Giriş
“Okur-yazarlarımız” arasında, İslam ve Sosyalizm’in birbirine ne kadar da ‘yakın’ veya ‘uzak’ olduğunu ileri süren görüşleri duymayan veya buna şahit olmayan, pek yoktur sanırsam. Zira neredeyse belirli bir döngüye sahip gibi; bu mesele yazılı ya da sözlü olarak medyamızda ara ara yer bulmakta, ele alınmakta...
Ama özellikle de bu konu için söylemek gerekiyor ki; içi doldurulamamış fikrî söylemlerin bir de sloganlarla ifadesi, genelde ‘mukaddesatı muhafaza’ refleksiyle; ya da kimi zaman, anlatılmak isteneni peşinen reddetme gibi bir diğer ‘çabayla’ karşılık bulmakta. İslam’ı herhangi bir düşünce sistemi veya ideolojiyle sentezlemeye dair gizli – ve bazen de aşikar- gayretlere karşı duyulan haklı kaygıların da, bu çabaların ortaya çıkmasında önemli bir katkısının bulunduğu muhakkak. Ancak ne olursa olsun, bu hengamede hakikati bulma –ve elbette ki bulunca da kabul etme- gibi bir gaye; böylelikle yine, yeniden ve bir kez daha ıskalanmış olup gitmekte!...
Oysa bu meseleden anlamamız gerekenler nelerdir? Veya “Yok mu bu konuda, felsefî ve siyasî terimlerin ağır kesafetine girmeden, ‘anlayacağımız’ kelimelerle ifade edilmiş bir sonuç cümlesi?” diye soranlara, ne tür bir cevap vermemiz gerekmekte acaba?
Hem neden kimi zaman bazı ehl-i dini, belki Sosyalistlerden de aşırı şekilde, açıktan veya üstü kapalı olarak Sosyalizm propagandası yapar bulabilmekteyiz?
Asr-ı saadetten tutun da, son yüzyılda yaşamış kimi din büyüklerine kadar, neden bazı mühim İslam alimlerine ve önderlerine “İçtimâiyyun” taraftarlığı atfedilmekte? Gerçekten de, var mıdır bu işin bir aslı?
Acaba, bir zamanların ideolojik bir “modasının” cazibesine kapılmanın bir ürünü müdür bu anlayış? Yoksa “aykırılığın” cazibesi, ya da başka bir sebep midir burada söz konusu olan?
Hele bir de ehl-i risale isek şayet; ve de Modern Sosyalizm’in dünyadaki siyasal, kültürel ve fikrî konjonktürde kendisine yoğun olarak yer bulduğu bir zaman diliminde ömrünü tamamlamış olan Bediüzzaman Hz.nin, bu mevzu hakkındaki görüşlerine gelmişse konu... Ne yapacağız, sadece: "Sosyalistlik desatiri, İslamiyetin esasatını bozamaz Şu medeniyet-i sefihe bozuyor” diyenlerden mi olmamız gerekiyor?
Ya da, örneğin: “..nev-i beşerin fıtratı ve sırr-ı hikmeti, müsavat-ı mutlaka kanununa zıttır.” mealinde mi konuşmalıyız?
Maazallah işin sonunda, kendi peşin kabullerini Bediüzzaman Hz.’ne ve bir çok alime, hatta Hz. Peygamber aleyhissalatü vesselam’a bile, haşa tasdik ettirebilme gibi boş ve menfur bir çabaya düşme tehlikesi de bulunmakta üstelik.
Risale-i Nur gibi, modern insanı muhabbetullaha, özellikle de maarifetullah talimiyle iletebilmeyi en temel gayesi edinmiş bir eserin,insanlara Kapitalizm veya Sosyalizmden birisini önermesinden bahsedilebilir mi gerçekten de?...
İşte böylesi ‘vartalara’ düşmekten uzak bir mecliste meramını anlatmış ve karşılığında da hüsn-ü kabul görmüş olan Bediüzzaman Said Nursî ‘nin konumuz ile ilgili görüşlerini, öteden beri, konjonktürel kaygılardan uzak bir şekilde ele alacak ‘ehil’ çalışmaların daha da çoğalması gerekliliğine inanmaktayım. Ve bundan dolayıdır ki, Risale-i Nur perspektifinden Sosyalizme; ya da temsil etme tekelinin ancak Sosyalizmde olduğuna inanılan kimi değerlere karşı İslam’ın bakış açısının ortaya konulabilmesi konusunda, yetersiz de olsa, bu çalışmayla bir katkıda bulunabilmeyi umuyorum. Çünkü bu konuya dair Risale-i Nur’daki görüşlerin, –bunlara kimi zaman şiddetle ihtiyaç duyuyor olsak da- gündemimizde açıklıkla yer bulan konulardan biri olamadığı, gözler önündedir.
Üstelik söz konusu temayı ele alan çoğu kaynakta ya da bu temayla ilgili ‘kafası karışık olanlara’ yönelik camiadan gelen genel cevaplarda, bazı önemli noktaların yeterince açılmadığı da, bir vâkıadır. Söz gelimi, aşağıda da alıntılanan Risalelerdeki kimi ifadelerle bizzat Kapitalizme ve Sosyalizme işaret edilip – edilmediği ‘meselesi’; ya da kimi bölümlerde kastedildiği varsayılan sistem Sosyalizm ise, bununla, günümüzdeki Sosyalizmin arasındaki mesafenin ne boyutlarda olduğu; bu konuda kullanılan ifadelerin, sadece o devrin kendine mahsus şartları içerisinde değerlendirmemiz gereken ifadeler olup-olmadığı, vs. gibi meseleler, zannedersem Risale-i Nur muhataplarının üzerinde ciddi araştırmalara girmeleri gereken kısmen ‘ıssız’ mevzulardan…
Bu ve buna benzer sebeplerden ve de “İslam ve Sosyalizm” konusunun sanki belirli aralıklarla gündeme getirilen konulardan biriymiş gibi bir görüntü vermesinden dolayı; bu çalışmayla, konu hakkındaki hakikatlerin Risale-i Nur ekseninde ortaya çıkabilmelerine yardımcı olmayı, Rabbimden niyaz ediyorum.
A- Ehven-i Şer Kapitalizm mi?
Bu bölümle, Risale-i Nur’da ısrarla reddedilen ‘medeniyet-i hâzıradan’ ne anlamamız, ya da ‘neyi anlamamamız’ gerektiği konusunu öncelikle irdelemeye çalışalım.
Bediüzzaman Hz.nin, Birinci Dünya Savaşının hemen sonrasında yaşadığı “Rüyada Bir Hitabe”, verdiği pek çok dersin yanında, özellikle de konumuzla alakalı mühim ölçüleri bünyesinde barındırmakta.
Burada, “Felaket helaket asrının” temsilcisi olarak, Âlem-i İslam’ın yaşadığı bu mağlubiyet ve musibet hakkında düşünceleri ve ‘galip gelseydik ne gibi sonuçlar görülebilirdi?’ üzerine fikirleri sorulan Üstad Hz.’nin, buna özetle şu cevabı verdiğini görmekteyiz: “bazan saadette felâket olduğu gibi, felâketten dahi saadet çıkar.” Bu sözlerini izahı etmesi talebiyle ise Hazret, konumuzla alakalı görüşlerine şu cümleyle giriş yaparak başlamakta: “Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor.”
Böylelikle, bu ahvâl-i alem okumasındaki ‘tam isabet’ tespitiyle Üstad Hz.; bir anlamda, Yirminci yüzyılda görülecek başlıca muharebenin, ‘tabakat-ı beşer’, yani insan tabakaları arasında, sınıfsal mücadelelerle olacağını öngörmektedir.
Bunun sebebini de: “Zira beşer esir olmak istemediği gibi, ecir olmak da istemez” şeklinde izah eden Üstad Hz.,(1) açıkça, o “tabakat-ı beşer muharebesinin”, tam da insanı bile meta’laştıran bir ‘Sermayeciliğe’ karşı verileceğine işaret etmektedir.
Yani bu sözlerden; bir sistemce ‘ecir kılınma’ dayatmasına karşı doğmuş ve doğacak olan insanî tepkinin (muharebenin) de, ‘ecir kılmak isteyen’ o sisteme karşı verileceği sonucunu çıkarmak, aklın gereği olsa gerek. Yani ecir kılmaya karşı bir tepki varsa, bu tepki de mantıken, ecir kılmak isteyene yönelik olacaktır. Üstelik bu kısa cümlelerle, iki kutuplu ve Soğuk Savaşlı yılların ‘görüntüdeki’ en ana sebebi de özetlenmiş olmakta.
Bununla birlikte, bu izahına devam ederek: “Galib olsa idik, hasmımız düşmanımız elindeki cereyan-ı müstebidaneye belki daha şedidane kapılacak idik. Halbuki o cereyan hem zalimâne, hem tabiat-ı âlem-i İslâma münâfi, hem ehl-i imânın ekseriyet-i mutlakasının menfaatine mübayin, hem ömrü kısa, parçalanmaya namzettir. Eğer ona yapışsaydık, âlem-i İslâmı fıtratına, tabiatına muhalif bir yola sürükleyecektik” (2) diyen Bediüzzaman Hz.nin o müsibetten neyi kastettiğini anlayabilmek için ise, bu bahisle ilgili diğer ifadeleri bir yana, en azından, “Galip olsa idik” ve “hasmımız düşmanımız elindeki cereyan” kelimelerine dikkat etmemiz bile yeterli olacaktır.
Çünkü bu Hitabenin gerçekleştiği 1335 (1919) senesi Eylülü itibarıyla mağlup olduğumuz blok, malumdur ki “Batı Dünyasıdır”; ve bundan dolayı da onlar elbette ki “hasmımızdırlar”; ve bu hasmın elindeki o cereyan da hem “zâlimane”, hem “tabiat-ı âlem-i İslâma münâfi’ ve hem ... vb.'dir.
Ama ne yazık ki, “medeniyet-i hâzırayı” salt “Batı Medeniyeti” olarak okumak; bu sık karşılaşıldığı şekliyle, biraz sıkıntılı bir okuyuştur. Çünkü günümüz ‘medeniyetini’ şekillendirdiği gibi, Üstad’ın “hasmımız” diyerek karşı çıktığı o günkü Batı medeniyetini de şekillendirmiş olan ana âmillerin başında; Batılıların kendilerine bir sistem, bir düstur kıldıkları sömürgeciliğin ve sermayeciliğin; ya da açıkça kapitalizmin geldiği, sanırım hepimizin malumudur.
Zira o cereyanın neden zalim bir cereyan olduğunun cevabını, ilgili bahsin devamındaki, ‘medeniyet-i hâzırayı’ üzerine bina edildiği beş zalim esasla anlatan şu satırlarda bulmamız pekala mümkün. Çünkü bu tarifte ‘tarifini bulan’ medeniyet-i hâzıra, bildiğimiz Batı medeniyeti ise şayet; o takdirde bu medeniyetin ‘mimsizleşmesinin’ en önemli bir nedenini de, söz konusu tarifte kullanılan şu ibarelerin, aynı zamanda Kapitalizmi de mükemmel bir şekilde tarif ediyor olmasında aramamız gerekiyor:
“Nokta-i istinadı kuvvettir. O ise, şe'ni, tecavüzdür... Hedef-i kasdı, menfaattır. O ise, şe'ni, tezahumdur... Hayatta düsturu, cidaldir. O ise, şe'ni, tenazudur... Kitleler mabeynindeki rabıtası, âheri yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise, şe'ni, böyle müdhiş tesadümdür. Cazibedar hizmeti, heva ve hevesi teşci ve arzularını tatmin ve metalibini teshildir. O heva ise, şe'ni, insaniyeti derece-i melekiyeden dereke-i kelbiyete indirmektir. İnsanın mesh-i mânevîsine sebeb olmaktır.” (3) Yani, Batının sunduğu ve Üstad’ın reddettiği ‘medeniyeti’ mimsiz ve hem de ‘zalimâne ve tabiat-ı âlem-i İslâma münâfi’ kılan ana sebeplerin başında; bu medeniyetin, elbette ki kendisi gibi ‘zâlimane ve tabiat-ı âlem-i İslâma münafi’ olan Kapitalizmle şekillenmiş olması gelmektedir.
Nitekim, ilgili bahsin devamında gelen şu satırlarla da, açıkça; her zaman için toplumun mutlu üyelerinin sadece bir azınlık kesimden ibaret kalmasını netice veren Kapitalizm ile, bu medeniyet-i hâzıra arasındaki “tam uyan” bağ ve benzerlikler hatıra getirilmektedir: “..bu medeniyet-i hazıra; beşerin yüzde seksenini meşakkate, şekavete atmış; onunu mümevveh saadete çıkarmış; diğer onu da beyne beyne bırakmış. Saadet odur ki, külle veya ekseriyete saadet ola. Bu ise ekalli kalilindir ki, nev'-i beşere rahmet olan Kur'an ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder. Hem serbest hevanın tahakkümüyle, havaic-i gayr-ı zaruriye havaic-i zaruriye hükmüne geçmişlerdir. Bedeviyette bir adam dört şeye muhtaç iken; medeniyet yüz şeye muhtaç ve fakir etmiştir. Sa'y masrafa kâfi gelmediğinden hileye harama sevketmekle, ahlâkın esasını şu noktadan ifsad etmiştir. Cemaate nev'e verdiği servet haşmete bedel, ferdi şahsı fakir, ahlâksız etmiştir” (4)(koyulaştırmalar bana ait,M.K.)
Kısacası, bu ifadelerin ışığında diyebiliriz ki, (hevayı serbest bırakan, ihtiyaçları çoğaltan, kazançtan fazla harcattığından dolayı insanları hileye harama sevk eden ve topluma verdiği servete, parlak görüntüye karşılık bireyi fakirliğe ve ahlak zafiyetine uğratan) böyle bir medeniyet-i hâzırayı, yukarıdaki açık tarifiyle ‘Kapitalist-Emperyalist Batı’ şeklinde okumak; alışılageldiği şekliyle sadece ‘Batı’ ya da ‘Hristiyan Batı’ şeklinde okumaktan çok daha hakkaniyetli görünüyor.
Ki, sadece ‘Hıristiyan Batı’ şeklinde okunsa dahi, Fransız düşünür J.Austruy’a ait bir kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısında da değinildiği gibi; “Kapitalist sistemin kültür özü Hristiyanlıktır. Bu sistem gittiği bütün ülkelere Avrupa kültürünü, kilisenin tesirlerini de beraberinde götürmüştür.”... (5)
Hal böyle iken; konu hakkında Risale-i Nur müntesiplerinin kısm-ı azamının fikrini de temsil ediyor gözüken şu fikrin zihinlerimizdeki hakimiyeti de, inkar edilemeyecek bir şekilde öylece orta yerde durmaktadır. Örneğin, Risalelerin bu konuya bakış açısı üzerine sorulan sorulara, genellikle önce ‘batıl bir mezhep içinde de bazı dane-i hakikatlerin’ bulunabileceği hatırlatılarak söze başlanmakta. Ve akabinde de; “Düşmanımın düşmanı dostumdur hükmünce, Kapitalizm, Komünizm tehlikesinden korunmak için geçici bir sığınak olabilir. Kapitalizm necis iken Komünizm ondan daha ağır ve pis bir necasettir.” mealinde verilen, ‘tanıdık kanaatlere’ dair izahlar gelmekte.
İşin daha da dikkat çekici yanı, bu tarz ‘kanaatler’; Bediüzzaman Hz.nin bu medeniyeti reddindeki ana sebeplerinden birisinin, o medeniyetin bir kapital düzene cevaz veren – ve hatta bunu şart gören- yapısından kaynaklanıyor olmasına rağmen ifade edilebilmektedirler. Öyleyse bu hal gerçekten de dikkat edilmesi gereken bir haldir, zira bu medeniyeti reddeden bir Üstad’ın; reddediyor olduğu medeniyetin teşekkülünde ve devamında önemli bir etken olan o menfaatperest-kapital sistemine ise karşı çıkmaması, asla mümkün değildir.
Evet, bu hazır medeniyeti “sefîheleştiren” etkenlerin başındaki, kapitalin adeta kutsanması, maddiyatın-başarının elde edilmesi uğrunda dinin istismarı, ‘insanın ecir kılınması’ ve meta’cılık gibi zalimce metodlar da dahil olmak üzere, “her yolu” mübah sayan kapitalizmin ahlaktan uzak ve zalim böylesi temel özellikleri; hiç de izaha muhtaç olmayan bir tarzda, ayan beyan meydandadır!...
Yani kapitalizm ‘ences’ değil de; ehven-i şer ise şayet, Birinci Dünya savaşı sonrası gibi bir tarihte, "Demek, biz mağlûbiyetle ikinci cereyana takıldık ki, mazlumların ve cumhurun cereyanıdır” (6) denilirken, burada mazlumların ve cumhurun cereyanı olarak, bilmediğimiz başka bir kapitalizmden bahsedilmekte demek ki!?...
Ya da bilakis, "Evet, vücub-u zekât ve hurmet-i ribâ, karz-ı hasen şerâit-i sulhiyedir. Şu riba taşını altından çeksek, şu zalim medeniyet kasrı çökecektir" (7) şeklindeki ‘tokatlarda’ anlatıldığı gibi, “faiz tuğlası” altından çekildiği zaman çökecek olan bir ‘sistemden’ bahsetmek; o zalim medeniyetin ve ‘ecirci’ düzeninin adının ne olduğunu, burada yeterli bir açıklıkta ortaya koymaktır da aynı zamanda...
İlerleyen bölümlerde de göreceğimiz şekilde, Üstad Hz., Sosyalizm ve Kapitalizm’i kasten, “gavurlardaki o iki cereyan” hakkında yaptığı değerlendirmesinin daha en başında, ‘birinin necis-pis’, diğerinin ‘ences-en pis’ olduğunu belirtmektedir.
İşte bu ifadeler karşısında bize düşen, “Kapitalizm necis iken Komünizm ondan daha ağır ve pis bir necaset” midir, yoksa bunun tam tersi midir; hakikati –gelenekselleşmiş ezberlerimize rağmen- ortaya koyabilmektir.
Ayrıca, bu hususta içinde bulunduğumuz bu karmaşanın bir sebebi olarak, Komünizmle-Sosyalizmin bir tutulması, birbirine karıştırılması ya da bunların farklarının bilindiğinin yeterince gösterilememesi gibi, konu hakkındaki genel bir eksikliğimize de, yeri gelmişken ayriyeten dikkat çekmek gerekiyor...
Ancak, Bediüzzaman’ın bir sistem olarak Kapitalizme mesafesi hakkında, Ehl-i Risale arasındaki kesin fikirlere dair aşağıda gelecek bazı örnekleri de hatırlatmadan önce, kendi ‘kanaatimizi’ ifade anlamında diyebiliriz ki, Kapitalizm Bediüzzaman’ca menfur ve kesinlikle reddedilmiş bir ‘düzendir’!. Hareket planlarımızda ya da bir fikrî düzlemde, bugün hala bu konuda müttefik olamamamız ise; bunca yıllık savruluşlar ve önümüzde duran ciddi dünyevîlik tehlikesiyle birlikte, belki en latif tarifiyle kendi ayıbımızdır… Ve belki de bu yüzden olsa gerek, Sosyalizm ve Komünizm için Sol’a başarılı bir şekilde karşı çıkarken; diğer yandan şerrin bir ‘Sağ’dan yaklaşmasına’ maruz kalmak suretiyle, Kapitalizmin neredeyse her alanda, her hassemizi bir telkinat çöplüğüne çevirmesini içselleştirmekle meşgul olmaktayız malesef...
“Bediüzzaman, eserlerinde kapitalist ideolojiyi Sosyalizmden daha tehlikeli görmüş ve göstermiştir. Oysa Türkiye’de muhafazakâr kesim, komünizme karşı gösterdikleri reaksiyonel hassasiyeti kapitalizme karşı gösterememiştir.”(8)
“Bediüzzaman’ın gözünde, ‘dinsizlik’ ve ‘ateizm’le eşdeğer hale gelmiş komünist ideoloji son derece menfur olmakla birlikte, yine onun gözünde bir zihniyet/proje/eylem olarak sosyalizm kapitalizmin karşısında mü’minlerin ‘müttefiki’dir.” (9)
Ancak, Risalelerin Kapitalizmi reddetmesi bir hakikatken; bu, aynı Risalelerden Sosyalizm çıkarılabileceği anlamına mı gelmekte; ya da bu mümkün mü, değil mi, meram ikinci bölüme kaldı…
Kaynakça :
1- Tarihçe-i Hayat, s.130
2- a.g.e., s.131
3- a.g.e.,s.132
4- aynı yer.
5- J. Austruy, Kapitalizm, Marksizm ve İslam, (çev.:A.O.GÜNER),Damla Yay.İst.1980
6- Tarihçe-i Hayat, s.133.
7- Asâr-ı Bediiyye, Rumûz, s.83.
8- IV. Ulusal Risale-i Nur Kongresi, 3. Masa Sonuç Bildirgesi.21-22 Mart 2009, İst.
9- Metin KARABAŞOĞLU,”Biri necis,biri ences:peki hangisi ences?”,Risale Okumaları 4,Nesil Yay.2008,İst.,s.55.