Sevgili kardeşim Yasin’in davetiyle çoğunluğu genç olan bir cemaatle iman dersi yapma fırsatımız oldu. Çok ciddi istifade ettiğim ders sonunda bir grup genç, ortak sıkıntılarını ifade ettiler: “Risale-i Nur’u anlamakta zorlanıyoruz, dili bize çok ağır geliyor; ne yapmalıyız?”
“Ne gariptir ki yeryüzünde dedelerinin dilini anlamayan tek millet biziz” diyerek söze başladım. Risale-i Nur’u tanıdığım günlerde benzer sıkıntıları yaşadığımı anlattım. Ama bir gerçek vardı ki bu eserlere ancak okumaya devam ederek muhatap olunurdu, “anlayamıyorum” bahanesiyle okumayı terk etmenin bu hazineden mahrum kalmaktan başka hiçbir faydası olmazdı.
Risale-i Nur’un ders modeli başlıbaşına bir eğitim sistemidir. Bu dairenin içine girenler sebatla devam ederlerse zamanla hisseleri ziyadeleşir. İnsanın boyu uzadıkça uzun dallardan meyve koparabilmesi gibi, gerek umumî ve gerekse hususî derslere sadakatle devam edilirse en gizli sırlar çözülebilir, en müşkül meseleler anlaşılabilir. Bunun için Arapça bilmeye, Farsçaya hâkim olmaya, Osmanlıca tahsili görmeye gerek olmadığı gibi akademisyen olmaya, doktor, doçent gibi payeler almaya, profesör rütbesi taşımaya da ihtiyaç yoktur. Risale-i Nur’u anlamak için yegâne ihtiyaç derslere sadakat ve devamlılıktır. Günahlardan uzak durulur, öğrenilen hakikatler yaşanmaya gayret edilirse ve işin özü olan ihlâs düsturuna azamî önem verilirse istifade bu nispette artacaktır.
Bir işin yapılıp yapılmaması noktasında bulunan insan üç soru sorar kendine: “Ne kazanacağım, ne kaybedeceğim ve ne yapacağım?” Risale-i Nur’a talebe olanların kazancı dünyevi hiçbir değerle ifade edilemez; zira imanı kuvvetlendiren, tahkîki yapan bu nurlu eserler okuyucusunun imanla kabre girmesine vesile olur ki, bu netice, güneşin üzerine doğduğu her şeyden daya kıymetlidir. Kaybedilen ne var? Hiçbir şey. Dünya ve âhireti cennete çeviren iman iksirinin hayata hâkim kılınmasında ne kayıp olabilir ki? Peki, ne yapılacak? Ciddi bir gayret, sebat ve sadakatle okunacak ve okunan hakikatlerin satırdan sadra ulaşması için gayret gösterilecek; bu vadide atılan her adım marifetullah semasında terakkî anlamına geldiği için pek kıymettardır.
Denize düşen ve boğulmak gibi bir tehlikeyle yüz yüze gelen adama bir ip atılsa, o adamın “Efendim, ben bu ipin rengini beğenmedim, neden şöyle, niye böyle?” gibilerden sözler söyleme hakkı olabilir mi?
Susuzluktan ciğerleri parçalanan adama bir testi su hediye edilse, o adam testiyi beğenmeyip taşa vursa, sonra da su diye yalvarıp yakarsa, ona merhamet edilir mi?
Zindandaki bir adama “Kapının tokmağını çevirirsen cennet misal yerlere, mutluluk saraylarına ulaşacaksın” denilse, o adam kapıya kadar sürünerek de olsa gitmeyi göze alamazsa, tembellik gösterirse, himmetsizliğinin cezası olarak mahkûmiyetten kurtulamaması adalet değil midir?
Risale-i Nur, ahir zaman denizinde ebedî hayatımızı boğmaya çalışan azgın dalgalardan kurtulmamız için bizlere uzatılmış bir imdat ipidir; yalnız elimizle değil, bütün hücrelerimizle yapışmalıyız ona. Ruhların kuraklaştığı, kalplerin çölleştiği günümüzde ab-ı hayat hazinesidir; kana kana içmeliyiz. Dünya zindanından cennet bostanlarına ulaştıran iman vesikasıdır, gecemizi gündüzümüze katıp onu elde etmek için çalışmalıyız. Yoksa boğuluruz, kavruluruz, mahkûm oluruz.
Bu manada hakikatleri anlatmam sonucu o geceki sohbetimiz sona ermişti. Gençlerin yüzündeki ışık Risale-i Nur’a ciddi sarılacaklarının işareti gibiydi. Rabb-ı Rahimimiz elimizdeki nimetin şükrünü okuyup, yaşamak suretiyle cümlemize eda ettirsin; yoksa nimet şükrü görmezse elimizden kaçar.