Röportaj: Nurettin Huyut-Risale Haber
III. BÖLÜM:
RİSALE-İ NURLAR’IN MÜTTEHİT BİR BASIMI ŞART
Üstad’ın vefatında İstanbul’da mıydınız?
Evet, son sınıftaydım.
Üstad ile görüşme durumunuz oldu mu?
Olmadı. O zaman ona gitmek hem çok tehlikeli hem de param yok, fakirlik. Her gün Kızılay’da yemek yiyen bir insandım. Sabahları da çeyrek ekmek alır, biraz helva. Bulabilirsem tabi. En sefil bir şekilde talebelik hayatım geçti. Bir kere olsun dışarıda kuru fasulye yiyecek para bulamadım talebelik hayatımda. İştahlı bir insandım, dışarıda gidip kuru fasulye yiyeyim yahut bir kebap, hiçbir zaman yapamadım. Zenginlik, fakirlik çok önemli bir konu. Hadislerde de var. Allah kimseyi fakir yapmasın. Üstad vefatından evvel İstanbul’a geldi Piyer Loti’de kaldı. Orada haberimiz oldu.
Risale-i Nurlar’ın geldiği şimdiki noktayı nasıl görüyorsunuz? Hedefine ulaşıyor mu?
Şimdi bir kaç açıdan değerlendirirsek şöyle:
Bir defa paralı bir cemaat var. Bediüzzaman Sempozyumu yapılıyor, okuma kampları yapılıyor. Ben de bazılarına katıldım.
İkincisi Risale-i Nurların çok güzel baskıları yapılıyor. Çok kaliteli baskılar. Hemen hemen her baskıdan aldım. Bu da ilgiyi arttırıyor.
Üçüncüsü, Risale-i Nurlar’ın tek bir yerde ve müttehit bir basımı şart…
İNSİCAMSIZLIK İLERİDE HEPİMİZİN BAŞINI AĞRITIR
Yani basımlar birleşsin istiyorsunuz.
Mesela bir örnek vereyim size; Muallim Galip’in ismini duymuşsunuzdur. Muallim Galip, Barla Kahramanları’ndan… Ben o Barla Lahikası’nı okudum. O adamın şiiri var. Birkaç defa şiir yazmış. Farsça şiir yazmış, Arapça şiiri var. Bir Barla Lahikası’nı alıyorsun, bakıyorsun o şiir yok orada. O adamın şiiri yok, benim kütüphanemde birkaç yayınevinin külliyatı var. Bir derste aradık ama yok. Ama başka bir kitapta bakıyorsunuz var…
Çok az da olsa bilimsel olarak insicamı bozan durumlar. Bilim adamları ancak dikkat eder buna. Halkın çoğu dikkat etmez. Muallim Galip, ne kadar güzel bir Arapça şiir yazmış. Hem Arapça yazmış, Türkçesi var, Farsçası da. Arapça şiir nasıl yazmış anlayamadım ben. Arapça şiir yazıyor, Üstad’a gönderiyor. Üstad da onu kabul ediyor ve lahikaya koymuş. Yani müderris bir adam, bugünün profesörü falan, Arapça dili profesörü gibi…
Kafiyeli uzunca bir şiir. Üstad, onu beğenmiş, koymuş. E, siz niye koymamışsınız bunu. Yeni baskıda yer almıyor. Dahası var. Bu şiirin Türkçesi var. Meğer adam kendisi bir tercüme yapmış. O tercümesini sadece bir nüshada bulabildim. Diğerlerine tercümesini koymamışlar. Daha sonra ilaveler yapılmış bu Barla Lahikası’na. Yani bu insicamsızlık ileride hepimizin başını ağrıtır. Benim bilim adamı olarak teklifim bu: Risale-i Nurlar tek tip basılmalı ve herkes de buna uymalı…
REAKSİYONEL HAREKETLER ZARAR VERİYOR
Bugünkü durumla o günkü durumu kıyaslarsanız nasıl bir sonuç çıkar? Bugünkü Nur Talebelerinin insicamı ile o günküler aynı mı?
Bunun zararını görürüz, inşallah görmeyiz, dilerim düşüncem doğru çıkmaz. Fakat, mesela reaksiyonel hareketler zarar veriyor. Hatta bunu Avrupa’da da müşahede ettim. Frankfurt’a gittim. “Şu adreste bir dershane var dediler. Sonra da nehrin öbür tarafında da bir dershane var” dediler. Ben birinci denen yere gittim, oradakilere “nehrin öbür tarafında da bir dershane varmış” dedim. “Duyduk ama gitmedik” dediler. “Niye gitmiyoruz? Bu tarafta diyelim ki Pazar günü ders oluyor, bir de kalkıp oraya gidelim” dedim ama kimseye kabul ettiremedim.
Daha sonra bir gün de diğer tarafa gittik tanıdılar beni. “Hoş geldiniz, hoş bulduk” dedim “Frankfurt’un içinde nehrin öbür tarafında bir dershane daha var” dedim. “Duyduk gitmedik” dediler. Onlar da gitmiyormuş. O, o grubun elinde; bu, bu grubun. Okunan şey ne? Risale-i Nur. Yani bu reaksiyonel hareketler kanaatimce zarar veriyor, zayıf düşürüyor… Ben elimden geldiği kadar gitmeye çalıştım.
Bir de Berlin’den bir hatıra anlatayım size. Berlin’de en eski olan ve matbaanın bulunduğu dersane var. Abdullah ağabey de kalmış. Daha sonra yenileri açıldı. Berlin dershanesinin açılması 70’li yıllarda başladı. Ben de zaman zaman gidiyorum… Bir gidişim de bundan iki sene önceydi. Üniversiteden çıkıp oraya gidiyordum. İsmi Nurettin olan, eski dönemlerden tanıdığım biri, “ağabey, biz de bir dershane açtık, acaba bizim dersimize gelir misiniz?” dedi. “Gelirim” dedim. O gruptan değil, başka gruptan. Şu gün şu saatte geldi aldı, gittim. Çok sevindiler, bizim dershaneye de geldi diye. Yani bu reaksiyonel ayrımlar fayda vermez. Yine birini çok sevin, destekleyin. Fakat bu katı ayrımcılık ve birbirine gidip gelmeme Uhuvvet Risalesi’ne, İhlâs Risalesi’ne münafi olan şeyler.
SUNGUR AĞABEYLE PAPA’YA MEKTUP VERDİK
Ayasofya’da Mustafa Sungur ağabey ile bir namaz kılışınız var 1979’da. Resminiz de bir gazetede çıkmıştı. Onu anlatır mısınız?
O gün Papa gelmişti, Ayasofya’yı ziyaret etti. Girdi, çıktı. Kış mevsimiydi zannedersem. Pardösümüzümü serdik galiba tam hatırlayamıyorum. Orada namaz kıldık. Ama polisler bırakmıyor, yasak. Bir hayli de kalabalık. Amacımız orada namaz kılmaktı ama bir başka amacımız daha vardı. Papa’ya mektup verecektik. Papa’yı takip ettik. Genişçe bir merasimde kendisine bir mektup verdik. Üstad’ın Vatikan’a gönderdiği mektup mealinde bir şey yazdık. Ertesi gün gazetelerde de yayınlandı.
Orada çeşitli arkadaşlar namaz kılmak için teşebbüs etmiştir. Hep polis yakaladı onları. Mesela Zaptiye Ahmet diye bir arkadaşımız vardı. O bir defa kılmak istedi. Polis götürdü, gazetelerde resmi çıktı. O olayı da öyle yaşamış olduk.
(Son)
Önceki bölümler için TIKLAYINIZ