B- Sosyalizmle müttefik olmak - İttifakı Sosyalizmle kurmak
Birinci bölümde değinmeye çalıştığımız üzere, bu medeniyeti 'medeniyet-i hâzıra' yapan en önemli etkenlerden biri; “ancak kapitale dönüştürülebildiği oranda” mevcudatı değerli gören bir anlayışa sahip olmasıydı.
En belirgin özelliği her zaman kâr etme güdüsüyle hareket etmek olan bu anlayış ise, bu 'güdüsünü' gerçekleştirebilmeyi de, varlığının devamını da, 'legal' kılıflara bürüdüğü “sömürüye” bağlı görüyor; ve hatta sistemini, ana hedeflerinden biri kıldığı bu sömürü üzerine bina ediyordu.
Böyle bir zorunluluktan dolayı girişilen o ekonomik sömürü faaliyetleri de, kültürel, siyasî, dinî, tarihî, toplumsal, insanî, ya da kısacası “her türlü değeri”; bir ecir, bir meta', sermaye, mal ve kapital kılma noktasında, 'bir an bile gözünü kırpmama' sayesinde yürütülmekteydi.
İşte bu sistem, Batı medeniyetinin bir ürünüydü... Ve bu 'ürün' de; kendi alternatifi ve düşmanı olan bir ideolojiyi, yine kendi medeniyetinde üretmiş durumdaydı.
Batı'dan çıkan ve Bediüzzaman Hz.'nin de dikkat çektiği bu tepkisel ideoloji ise; geçtiğimiz yüzyılın başında dünya siyasetindeki kamplaşmanın taraflarını ele aldığımızda da görebileceğimiz üzere, elbette ki Modern Sosyalizmdi.
Yani Üstad Hz.'nin: “Demek biz mağlubiyetle ikinci cereyana takıldık ki, mazlumların ve cumhurun cereyanıdır. Başkalarından yüzde seksen fakir ve mazlumsa; İslâmdan doksan, belki doksan beştir.” (10) şeklindeki ifadesiyle; 'mağlubiyeti' ve mazlumiyeti noktasında Alem-i İslam'ın, “Kapitalist Batı'ya” karşı çıkmakta olan bu sistemden yana tarafını belirlemiş olduğunu (ya da belirlemiş olması gerektiğini) söylerken bahsi geçen şu sistem, Sosyalizm...
Dahası, yine Üstad'ın: “Sosyalistlik desatiri, İslâmiyet'in esasatını bozamaz. Şu medeniyet-i sefihe bozuyor. Hem çok pahalı düşüyor. Zira maddiyyunluk ve engizisyonluk mâyesiyle neşv ü nema bulan medeniyet-i hâzıra, pek çok aldatıcı ve müşevvik vesait ile mücehhez ve cazibedardır.” deyip, ilerleyen satırlarda da: “İki adam; birisi seni müşa'şa', cazibedar, eğlenceli bir ziyafete teşriflerle davet eder. Diğeri; sade bir yerde, basit bir çorbaya seni çağırır. Birincisine değil cemaat, sünnet; belki namazı da terkedersin, gidersin. İkincisine, sünneti de terketmezsin. Birincisi medeniyet, ikincisi sosyalistliktir.” şeklinde örneklendirdiği fikriyat olan Sosyalizm... (11)
Ya da “Gâvurlardaki iki cereyanı nasıl görüyorsunuz?” sorusuna karşılık, 1921'de neşredilen “Rumuz” adlı eserinde Üstad'ın, “şimdilik biri necis, biri encesdir. Tahir-i mutlak yalnız desatir-i İslâmiye'dir.” şeklinde verdiği cevabına karşılık: “Öyle ise, iki cereyana da lâ'net...” diye mukabele edilince; kendisine karşı bakış açısını ve stratejisini şu şekilde ifade ettiği “bir necis sistem” olan Sosyalizm... :
“Evet, lâkin bize bulaşmış encesin temizliği hesabına, onun izalesine çalıçan necise, "Necis" demekle, onu da kendimize sıçratmak, maslahat olmasa gerektir.
Mesela bir hınzır seni boğuyor, bir ayı da onu boğuyor... Ayının bağrına dürtmekle kendine musallat etmek, akıldan ziyade cünundur. Zaten bir cinnet-i müstevliye dünyaya dağılmıştır.” (12)
Burada, Kapitalizmin ve Batı'nın sembolünün domuz, ayının ise Sosyalizmi ve daha çok da Rusya'yı temsil ediyor olmasına bakarak; örnek için seçilen objelerin rastgele seçilmediğini söylememiz de pekala mümkündür, demeden geçmiş olmayalım.
Evet, bu Kapitalist medeniyet karşısında müminlerin müttefiki, bu konuda çizmemiz gereken stratejimizi de belirten şu satırlarında Üstad Hz.nin belirttiği üzere, Sosyalizm olmalıydı... Çünkü : “Âlem-i İslâm şu ikinci cereyana karşı lâkayd veya muarız kalmakla, hem istinadsız hem bütün emeğini heder hem onun istilasıyla istihaleye maruz kalmaktan ise, âkılane davranıp onu İslâmî bir tarza çevirip kendine hâdim kılmaktır. Zira düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur. Nasılki düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır.” (13)
Ancak burada, bu müttefikliğin mahiyeti hakkında Üstad Hz.nin işaret ettiği şu iki önemli noktaya dikkat çekmek gerekiyor ki, birincisi; “düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur. Nasıl ki düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır.” sözüne düşülmüş olan “kaldıkça” kaydı ve şartıdır!.
Yani Sosyalizmle oluşabilecek bir müttefikliğimizin veya 'dostluğumuzun'; Sosyalizm, bu medeniyet-i hâzıranın “düşmanı kaldıkça” geçerli olduğunu söylemek, zannedersem, bu sözü söyleyenin Sosyalizmle mesafesini de yeterli açıklıkta izah etmektedir. Üstelik düşülen bu kayıt, bu konuda teorik ya da ideolojik bir yandaşlığın, böyle bir ortaklığın ya da dostluğun kastedilmediğinin açık delillerinden de biridir. Öyle ya, düşmanımın düşmanıyla olan dostluğum; o iki düşman barıştığı zaman, elbette ki bitmiş olacaktır.
Yani “bitmez bir dostluk, bir can yoldaşlığı, bir dava arkadaşlığı” değildir o dostluk!...
Yukarıdaki alıntıdaki diğer bir önemli nokta ise, 'âkılâne davranıp onu İslamî bir tarza çevirip kendine hâdim kılmaktır' cümlesiyle ifade edilmektedir. Burada ise, karşımızdaki şerir iki düşmandan, kendisiyle uyuşabileceğimiz yönleri daha az olanına karşı; hem bununla düşman olan, hem de kimi temel prensiplerimizde bizimle uyuşabilecek gibi duran diğeriyle bu gibi sebeplerden dolayı kurulabilecek bir ittifakın, “âkılane davranıp onu İslâmî bir tarza çevirip kendine hâdim kılmak” şartıyla tavsiye edildiğini görmekteyiz. (Ki, uyuşabileceğimiz temel prensiplerimizi hatırlamak isteyenlerimiz içinse, örneğin çoğunluğun saadetinden ve ezilenlerden yana olmamız gibi ve hakperestliği savunmak, sosyal adaletten yana olmak, her türlü sömürüye karşı olmak gibi faktörleri sayabiliriz.)
Böyle bir akım da, elbette ki yine Batı dünyası içinden ve Kapitalizme karşı bir antitez olarak gelişmiş ama 'dinsizlikle imtizaç etmemiş' (14); ve de Baasçılıktan uzak, kavmiyetçilik gütmeyen, devrin hakim iki cereyanından biri olan Sosyalizmdir.
Yoksa, örneğin 'Fransız İhtilali hayranlarımıza' yönelik olarak, “Akvâmın ihtilafı, mekânların ve aktârın tehâlüfü, zamanların ve asırların ihtilafı gibidir. Birisinin libası, ötekinin endamına gelmez. Demek Fransız ihtilâl-i kebîri bize tamamen düstur-u hareket olamaz.” (15) diyerek, bir topluluğa uyabilen kaidelerin, olduğu gibi diğer bir topluluk üzerinde de uygulanması fikrine karşı olan bir Üstad'ın; hem bunu deyip, hem de -haşa- Sosyalizm dava ederek Batı'ya ait bir diğer libası “İslamî bir tarza çevirmeden” ve “endamımıza uymayacak şekilde” giymemizi ders vermesi, en başta 'vicdanen' düşünülemez...
Ama bütün bunlara rağmen, örneğin C. MERİÇ'in Üstad hakkında: “Düşüncesinde sosyalizm, sınıf çatışması da var. Adamı inceledikçe hürmetim artıyor.” (16) derken, Üstad'a olan hürmetini bu konuda biraz yanlış temellere bağlaması gibi; 'Üstad'dan Sosyalizm'e dair referans arayışına girmek de, eskiden beri denenen boş bir uğraş olmaktadır.
Çünkü Kapitalist ve maddeci bir medeniyeti reddetmek, illa da Sosyalistliğin nişanesi sayılamaz!... Zira bu reddiye, Sosyalizmden daha çok; İslamiyet'in bir gereğidir!..
İşte Kapitalistleşmiş medeniyet-i hâzıranın karşısında bulunan Sosyalizmle ilgili olarak, bu tarz ifadeleri bulunan Üstad Hz.nin, o çıkarcı medeniyete karşı nasıl bir tavır almamız gerektiği konusundaki “yol gösterici” izahları da; Risale-i Nur'da, yine gözler önündedir.
Ki bu çağrılarla Müslümanlardan beklenilen de, ne 'medeniyetin mehasini' ve 'maddeten de terakki' gibi bahanelerle o medeniyetin Kapitalist zihniyetine -farkına varmadan da olsa- kapılmaktır; ne de Sosyalizm taraftarlığı ve Sosyalistliktir!.
Ancak, Sosyalizm'i “Garbî medeniyetlere müreccah” gören bir bakış açısının (17), bu tercihindeki haklı gerekçelerini görememek de değildir bizden beklenilen...
Üstelik bu söz konusu tercihi ve gerekçelerini, kimi sebeplerden dolayı Sosyalizmi hep Komünizm şeklinde algılamak ya da devletçi reflekslerle peşinen reddetmek gibi başka sebeplerle görememiş olmak ise, bizden beklenenler arasında kesinlikle bulunmamaktadırlar!...
Zaten Üstad Hz.nin bu tavsiyesini 'ıskalamamızdaki' en önemli kırılma noktalarından birisi de budur; ilk bölümde de değindiğimiz üzere, Sosyalizmi Komünizmle eşdeğer görmektir...
Ama Komünizmi dinsizlik cereyanı olarak görmesinden dolayıdır ki, (18) “bir Müslüman, Bolşevik olamaz.” ( 19) diyen Üstad Hz.; zaten diğer yandan da, örneğin Almanlardaki Sosyalizmle Ruslardaki Komünizmi mukayese ederken kullandığı “Bolşeviklik ayrı, sosyalistlik ayrıdır” (20) şeklindeki sözleriyle, bahsettiğimiz bu ayrıma açıkça dikkatleri çekmektedir.
Diğer yandan, Sosyalistlikte ifratın da, Bolşeviklikte olacağı gibi kişiyi anarşistliğe götüreceğini de ifade eden Bediüzzaman'ın, (21) baştan itibaren vurgulamaya çalıştığımız vb. gibi sebeplerden ötürü, Sosyalizm'i Kapitalizm'e göre ehven-i şer olarak gördüğünü; ve Kapitalist medeniyet-i hâzırayı reddederken, bunu -haşa- Sosyalistlik davasıyla temellendirmediğini de, aşağıda görülebileceği üzere, yine Üstad'ın kendi ifadelerinden okumak mümkün. Biz yeter ki okuyalım, cevaplar gerçekten ortada duruyor...
Evet, Bediüzzaman Hz.'nin Batı eleştirisinde Sosyalist bir temellendirmeye, hatta Sosyalist argümanlara dahi rastlayamayız. Zira O'nun medeniyet-i hâzıra eleştirisindeki dayanağı, elbette ki İslam hakikatleri ve prensipleridir.
Yani Sosyalizmi “dava edinmek” başkadır; Kapitalizmle mücadelenin ancak Sosyalizmle mümkün olacağına inanmak (ya da buna kanmış olmak) daha başkadır; ama Sosyalizmi Kapitalizme karşı “müttefik” görmek ve İslam'a uygun prensiplerine vurgu yapmak ise, bambaşkadır.
Nitekim, aşağıdaki alıntıda görülebileceği üzere, Üstad Hz.nin Sosyalizm prensiplerine 'muhalefet etmesi', kimi yetkililerce bile şaşılacak bir olay olmuştur. Yani resmî zevatın:“sosyalizm düsturlarını kabul ettiğimiz halde, senin vaziyetin bize ağır geliyor, prensiplerimize muhalif düşüyor. Onun için sana verdiğimiz sıkıntıdan şekvâya ve küsmeye hakkın yoktur.” diyerek; Üstad'a uyguladıkları zulümlerine, kendilerine göre Hazret'in sosyalizm prensiplerini “hilaf-ı âdet üzere” kabul etmemesini bahane kılmaları da bunu göstermektedir işte. Dahası, buldukları bu 'bahaneyi', iki tarafça da tartışılmaz derecede bir doğru, ya da sağlam bir bahane olarak görüldüğünü düşündüklerinden dolayı öne sürmüşlerdir zaten.... Diğer bir deyişle, yetkililerin ileri sürdükleri bu mazaretleri; bir müminin (avamdan, ezilenlerden ve sadelikten yana olması vs. gibi) kimi kendi öz değerleri ile, Sosyalist bazı prensipler arasındaki yakınlığa dair buldukları dayanaktan kaynaklanmaktadır!. Ama bu prensipleri güya uygulamalarına rağmen Üstad'ın kendilerine hala muhalif olmasına dair duydukları şaşkınlık ve 'kırgınlık', Üstad'ın bahsettiğimiz 'müttefikliğinin' resmî zevat tarafından dahi olağan, hatta “olması gereken” olarak karşılandığının bir delilidir kısacası...
Yani Devletçilik, Halkçılık, Cumhuriyetçilik tarzı tepeden inme politik düsturlarla, Sosyalizmin bazı prensipleri güya uygulamaya konulmuş olunmasına rağmen; Bediüzzaman'ın hala rejime taraftarlık göstermemesi ve resmî ideolojinin istediği tarzda davranmaması, kendisini 'haksız' duruma düşüren ve “sıkıntıdan şekvaya hakkını” kaybetmesine de sebep olan meşru (!) bir sebep sayılabilmiştir. Çünkü onlara göre rejimin 'sosyalist' prensiplerine rağmen “hala” muhalifidir Bediüzzaman; ve devletçe bu, -kavramsal olarak- kabullenilecek ve anlaşılacak bir şey de değildir!.
Ancak, bilmiyorlardı ki, taraftarı değildir; çünkü Bediüzzaman'ın kastı veya davası, -haşa- popüler anlamıyla Sosyalizm'in bizzat kendisi değildir. Risale-i Nur'dan 'cımbızlama' metotla Sosyalizm davası çıkarmak, anlaşılan o günlerde de rastlanılan bir yanlışlıktır. (*) Ayrıca, demokrasi ve cumhuriyet 'etiketine' sahip olmakla birlikte; sosyal adalet ve çoğunluğun saadetini temine çalışmak gibi 'sosyalist' prensiplere yaptığı tüm vurgusuna rağmen, din ve vicdan özgürlüğü başta olmak üzere hürriyetlerin önemli kısmına kısıtlamalar hatta yasaklar getiren o günkü gibi rejimlerin, Üstad'ın yanında elbette ki bir kıymet-i harbiyesi de bulunamaz.
Zaten Bediüzzaman Hz'nin “Sosyalizme dair bazı kaideleri kabul ettiğimiz halde… “ diye dile gelen bu yakınmaya cevabı da şu şekildedir:
“Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse, hayırlı işlerde ve terakkîde muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer. Madem kanun-u fıtrata tatbik-i harekete mecburiyet var; elbette fıtrat-ı beşeriyeyi değiştirmek ve nev-i beşerin hilkatindeki hikmet-i esasiyeyi kaldırmakla, mutlak müsavat kanunu tatbik edilebilir. Evet, ben neseben ve hayatça avam tabakasındanım. Ve meşreben ve fikren, müsavat-ı hukuk mesleğini kabul edenlerdenim. Ve şefkaten ve İslâmiyetten gelen sırr-ı adaletle, burjuva denilen tabaka-i havassın istibdat ve tahakkümlerine karşı eskiden beri muhalefetle çalışanlardanım. Onun için, bütün kuvvetimle adalet-i tâmme lehinde, zulüm ve tagallübün ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim.
Fakat nev-i beşerin fıtratı ve sırr-ı hikmeti, müsavat-ı mutlaka kanununa zıttır.” (22).
Üstad'ın bu sözleriyle, mutlak eşitlik gibi bazı 'rüyalarından' ötürü “kanun-u fıtrata uygun davranmadığı” şeklindeki; veya “bir kısım mukaddesatı tahrib ettiğinden, aşıladığı fikir bilâhere bolşevikliğe inkılab etti.” (23) dediği yerdeki gibi pek çok Sosyalizm eleştirisi de, yine gözler önündedir..
Ama tekrarlamak gerekiyor ki, bütün bunlara rağmen, Risalelerdeki bu 'ahvâl-i alem okumalarını' -haşa- Risale-i Nur'dan Sosyalizm çıkarmaya alet etmek; tabiri yerindeyse, ne yaptığını bilememektir, boş çabalardır!...
Yoksa, Sosyalizm'in gayr-ı İslamî yönlerini nazara al(a)mayarak, sahiplenmiş olduğu ve aslında bizim olan kimi prensiplerimizi sloganlara çıkarmak suretiyle İslam ve Sosyalizm'i 'kardeş' göstermek, -eğer kasıt yoksa- safdillik veya cahilliktir. Çünkü, “Mutlak eşitlik hayalinin peşinde koşan ve fıtratı inkâr eden Sosyalizm, adaleti salt bu dünyada gerçekleştirmeyi hedefler. Ahiret fikrinin insanın hak aramasını engellediğini ve fakirleri zenginlerin karşısında savunmasız hale getirdiğini iddia eder. Özel mülkiyeti reddeder” (24) bir sisteme, ancak “düşmanımın düşmanı kaldığı müddetçe dost” ve “bundan dolayı da müttefik” olabileceğimiz bir rütbe verilebilir.
Üstelik, “..o mallar, sizden yalnız zenginler arasında el değiştiren bir servet haline gelmesin.” (25) şeklinde, 'zenginlerin de bulunabildiği' ve dolayısıyla servet düşmanlığının olamayacağı bir toplumu öngördüğünü söyleyebileceğimiz “Kur'ânî bütünlükten”, -haşa- bunun aksi mesajların çıkarılmaması gerekliliği de, İslam Tarihindeki “zengin ama Müslümanca” yaşanmış hayatların tecrübeleriyle meydandadır. (Yani aynı Mesaj'dan, zenginin de fakirin de “insanca” yaşayacağı bir düzenin emredildiği sonucunu da görenler, -böylesi bir düzeni, kar güdüsü ve çıkarcı felsefesinden dolayı asla sağlayamayan- Kapitalizm'in “aynı dinî bütünlükte” kesin olarak reddedildiğinin de idrakindedirler. Konunun İlahiyata ve Siyasal Bilimlere ait yönünü, burada ehline havale edelim)
İşte mesajına bütüncül bir bakış açısıyla muhatap olmak zorunda olduğumuz o Kitab'ın manevî bir tefsiri olan ve i'cazını gösteren Risale-i Nur'a da; ancak bir bütün olarak muhatap olduğumuz takdirde, o bütünlüğe aykırı fikirlerin Risalelerden de çık(arıla)mayacağını, böylelikle aklın bir gereği olarak görebilmiş olacağız.
Ancak şu da var ki, bu tür boş çabalara sık sık rastlayabilmemizin sebepleri arasında; zulme rıza gösteremeyen, ezilenlerden ve adaletten yana olan pek çok vicdan sahibinin, bütün bunların temsilcisi ve müsebbibi gördüğü Kapitalizm'e karşı olmanın ancak 'Sol ve Sosyalist' bir temellendirmeyle mümkün olabileceğine dair “zannının” da, çok etkili olduğunu düşünüyorum.
Hem, sanırsam onları bu zanna iten bir diğer unsuru da, ehl-i dinin, örneğin Üstad'ın Kapitalizm'i necis mi yoksa ences mi gördüğüne dair, yukarıda geçen uyarısını doğru okumadaki 'genel ıskamızda' aramak gerekiyor.
Dahası, 'Şimal cereyanının' kimi müminleri Komünizm, Marksizm vs. pahasına yanına çekmesindeki bir diğer ve belki de en önemli sebep ise; daha önce de değindiğimiz üzere, bize ait bazı prensiplerimizi, yaşantımızla iyi bir şekilde gösteremememiz olarak beliriyor. Çünkü o cereyan hakkında: “ Tabaka-i avama müsaadekâr ve vücub-u zekat ve hurmet-i riba ile, burjuvaları avamın yardımına davet etmesi ve zulümden çekmesi cihetinde müslümanları aldatıp, onlara bir imtiyaz verip, bir kısmını kendi tarafına çekebilir.” denilmektedir. (26)
Yani buna sebep, Kapitalizm'in asla kabul etmeyeceği kendimize ait olan bu gibi prensipleri yaşamakta yeterince gayretli olamamamızdan dolayı, Kapitalizm'i kendimize dost edinmiş gibi gözükmemizdir kesinlikle....
Sonuç yerine
Hatırlatmaya çalıştığımız şekilde, Risale-i Nur'a göre medeniyet-i hâzıra da, onun ruhu haline gelmiş Kapitalizm de, şer ve menfurdurlar. Çünkü bu medeniyet, kesinlikle Kur'ân'a düşmandır. (27)
'Âkılane davranıp, İslamî bir tarza çevirerek kendimize hizmetkar kıldığımız' takdirdeki ve dinsizlikle imtizaç etmemiş bir haldeki Sosyalizm ise; Kapitalizme göre de, Komünizme göre de, ehven-i şer olarak müminlerin dostu ve müttefikidir.
Yani bilakis Kapitalizm, Sosyalizme karşı müttefikimiz olmamalıdır.
Kapitalizme karşı çıkmaya çalışırken de, Sosyalizm 'dava' edinilmemelidir.
Kapitalizm'e her karşı çıkanda ise, illa da Sosyalist bir arka plan aranmamalıdır.
Üstad Hz.nin fikri, davası, arzusu ise; Sosyalizm olmadığı gibi, haşa, beşerî ideolojilerden hiçbirisi de değildir.
Özellikle bu iki cerayan hakkında, “Şimdilik biri necis, biri en encestir” dedikten sonra, “Tahir-i mutlak yalnız desatir-i İslamiyettir.” kaydını düşen Üstad Hz.nin konu hakkındaki fikirleri ve bu konuda Risale-i Nur'dan çıkarılacak mesajlar hakkında Mustafa Sungur Ağabey ise, yine Üstad Hz.'nin ağzından şu ifadeleri nakletmektedir:
“Evet, hariçte iki dehşetli cereyana karşı bu kahraman millet, Kur'an kuvvetiyle dayanabilir. Yoksa küfr-ü mutlakı, istibdad-ı mutlakı, sefahet-i muttaki ve ehl-i namusun servetini serserilere ibahe etmesini âlet ederek, dehşetli bir kuvvetle gelen bir cereyanı durduracak; ancak, İslâmiyet hakikatiyle mezcolmuş, ittihad etmiş ve bütün mazideki şerefini İslâmiyet'te bulmuş olan bu milletteki din kuvveti ve iman bütünlüğüdür.” (28)
Kısacası, hariçteki her iki cereyan da dehşetlidir diyor Üstad Hz.. Yani her ikisi de, sadece birisi değil!... Üstelik o iki hakim cereyan arasından, 'düşmanın düşmanı' kaldığı müddetçe müttefik olmamız ve 'âkılane davranıp onu islamî bir tarza çevirerek kendimize hâdim kılmamız' gerekeni ise, son tahlilde Kapitalizm olmuyor kesinlikle!..
Ya da diyebiliriz ki, Kapitalizm ne kadar fena özellikleri bünyesinde barındırmaktadır ki; bildiğimiz tüm kötü ve gayr-ı İslamî yönlerine rağmen Sosyalizm, siyaseten bir tercih gerektiğinde ve yukarıdaki şartlar yerine getirildiğinde, kendisine karşı tavsiye edilebilmektedir!...
İşte bütün bunlardan dolayı da konumumuzu, alışkanlıklarımıza rağmen tekrar gözden geçirebilmemizi diliyorum.
Velhasıl, Risale-i Nur'dan beşerî bir sistem: çıkmaz, uğraşmak boşunadır. Beşerî bir sistemle ehven-i şer olarak müttefiklik ise: çıkabilir, buna duyarsız kalmak ve ıskalamak ise yazıktır, siyaseten 'hem istinadsız hem bütün emeği heder' etmek demektir!...
Bir son söz olarak şunu da belirtelim ki; bu yazıyla, Risale-i Nur'u Sosyalizm'e -haşa- me'haz ve kaynak kılma gayretleri konusunda kendi sorularıma bulduğum cevapları sıralamak istedim. Ulaştığım sonuçlarda görülebilecek hataların, konu hakkındaki doğruların ortaya çıkmalarını netice verebilmelerini diliyorum. Yani 'işin ehlini', konu hakkında bundan sonra yapacakları çalışmalara kısmen de olsa sevk edebilirse, bu satırlar bir amacına da ulaşmış olacaklardır...
Rabbimiz, niyetimizi hâlis, çabalarımızı meşru ve faydalı kılsın, amin.
Kaynakça:
10- Tarihçe-i Hayat, s.133.
11- Asar-ı Bediiye, s.66.
12- A.g.e, Rumûz s.83
13- Tarihçe-i Hayat, aynı yer.
14- M.Karabaşoğlu, aynı yer.
15- Tarihçe-i Hayat, s.65.
16- Hüseyin YILMAZ, “Cemil Meriç'e göre Said Nursi”, (Halil AÇIKGÖZ, Cemil Meriç ile Sohbetler, s.24, Seyran İktisadi İşletmesi, 1993'ye atfen), https://www.risalehaber.com/author_article_detail.php?id=3208
17- Hutbe-i Şamiye'nin zeylindeki vecizelerden, bkz. Asar-ı Bediiyye, s.682.
18- Emirdağ Lahikası-2 s.208.
19- Şualar, s.516.
20- Asar-ı Bediiyye, s. 682
21- Kastamonu Lahikası s. 208.
22- (*)- Hatta 1953'te bile, aynı 'teknikle' Üstad Hz.'ne 'Sosyalistliği övüyor' suçlamasında bulunulmuştur. Bkz. A.Bediiyye, aynı yer.
23- Lem'alar, s.170.
24- Şualar, s.588.
25- IV. Ulusal Risale-i Nur Kongresi, aynı yer.
26- Haşir Süresi- 59/7
27- Tarihçe-i Hayat s.499
28- Sözler, s.407.
29- Mustafa Sungur, 'Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayatı, Eserleri-Meslek ve Meşrebi', s.391'e atfen https://www.risalehaber.com/news_detail.php?id=73003