Risale-i Nur’dan Müsbet Avrupa’ya Bakış-1

Baki ÇİMİÇ

Risale-i Nur eserlerinde toptancı bir bakış yoktur. Her bir meselenin müsbet ve menfi esasları noktasından değerlendirmeler yapılır. Fena ve fani bir adamın güzel bir sözü Risale-i Nur satırları arasında yerini alırken, bir insanın on fiilinden bir masum fiilî de nazarlardan kaçırılmaz ve ademe mahkûm edilmez.

Hatta meslek ve meşrepler değerlendirilirken “Meslekler, mezhepler ne kadar bâtıl da olsalar, içinde ukde-i hayatiyesi hükmünde bir hak, bir hakikat bulunur. Eğer âsârına ve neticelerine hükmeden hak ve hakikat ise ve menfî cihetleri müsbet cihetlerine mağlûp ise, o meslek haktır. Eğer içinde hak ve hakikat, neticelere hükmedemiyor ve menfî ciheti müsbet cihetine galebe ediyorsa, o meslek bâtıldır.(Yirmi Sekizinci Mektup,2004,s:619.Y.A.N.)” tespitleri de çok manidar olarak Risale-i Nur eserleri arasında yerini almıştır.

Bizler de bu manada Risale-i Nurlarda müsbet Avrupa ile ilgili bölümleri toparlamak istedik. Elbette ki Risale-i Nurlarda menfi Avrupa ile ilgili de gerekli tespitler ve açıklamalar yapılmıştır. Ancak bu tespitleri başka bir zamana tehir ederek bizler şimdilik müsbet Avrupa ile ilgili yerlerle çalışmamıza devam edeceğiz.

“Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.(Münazarat–1998,s:49,Y.A.N.) “

Yukarıdaki satırlarda Bediüzzaman farkı görülmektedir. Kendi sözlerinin mihenge vurulmasını isteyecek kadar mert ve cesaretli bir âlimdir Bediüzzaman. Çünkü o asrın eşsiz güzelidir. Farklı ve bir o kadar da ezber bozan bir mütefekkirdir.

Bizler de müsbet Avrupa’yı Risale-i Nur mihengine vurmak istiyoruz. Altın çıkarsa alıp koynumuzda saklayacağız, bakır çıkarsa geri iâde edeceğiz. Çünkü bu meselede temyiz edici bir hakikat var elimizde.”Hakikat tahavvül etmez, hakikat haktır.(Divân-ı Harb-i Örfî–1995,s:51,Y.A.N.)" bir düsturumuzdur.

“Maatteessüf, güzel şeylerimiz gayr-ı müslimler eline geçtiği gibi, güzel olan ahlâklarımızı da yine gayr-ı müslimler çalmışlar. Güya bir kısım içtimaî ahlâk-ı âliyemiz yanımızda revaç bulmadığından, bize darılıp onlara gitmiş. Ve onların bir kısım rezâili, kendileri içinde çok revaç bulmadığından cehaletimizin pazarına getirilmiş.(Münazarat–1998,s:100,Y.A.N.)” sırrınca o güzel şeylerimize talibiz. Çünkü o güzellikleri küstürmüşüz ve kaçırmışız. Cehalet pazarımızda o güzelliklere rağbet olmamış ve onlarda bizlere küsüp ecnebilere gitmiş.

”Her şeyin en güzelini al.”kaidesiyle sana hoş gelen şeyleri al, sana hoş gelmeyenleri bana bırak,” (Sünuhat–1996,s:17,Y.A.N.)” sırrınca da ecnebilerdeki her şeyi değil, her şeyin en güzeline talibiz ve en güzelini alacağız.
"Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir. Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi san'atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden bu birinci Avrupa'ya hitap etmiyorum. ( Lem’alar–2005,s:291,Y.A.N.)” diyen Bediüzzman müsbet Avrupa’ya nasıl bakmamız gerektiğinin ölçüsünü vermektedir.

Bizler de yazımıza konu olan birinci Avrupa’yı incelemek ve anlamak istiyoruz. Çünkü birinci Avrupa feyzini İsevîlik din-i hakikîsinden almaktadır. Bu feyiz ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi san'atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip etmektedir. Kur’an bu müsbet Avrupa ile mübareze etmiyor. İslamiyetin; müsbet Avrupa’nın nâfi sanatlarından, adalet ve hakkaniyatından ve sosyal hayata hizmet eden fünunlarından istifade edilmesinden yana olduğunu görüyoruz.

Yine Risale-i Nur’un barışık olduğu ve hücum etmediği felsefe ise Asay-ı Musa’da şöyle ifade ediliyor.“Risale-i Nur'un şiddetle tokat vurduğu ve hücum ettiği felsefe ise, mutlak değildir; belki muzır kısmınadır. Çünki, felsefenin hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye ve ahlâk ve kemâlat-ı insaniyeye ve san'atın terakkiyatına hizmet eden felsefe ve hikmet kısmı ise, Kur'an ile barışıktır. Belki Ku'an'ın hikmetine hâdimdir, muaraza edemez. Bu kısma Risale-i Nur ilişmiyor.(Asay-ı Musa–2005,s:15,Y.A.N.)

Ecnebilerden alacağımız bilgi, sanat ve terakki için söylenen şu cümle çok müşkülümüzü hallediyor.“Ecnebilerden alınan maddi bilgiler, sanat ve terakkiye ait ise lazımdır, sefahata dair ise muzırdır. (Mesnevi-i Nuriye–1999,s:98,Y.A.N.)” Buraya göre neye talib olduğumuz ve neyin muzır olduğu çok açık olarak ortaya konulmuş oluyor.

Medeniyetten muradımız için ise Risale-i Nurlarda şu tespitler ve izahlar yapılmaktadır.”Biliniz ki: Bizim muradımız, medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki; ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip; taklid edip, malımızı harap ettiler. Ve dini rüşvet verip, dünyayı da kazanamadılar. Medeniyetin günahları, iyiliklerine galebe edip, seyyiatı hasenatına râcih gelmekle, beşer iki harb-i umumî ile iki dehşetli tokat yiyip, o günahkâr medeniyeti zir ü zeber edip öyle bir kusdu ki, yeryüzünü kanla bulaştırdı.(Tarihçe-i Hayat-s:94,Y.A.N.)”

Evet, medeniyetin güzellikleri ve beşere menfaati bulunan iyiliklerine talib olmak ve onlara müşteri olmak nazarlardan kaçırılmamalıdır. Zaten medeniyetin günahları ve seyyiatı içimize alabildiğince girmiş malımızı, mukaddesatımızı ve ahlâkımızı harap etmiş durumdadır. Ümitvarız ki;” İnşâallah istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle, medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de te'min edecek.(Tarihçe-i Hayat-s:94,Y.A.N.)”İnşallah!
Medeniyetin güzellikleri ve iyilikleri inhisar altına alınamaz ve mal-i umumidir. Buna işareten Bediüzzaman şöyle der:“Bunu da inkâr etmem, medeniyette vardır mehâsin-i kesire. Lâkin, onlar değildir ne Nasrâniyet malı, ne Avrupa icadı, Ne şu asrın san'atı. Belki umum malıdır. Telâhuk-u efkârdan, semâvî şerâyiden, hem hâcât-ı fıtrîden, hususî şer-i Ahmedî,İslâmî inkılâptan neş'et eden bir maldır. Kimse temellük etmez.(Sözler–2004,s:1163,Y.A.N.)”

Easasında medeniyetteki güzellikler ne Hıristiyanların, ne Avrupa’nın ve ne de şu asrın san’atı ve malıdır. Bu güzellikler beşeriyetin umumi fikirlerinin ve çalışmalarının mahsulü ve semeresidir. Asırlarca birbirine eklenen ve birbirini besleyen düşüncelerin mahsulüdür. Semavî şeriatların neticesidir. Ve insanlığın fıtrî ihtiyacının gereğinden ortaya çıkmıştır. Özellikle Peygamberimizin(sav) şeriatından ve İslâmîyetin getirdiği yeniliklerden doğan ve bütün insanlığa faydalı olan sanat, hak, adalet ve hakkaniyetin bir bileşkesi ve paydasıdır. Yani insanlığın ortak ve umumî malı olan medeniyetin kaynağı semavi dinlerdir.

Öyleyse mediniyet-i hazıradan ürkmemek gerekiyor. Çünkü“Şeriat-ı Ahmediyenin (asm) tazammum ettiği ve emrettiği medeniyet ise ki; medeniyet-i hazıranın inkışaından (yarılmasından) inkişaf edecektir. Onun menfi esasları yerine, müspet esaslar vaz'eder. (Sünuhat–1996,s:61,Y.A.N.)”İşte medeniye-i hazıra İslamî medeniyetin müsbet esasları ile tamir edilecek ve onun menfi esasları yerine müsbet esaslarını beşeriyete tekrar vaz’ederek hediye edecek ve beşeriyet sulh-u umumiyi yaşayacaktır inşallah.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.