Risale-i Nur, bu asırda Kuranın bir mucize-i manevisi olduğuna göre, istifade seviyeleri, her anın her nefesi sayısınca manalara şamildir. Bu kıyamete kadar inkişaf ederek devam edecektir. İlmin keşif kolları, zamanın/anın/dönemin yeteneğine göre yeni manalarla tecdit görevini yapmaya namzettir.
Böyle bakılınca, Risale-i Nur; durağan ve sabitlenmiş bir mana kaydı değildir. Belki cihanşümuldur.
En önemlisi, Risale-i Nurun, birçok eser ve tarzın dışında bir hususiyeti vardır. Bütün meselelerine bu zaviyeden bakılmalı. Kaliteli bir araştırma ve müzakere için kendine has esaslarının gözden kaçmaması gerekir.
Bir birini anlamak, bir birine müzahir ve muavin olmak, fikren beraber yaşamak ve manaları zenginleştirmek için Risale-i Nurun esas maksadı dikkate alınmalı.
Nedir bu hususiyet?
Farklı gibi addedilen bir çok münazara konusu, ya da niza sebebi meselenin de sühulet ve mutabakatı, hatta münazara yerine müzakere, münakaşa yerine mütalaa etme imkanı, bu hususiyet ve metotla yakalanabilir.
Peki, nedir bu metot diyeceksiniz?
Ya da yaklaşım deyin.
Bunu açmaya çalışalım.
Bu yüzyılda Risale-i Nurun doku farkı, tesir farkı yine burada saklı.
Risale-i Nur temelli esas kabuller ışığında; Birbirimize dönüşmek, birbirimizi solumak, fikirlerimizi beraberce ötelemek, katlayarak arttırmak, ayrı gibi görünen noktaların esasında birbirinin parçaları olduğunu, birbiriyle mezcedilmesi gerektiğini düşünerek bakışımızı birbirimize odaklaştırmak mümkün.
İdrakimizin, algımızın ve fehmimizin elinden tutarak, fikir muaveneti için el ele vermesini sağlayacak bir usul üzerinden gidilemez mi?
Günlük iletişimimizde, çevremizde, soframızda, e-iletişimimizde v.s. hayatın her deminde Risale-i Nurun ufkuyla Seni anlıyorum diyerek, gerçekten anlamaya çalışarak ve düşündüğümüz farklılıkların aslında birbiriyle telif olmayı bekleyen, yan yana olması gereken iki cümle ya da kelime değerinde olduğunu düşünerek baksak, nasıl bir sonuca gideriz?
Doğrusu, bilinenin ilanı, malumun beyanı sadedinde sabiteleri kendimize sabitlemek yerine, o sabitelerin etrafında inkişaf için sabitlenmek ve sebat etmek gerekmez mi?
Bu noktaların mutlaka bir bilimi ve sentezleme metodu vardır. Buna kafa yormak gerekir.
Risale de bunun temel bakışı vardır.
Onu yakalarsak, daha doğrusu o noktadan bakarsak, hepimiz birbirimizi anlamakta ve Risale-i Nuru alem çapında fikri muhayyile ve musavvire ve müfekkire sınırsızlığında doyasıya kavrar, masseder ve yaşarsak, gök kubbenin yedi rengi bize tebessüm edecektir. Alem, bu vesileyle rahmetlenir ümidindeyim.
Anlama zevki, farkı görme mutluluğu, yeni manalarla tanışma tevazusu, ilmimizden ve ısrarımızdan vazgeçerek zihni bariyerlerimizden halas olma fazileti, eminim hepimizi çok daha müdrik ve müşfik kılacaktır.
Yine diyeceksiniz ki: doğru güzelde, bunu sağlayacak çıkış noktamız ne olmalıdır?
Bu anlamda da söylenecek çok şey var.
Kendimizi ispatlamak için risaleden bulduğumuz deliller yerine, kendisine ispat olacak delillerle baksak ne olur?
Bir başkası için yardımcı olacak, muhtaç gönüllere deva bulacak zaviyeden, kendimizi merkeze koymadan, sahiplenirken sahip olma rolüne soyunmadan, zihnimizin inkişaf alanlarını fenafilihvan sırrıyla birbirini anlamaya ayırsak ne olur?
Birbirimize anlatırken, birbirimizi anlamayı ve yeni bir şey öğrenmeyi ve yaşamayı esas alsak, insibağa açık olsak, zihni hedefimize tefekkürü, kalbi teveccühümüze muhabbeti, ruhi inşirahımıza fıtrarımızı ve vicdani tekamülümüze şuurumuzu katsak ne olur?
Hep kale koruyan, ya da karşıya top atan bir psikolojinin beşeri zaafından çıksak, ne olur?
Sonra, yeni bir bakış açısını öğrenmek veya dinlemek, anlamaya melekelerimizi hazırlamak ve daha çok izah, inkişaf ve boşlukları nazara vererek yeni fikirleri olgunlaştırma çalışmak mı ortak inisiyatif sağlar, yoksa hayır, olmaz, nereden çıktı, sen mi? dedirten özel psikolojimizin ve tartıya çıkmamış denetçi kimliğimizin direnç noktaları mı? Mevcut ortak noktaları, nasıl yan yana getireceğiz?
Bu yazdıklarım, hayatın çaresizlik soruları ve çatışma alanları olduğu kadar, aynı zamanda risalenin yaklaşım farkının verdiği lezzetle, şuurlanmaya vesile olan birer fikri mütalaa ve inkişaf vesileleridir.
Bunu temin edecek bir kaide olmalı mı?
Var mı?
Nedir?
Nasıl?
Bunları beraberce düşünmeye, birbirimize yönelerek ve akarak kovayı ortak havuza boşaltmaya ne dersiniz? Her ifade, yeni bir idrakin kapılarını açabilecekken, kendimizi sabitleyip, sonra hakikati de kendimize bağlarcasına, teceddüdün, tahavvülün, tebeddülün, temeddünün kapılarını kapamaya ve zorlamaya gerek var mı?
Dünün hasılatı bugüne aittir. Biliyoruz ki, bugün, yarın içindir. Çünkü, yarının sermayesidir. Yani risalenin inkişafı, hep istikbale matuf bir noktadan bakılarak idrak edilmeli ki, istikbalimizi nurlandırsın, tatbik imkanı bulsun.
Önerim şu:
Sıkı durun, belki söylememek daha iyi olacak?
Belki de çok daha orijinal fikirler çıkacak.
Ama merak ettiyseniz söyleyeyim:
Risale-i Nur, Hem
.,hem
. metodudur. Yeter ki derdimiz bu Hem
Hem
leri bir araya getirmek olsun.
Buda ne? dediyseniz, lütfen birbirimizi anlamaya çalışarak düşünelim. Hatta anlamama hakkımızın da olduğunu, bunun bir itiraz sebebi olmadığını da düşünebiliriz.
Belki de konu, ilgi alanımıza girmiyor.
Ama şunu yapabiliriz:
Her birimizin elinde bir yön levhası afişi varsa, farklı yönlere çekerek birbirinden uzaklaşmayı netice veren yönlendirmeler yerine aynı yöne baktırarak ortak bakış içinde farklı noktaları yakalama marifetini bulabiliriz.
Evet, Hem
,hem
diyebildiğimiz oranda, oranlar birleşecek, kıvamlar tadında olacak ve ortak sofrada lezzetle manevi gıdalar yenilecek.
Hem..,hem
i açmaya devam edelim.
Hem
hem
demenin ve mezc etmenin temel ölçüsü, ruh-u asliyi muhafaza ederek, hikmetin birbirini tamamlayan manalarına ayna olmaktır.