika)

(...)

"...elbette yerden göğe kadar suçludurlar, mahkeme-i kübrâda hesabını verecekler!.." (bk. age.)

(...)

"Saniyen: Yirmi seneden beri ... ...habbeyi kubbe yapanlar bundan istifade edip aleyhimizdeki iftiralarını çoklara inandıracaklardı." (bk. age.)

(...)

"...ciğerleri deliyor ve kalbleri sızlatıyor." (bk. age., Mustafa SunguR'un Temyiz Layihasıdır)

***

"Şimdi 'Güneş'i güneşten sormak lazım.' darb-ı meseli gibi,.." (bk. age., On Beşinci Şua, Üçüncü Kısım)

***

"... ve Resâili’n-Nur’un nuranî cüzleri ve fedakâr şakirtleri 'elli dört (54)'te mukabeleye çalışmaları göze çarpıyor." (bk. age., Birinci Şua, Yirmi Sekizinci Ayet)

***

"İhtar: Mezkûr zulmetleri izale eden iman nimetine 'Elhamdülillah' diye edilen hamd dahi bir nimet olduğundan ona da bir hamd lazımdır. Bu ikinci hamde de üçüncü bir hamd, üçüncüye de dördüncü bir hamd lazımdır. وَهَلُمَّجَرًّا / (Ve böylece devam edip gider.) Demek, bir hamd-i vâhidden doğan hamdlerden ibaret gayr-ı mütenahî bir silsile-i hamdiye husule geliyor. (bk. Şualar, Yirmi Dokuzuncu Lem'adan İkinci Bab)

TARİHÇE-İ HAYAT

Yoksa "Yürüyüşünü terk etti, başkasının da yürüyüşünü öğrenmedi." olan darb-ı mesele masadak olacağız. (Tarihçe-i Hayat, İlk Hayatı / Divan-ı Harb-i Örfi'den)

(...)

Evet, meşhurdur ki: "En kat'î fazilet odur ki, düşmanları dahi o faziletin tasdikine şehadet etsin." ...
(bk. age., Hutbe-i Şamiye'den)

(...)

Ermeni fedaileri meşhurdur; hatta öyle rivayet ederler ki: "Fedailerin yüzleri, kızarmış kömür üstüne tutulup gözleri patlama derecesine gelse dahi, yine sır vermezler." İşte Ruslar o zaman diyorlardı ki: "Bedîüzzaman'ın gönüllüleri, Ermeni fedailerinin fevkindedir!" (bk. age., İlk Hayatı)

MUHAKEMAT

جُمْلَه ش۪يرَانِ جِهَانْ بَسْتَهِٔ ا۪ينْ سِلْسِلَه اَنْد
وبَه اَزْ ح۪يلَه چِه سَانْ بِگُسَلَدْ ا۪ينْ سِلْسِلَه رَا

(Cihanın bütün arslanlarının bağlandıkları bir zinciri hileci bir tilkinin koparmasına imkân var mıdır?) (Muhakemat, Kitaba Giriş)

***

"فِظْ فِظْ ژِوَه هِنْگِف۪ينْ ژِمِنْ "Tanin sizden, bal benden..." (bk. age., Birinci Makale / Unsuru'l-Hakikat, Üçüncü Mukaddime)

(...)

"...Eğer bunu fehmedebildin, hayse beyseden kurtulacaksın." (bk. age., Altıncı Mukaddime)

(...)

عَلٰى رَغْمِ اُنُوفِ الْاَعْدَاءِ (Düşmanların engellemelerine rağmen) (bk. age., Sekizinci Mukaddime)

(...)

كُلُّ الصَّيْدِ ف۪ى جَوْفِ الْفَرٰى / [Bütün av, yaban eşeğinin karnındadır (Yani onu avlayan av ihtiyacını karşılar ve başka avlara ihtiyacı kalmaz).] ...

تَلَقَّى السَّامِعُ بِغَيْرِ الْمُتَرَقَّبِ / [İşitenin, beklemediği bir cevapla karşılaşması (Beklenilmeyen şeyi işitmek).] kaidesinin üslûb-u hakîmanesiyle, lazım ve istediği cevabı vermiştir." (bk. age., On İkinci Mukaddime)

***

"Evet, kıssa-i Musa meşhur darb-ı meseldeki tefariku'l-asadan daha nâfi'dir. Nasıl o asa ne kadar parçalansa yine bir işe yarar. Kıssa-i Musa dahi öyledir." (bk. age., İkinci Makale / Unsuru'l-Belagat, Dokuzuncu Mesele)

İŞARATÜ'L-İ'CAZ

"وَ كَمْ مِنْ عَٓائِبٍ قَوْلًا صَح۪يحًا ٭ وَ اٰفَتُهُ مِنَ الْفَهْمِ السَّق۪يمِ Yani, “Kur’ân’da ta’yip edilecek hiçbir nokta yoktur. Kur’ân gibi sahih kavilleri tayip etmek, ancak fehimlerin sekametinden ileri geliyor.” (Sağlam sözleri kötüleyen nice kişiler vardır ki, onların âfetleri hasta anlayışlarından ileri gelir.)" (İşaratü'l-İ'caz, Bakara Suresi Ayet: 2)

***

"Bu meselelerden tebarüz ettiği vecihle, Cenâb-ı Hakk'ın mümkinata kıyas edilmesi ve mümkinatın onun şuunatına mikyas yapılması, en büyük cehalet ve hamakattir. Çünkü aralarındaki fark, yerden göğe kadardır." (bk. age., Bakara Suresi, Ayet: 7)

***

"Sanki Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, نَوْعٌ مُنْحَصِرٌ فِى الشَّخْصِ yani bir şahısta inhisar etmiş bir nevidir..." (bk. age., Bakara Suresi, Ayet: 23-24)

(...)

"مَنْ لَمْ يَذُقْ لَمْ يَدْرِ Yani fikri ile i'cazı zevketmeyen, tarif ile vâkıf olamaz; bal gibidir." (bk. age., Bakara Suresi, Ayet: 23-24)

***

"İşte bu şiddetli ölümle hilkat bayılır, kâinat yayılır, hilkatin yağı ayranı biribirinden ayrılır; cehennem, maddesiyle, aşiretiyle bir tarafa çekilir; cennet de letafetiyle, lezaiziyle ve bütün güzel unsurlarıyla tecelli ve incilâ eder." (bk. age., Bakara Suresi, Ayet: 25)

***

"HAŞİYE: Bir Arabînin taptığı bir sanemi varmış... اَرَبٌ يَبُولُ الثَّعْلَبَانُ بِرَاْسِه۪ بِرَاْسِه۪ (Başına tilkilerin bevl ettiği bir şey nasıl rab olur.) demekle, sanemi kırmış, atmış." (bk. age., Bakara Suresi, Ayet: 26-27)

MESNEVİ-İ NURİYE

مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ [ “Beklemediği yerden...” (Talâk, 65/3).] (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Bazen de Üstad, bir konuyla ilgili çok fazla darbımesel olduğu için aktarmaz, ama manasını aktarır. Aşağı da olduğu gibi:

"Meselâ: Kelb, bütün hayvanlar içerisinde birkaç sıfat-ı hasene ile muttasıftır ve o sıfatlar ile iştihar etmiştir. Hattâ sadakat ve vefadarlığı darbımesel olmuştur." (bk. age.)

(...)

İmam-ı Rabbani'nin dediği gibi: "Melikin atiyyelerini ancak matıyyeleri taşır." (bk. age., Katre'nin Zeyli)-,75

***

"مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُ / (Şuur taalluk etmediği taraftan, hissedilmediği yerden)" (bk. age., Hubab)

***

" حَفَظْتَ شَيْئًا وَ غَابَتْ عَنْكَ اَشْيَٓاءُ (Bir şeyi muhafaza ettin, ezberledin ama, birçok şey senden kayboldu) kavline mâsadak olmuşlardır." (bk. age., Zeylü'l-Habbe)

***

"Hem o sır iledir ki 'Rahat, zahmette; zahmet, rahattadır.' cümlesi darb-ı mesel olmuştur." (bk. age., Zühre; Lem'alar, On Yedinci Lem'a, Sekizinci Nota)

BARLA LAHİKASI

عَلَى الرَّاْسِ وَالْعَيْنِ / (baş göz üstüne / başüstüne) (Barla Lahikası, 10. Mektup: Hulusi).

لِسَبَبٍ مِنَ الْاَسْبَابِ / Bir sebebe binaen. (bk. age., 61. Mektup: Doktor Yusuf Kemal)

" وَلاَ تَنَازَعُوا فَتفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ işâret ettiği gibi, tesanüd bozulsa cemaatın tadı kaçar." (bk. age., 120. Mektup)

"Anlayana sivrisinek saz gelir, anlamayana davul zurna az gelir." (bk. age., 197. Mektup: Babacan Mehmet Ali)

"تَسْمَعُ بِالْمُعَيْدِىِّ خَيْرٌ مِنْ اَنْ تَرَاهُ" (el-Muaydi'yi işitmen, onu görmenden daha hayırlıdır.) kaidesiyle işitmesi görmekten çok evla olan..." (bk. age., 263. Mektup)

KASTAMONU LAHİKASI

"Zira yemişli ağaç taşlanır, kaziyesi meşhurdur." (Kastamonu Lahikası, 119. Mektup: Eski Fetva Emini Ali Rıza)

"Çünkü darb-ı meselde meşhurdur ki: Bir şeyde zahmet ve meşakkat, alâmet-i makbuliyettir."
(bk. age., 163. Mektup)

EMİRDAĞ LAHİKASI

...Nur tohumlarını ekiniz. Zira "Eken biçer", atalarımızdan kalma mübarek bir sözdür. (Emirdağ Lahikası-I, 80. Mektup: Mustafa Osman)

"... hakikî Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, مِنْ مَحَاسِنِ الشَّرِيعَةِ سَدُّ اَبْوَابِ الْفِتَنِ (Fitne kapılarını kapatmak şeriatın güzelliklerindendir.) bir düstur-u esasiye-i şer’iyeye binaen طَهَّرَ اللهُ اَيْدِيَنَا فَنُطَهِّرُ اَلْسِنَتَنَا [Cenâb-ı Hak ellerimizi o kanlı hadiselere bulaştırmadı; o halde biz de o hadiselerden bahsedip dilimizi bulaştırmayalım. (Ömer bin Abdülaziz).] diyerek o fitnelerin kapısını açmak, bahsetmek caiz görmüyorlar." (Emirdağ Lahikası-I, 152. Mektup)

"... Ben de onun hiddetine karşı dedim: 'Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduddur.' Dehşetli bir pot kırdım." (bk. age., 189. Mektup)

"Umumun dillerinde 'Tahrib, tamirden çok kolaydır.' diye darb-ı mesel olmuştur." (bk. age., 217. Mektup: Reisicumhura gönderilen istidanın zeylidir...)

***

"...Onlara ben İslâmiyet'i ve İslâmî temsilciliklerini, ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüd ediyorum." (Emirdağ Lahikası-II, 26. Mektup: Bera-yı malûmat size gönderildi.)

"Risale-i Nur benim değil, Kur'anın malıdır; Kur'anın feyzinden gelmiştir. Hiçbir kuvvet onu Anadolu'nun sinesinden koparıp atamayacaktır. Risale-i Nur Kur'ana bağlıdır; Kur'an ise Arş-ı A'zam'la bağlanmıştır. Kimin haddi var ki, onu oradan söküp atsın." (bk. age., 97. Mektup: Ankara Üniversitesi Nur talebeleri)

Sorularla Risale

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

Nur Talebeleri Haberleri