Röportaj: Nurettin Huyut-Risale Haber
Birinci Bölüm için TIKLAYINIZ
II. Bölüm:
TEKERLEĞİN İCADI GİBİ BİR ŞEY
Hafız Osman hattı hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
Şöyle anlatayım; tarihte birçok hafız Osman isminde hattat vardır. Ama iki tanesi çok meşhurdur. Bir tanesi Büyük Hafız Osman ismiyle maruf 1640 – 1698 yılları arasında yaşamış, şu an İstanbul'da Koca Mustafa Paşa Sümbül Efendi haziresinde metfun Hafız Osman Efendidir. Çok önemli bir hattattır. Bu Kur'an yazısı onun zamanına kadar ondan daha güzel yazılamamış tarihte. Yani hat ve yazı konusunda devrim yapmış bir hattattır.
Hattatların birinci Kıbletül Hattatini 1200'lü yıllarda yaşamış. Son Abbasi halifesi Muttasım'ın hem azadlı kölesi, hem hattatı, hem kâtibi vs. olduğu rivayet edilen Yakut-el Mustasimîn adında bir zat vardır. Hattın bu gün bilinen kavaninini koyan zat odur. Mesela kalemin ucunu ilk eğri kesen adam odur. Ondan evvel hep düz kesiliyor. Bu o kadar önemli bir şeydir ki, tekerleğin icadı gibi bir şeydir. Bu sebeple hattatlar içinde “Yakut-el Mustasimîn”, “Kıbletül Hattatin” veya “Kıbeltül Küttab” namıyla şöhret bulmuş.
Daha sonra 1600’lü yılların ikinci yarısında yaşamış Hafız Osman geliyor. O da üçüncü kıbletül küttaptır. O da şeyh Hamdullah'ın en güzel harflerinden yeni meşk ortaya çıkarmış. Hafız Osman Efendi 25 tane Kur'an yazmış. Mesela bir tanesi Topkapı'da, biri Türk ve İslam Eserleri Müzesinde, biri İstanbul Üniversitesinin kütüphanesindedir. Bir tanesini Şevket Rado bastı. İslam Eserleri müzesindekini de Diyarbakırlı Mehmet Özdemir isimli bir zat var İstanbul'da Kur'an işleriyle uğraşıyor o bastı.
SULTAN HAMİT KUR'ANI BASTIRIP BÜTÜN İSLAM ÂLEMİNE DAĞITMIŞ
Hafız Osman hayatı boyunca 25 tane Kur'an yazdı dediniz. Bu Kur'anların özellikleri nelerdir?
Hafız Osman'ın yazdığı Kur'anların hepsinin on bir satır üzerine mürettep olduğu tahmin ediliyor. Yani sayfalar on bir satırdan oluşuyor. Şimdi bizim milletin hafız Osman diye bildiği hatlar, Kayışzade Burdurlu Hafız Osman Nuri Efendiye aittir. Hafız Osman Nuri Efendi 106 tane Kur'an yazmıştır. Bir gün teravih namazını kıldırırken, rükuda vefat ettiği söyleniyor. O sıralarda 107. Kur'anı yazıyormuş. Onun yazdığı Kur'anlardan birisi bu gün sayfa tutar diye bildiğimiz Kur'andır. Onu merhum Sultan Hamit bastırmış ve dağıtmış.
Daha evvelki dönemlerde Kur'an elde etmek çok zor ve pahalı bir şeymiş. Yani bir padişah ya da zengin bir kişi, bir hattata Kur'an yazdırdığı zaman, hattata neredeyse ağırlığınca altın hediye edermiş. Köşk bağışlayan var hattata. Adam sehavet sahibi. Git diyor “orada o evde otur” diyor. Hülasa Kur'an yazdırmak, iyi bir hattata, birinci sınıf bir hattata o kadar kolay bir iş değilmiş.
Tabi ecdadımızın sanata verdiği kıymet sebebiyle bu gibi atıfetlerde bulunduğunu da biliyoruz. Onu da kabul etmek lazım… Ve daha az maddi gücü olanlar ikinci sınıf hattatlara, daha da fakir olanlar katip denilen, matbaadan evvel kitap çoğaltma işiyle ilgilenen insanlara Kur'an yazdırmışlar. Bileğine güvenen kendisi yazmış. Ama bunların hiç birine sahip olmayan insanlar da zengin zatların tekkelere, camilere, kütüphanelere, bağışladıkları Kur'anları okumuşlar.
Mesela düşünebiliyor musunuz? Diyelim Ankara da Kızılay'da yaşıyorsun. Kur'an Ulus'taki bir kütüphanede. Bir Yasin okumak için Ulus'a kadar gidiyorsun falan. Kolay bir şey değil yani. Sultan Hamit merhum bu Kur'anı bastırıp bütün İslam âlemine dağıtmış. Ta Hindistan'a kadar gitmiş. Bu Kur'an dağıtılınca veya satılınca, çok ucuz değil gene ama insanlar nispeten alabilmişler. Bu çok büyük kolaylık sağlamış. Hafızlar Kur'anı hıfzederken, “Kaçıncı sayfadasın?” diye soruyor. “Otuz beşinci sayfadayım” filan diyor. Veya mukabele okurken Hoca, “Hadi bakalım açın 61. sayfayı” diyor. Mesela dördüncü cüz başlıyor. Bu çok kolaylık sağlamış ve çok sevilmiş.
Daha sonra aynı Hafız Osman'ın tertibi üzerine Osmanlı zamanında, Seyyid Hasan Rıza Efendi (1920’de vefat etmiş) ve Kadırgalı Mustafa Nazif Efendi o biraz daha ikinci derecede hattattır diğerlerine göre. Onlar da aynı tarzda birer Kur'an yazmış. Onların yazdığı Kur'anlar da Sultan Hamid zamanında basılmış ve dağıtılmış. Şimdi Hafız Osman Kayışzade Efendinin yazdığı tertibe göre yazıldıkları için, onlar da hafız Osman Kur'anı diye geçiyor. Ama alakası yok. Çünkü tertip Hafız Osman’a ait ama hat başkasının…
Hikayesi anlatılan“Vav” meselesi büyük Hafız Osman'ın meselesidir.
Kayışzade Hafız Osman da büyük bir hattattır. Kazasker Mustafa İzzet Efendinin çıraklarındandır. Kendini Kur'an yazmaya adamış bir kişidir. Gerek Kadırgalı, gerek Hasan Rıza Efendinin yazdığı eserler de Hafız Osman’ın tertibine göre yazıldığı için, bir cihetle bunlar da Hafız Osman Kur'anı diye basılıyor. Bu tabi yanıltıcıdır.
Şimdi ben bunları neden anlattım. Şöyle; Üstad hazretlerinin bastırdığı Kur'anı incelerken, elinde olan Kur'anın Hasan Rıza Efendiye ait olması gerekir. Ben bu Kur'anı bir defa gördüm ama Hafız Osman mıydı? Hasan Rıza mıydı hatırlamıyorum. Yalnız Hafız Osman Kayışzade'nin Kur'anın da tevafuklu yazım yoktur. Hasan Rıza Kur'anıysa adeta az bir dikkat edilerek bakılırsa bazı tevafuklar tutuyor. Bazıları işte yarım santimlik, bir santimlik kaymalarla tutuyor. Yani Hasan Rıza Efendi'nin Kur'anında tevafuk tereşşuhatı var. Ama yine tertibi Hafız Osman'a ait olduğu için, Üstad Hazretleri “Hafız Osman” tertibiyle diyor.
HATTIN MALZEMESİ BASİTTİR AMA BASİTLEŞTİKÇE İŞ ZORLAŞIYOR
Hat sanatıyla uğraşmak için gerekli olan malzemeleri nasıl elde ediyorsunuz?
Hattın malzemesi dünyanın en basit malzemeleridir. Ama malzeme basitleştikçe iş zorlaşıyor. Mesela ney en basit bir nefesli saz... Bir borudan ibarettir. Ama dünyanın gelmiş geçmiş bütün seslerini bu borudan nasıl çıkaracaksın o ayrı bir iş. Mesela piyano çok gelişmiş bir alet. Ama neyden ses çıkarmak için önce altı ay boyunca üflemen gerek.
Bizim hat sanatının da temel aleti kamıştır yani kalem. Tabi biz bizim kargı denen türü pek kullanmayız. Zayıftır çünkü. Bu kalemlerin kırmızı olanları İran'ın belli bir bölgesinden gelir. Orada kesilen kamışlar at gübresinde bir iki sene bekletiliyor. Hem onun rengi kırmızılaşıyor. Biraz da sertleşiyor vs. Görünüşü falan çok güzel. Ama şart değildir.
Bir de Bambu kalemi kullanılır. Bambunun da cinsleri vardır. Bir, sırtı düz olan bambular vardır. Bir de şimdi çiçekçilerin kullandıkları yuvarlak bambular vardır. Onun dışında ince yazı yazmak için kullanılan Cava ağacı denilen Endonezya'da, Malezya'da bulunan Kabun denilen bir ağaç, ben görmedim ama anlattıklarına göre bu ağaç palmiye türü bir ağaç. Hani o uzantıları oluyor ya, o uzantılar gibi ama çok sert oluyorlar. Tıpkı kemik gibi bir şey. Ama bunların güneş görmemesi gerekiyor. Güneş görünce gevrekleşiyor. O ağacı ince bir kamışın içerisine girdirip, açıyorsunuz falan…
Kur'an gibi uzun metinler bunlarla yazılır. Kamışın ucu bir sayfa sonunda veya yarım sayfa sonunda tahriş olur. O nedenle çabuk tahriş olmayan bu ağaçlardan yapılanlar tercih edilir.
Mürekkep olarak “İs” mürekkebi kullanırız. İs mürekkebi Afrika’da bulunan bir tür akasyanın reçinesi olan arap zamkı ile, (çamda oluyor ya ondan) işte onu suda eritirsin, süzersin içindeki böcek, sinek vs. varsa gider. Sonra bezir yağı, neft, balmumu veya lastik isiyle porselen eczacı havanında yaklaşık 1 ay döversin… Uzun bir hikâyedir. Anlatsak bir saat sürer yapılışı.
Siz mürekkebi hazır satanlardan mı alıyorsunuz?
Yok. Kendimiz yaparız. Ama tabi şimdi var hazırları. Bu mürekkepleri yapmakla uğraşan insan sayısı arttı, hatla uğraşanların da sayısı arttı, onun için, tezhip ve hat malzemeleri satan birkaç yer oluştu İstanbul'da. Oralarda bulunuyor. Ama tabi istediğin kalitede midir? O ayrı bir mesele. Kaliteli ve istediğin şekilde bir mürekkep olması için oturup kendin yaparsın. Ama bir ay sürer yapılışı. Çok zor bir iş yani…
Farklı renkler yapabiliyor musunuz?
Eskiden farklı renkler yapardık. Ama şimdi artık akrilik diyorlar. Çok güzel mürekkepler çıktı renkli yazılar için. Muhtelif renkler var. Mesela mavi, sarı, kırmızı, turkuaz, kahverengi gibi... Kendimiz de yapabiliriz tabi.
HİÇBİR ZAMAN DİREK BEYAZ KAĞIT ÜZERİNE YAZI YAZMAYIZ
Kullandığınız kâğıtlar da özel kâğıtlar olmalı değil mi?
Tabii ki. Şimdi piyasada satılan kâğıtları kullanmayız biz. Değişik kalitedeki kâğıdı alırız. “Aher” denilen bir işleme tabi tutarız. Yani kâğıt boyanır. Neyle boyanır? Nohutla boyanır, çayla boyanır, kahveyle boyanır, tütünle boyanır, soğan kabuğuyla boyanır. Yani renk veren bitkiler kullanılarak boyanır. Önemli olan uçuk renkli olmasıdır. Uçuk çay rengi, uçuk kahverengi falan… Hasılı hiçbir zaman direk beyaz kağıt üzerine yazı yazmayız. Kâğıt boyandıktan sonra, bunun üzerine muhtelif aherleme teknikleri vardır onu uygularız. Ama ekseriyetle kullanılan ve benim de daha çok tercih ettiğim aherleme tekniklerinden bahsedeyim.
Nişasta ile su muhallebisi yapılır. Bunun kaynama derecesi falan da bellidir. Ama soğuduğu zaman pelte olmayacak. Sulandırılır yani. Ondan sonra epeyce kaynayacak. Bunların hepsinin -eskilerin tabiriyle- dereceleri var. Mesela Özbekler tekkesi şeyhi Esad Efendi şöyle söyler: “Yanmış bir közü maşayla bu muhallebi içine daldırıp çıkarınca közün sönmemesi lazım” yani ölçüsü bu. Artık tutturabilirsen. Ama bunların hepsi kitaplarda geçiyor.
Neyse, bu nişasta aherini soğutunca, kağıda süreriz. Netice de kâğıt ilki boyanırken ikincisi aherlenirken iki defa su emmiştir. Ne olur kâğıt suyu yiyince? Eciş bücüş bir şey olur tabi. Ondan sonra üçüncü aşamada yumurtanın akını süreriz… Yazacağın kâğıt sayısına göre, beş altı tane yumurta kırıyorsun. Mesela yetmiş tane, yüz tane kağıt için elli yumurta gerekiyor. Beyazıyla sarısını ayırıyorsun. Beyazların içine şap koyarsın yumurta büyüklüğünde. Eskiden çatal yardımıyla çırpardık ama şimdi mutfak mikserleri çıktı onlarla karıştırıyoruz. Bu karışım köpürür. Şap yumurtanın akını keser. Bu köpüğü sekiz on saat bir kenara bırakırsın. Bu süre içinde tekrar eski haline yani sıvı hale dönüşür. Üstündeki köpüklü kaymak tutan tabakayı atarsın ve neticede zeytinyağı gibi bir sıvı elde edersin.
İşte üçüncü aşamada bu karışım kağıda sürülür. İsteğe bağlı olarak iki defa da sürülebilir. Ardından üç beş gün geçtikten sonra bu kağıt, bir ahşap düzlemin üzerinde yani ıhlamur tahtasının üzerinde bunu bir camla perdahlarsınız. O cam parlaktır. Mutfak merdanesinin ortası yarılarak içine sıkıştırılır .On onbeş cm uzunluğunda, bir cm eninde bir camdır. Ama bu cam hem traş edilmiş, hem de balıksırtı cilalanmış bir camdır. Yani kâğıt sert bir cisimle mührelenir. Kağır hem sıkışır, hem ütülenir, hem de parlar. Çok gizemli ve nostaljik bir görüntü elde edilir.
Hemen de kullanılmaz bu kağıt. Bir rivayette. Bir rivayette üç dört bir rivayette altı ay beklenir. Bu süre içinde o yumurta akı, iyice “emaye” hale gelir böylece. Ondan sonra bu kâğıt üzerine yazı yazılır. Yani levha olarak yazılan, Kur'an metni olarak yazılan yazıların kâğıtları böyle hazırlanır. Bunun yanında kazıma çakısı lazımdır. Kirpi dikeni kullanırız mesela. Mürekkep karıştırmak için ve rötuş tashihi için ucuna pamuk sararız. Bunların dışında kurşun kalem, silgi ve cetvel de kullanılan malzemelerdendir.
Hokka var bir de. Bildiğin cam şişe gibi. Onun içine has ipek koyulur.Buna “lika” denir. İpek yumak şeklinde koyulur ve koyu olan mürekkebi kullanacağın miktarda sulandırarak, ama temiz kireçsiz bir suyla sulandırarak ipeğin üzerine dökersin. Böylece mürekkep dökülmez hokka gibi olur. Kalemi bastırırsın ipeğin üzerine. Kalem, istediğin kadar mürekkep çeker. Öyle hoş bir şeydir. Yani.
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI’NA YAZMAK İÇİN BAŞLADIM
Sizin yazdığınız Kur'anlar var mı?
Ben birkaç tane Kur'an yazdım. Bir tanesini tevafuk esasına göre yazdım. Bitirdim. Yani şu anda bastırsan basılır o Kur'an. Güzel bir yazı ama yazıda geldiğim nokta -binlerce sayfa yazı yazdım- yazı yazdıkça güzelleşiyor. Bu sebeple bu gün geldiğim noktada o Kur'anı basmayı düşünmüyorum. Ama iki tane daha Kur'an yazdım. Biri Resm-i Osmanî, diğeri Aliyyül Kari imlasıyla... Aliyyül Kari esasıyla yazdığım Kur'an Diyanetin tetkik heyetinden geçti. Resm-i Osmani tetkik ediliyor hala.
O Kur'anı basmak için hazırlık aşamasındayız. Ama tabi bir Kur'anı basıma hazırlamak yıllar alıyor. Bilgisayar ortamında olsa dahi yıllar alıyor. Onun motifleri çiziliyor. Bir arkadaşın yardımıyla sayfa çerçeveleri çiziliyor vs... Ben yazacağım kısmı yazdım bitirdim yani. Diyanet de basabilirsin diye onay verdi.
Şimdi yeni bir Kur'an Diyanet İşleri Başkanlığı’na yazmak için başladım. Aliyy-ül Kari yazacağım. Bana yazmaya başla dediler.
ÜSTADIN OKUDUĞU MEVSUK DUALARI YAZDIM
Sizin bazı dua kitaplarınız da var bildiğimiz kadarıyla, biraz da onlardan bahseder misiniz?
Dua kitabı şöyle; Benim hat sanatı içinde birkaç tane projem var. Aslında hat çalışmalarım çok farklı alanlarda. Ama çok şükür bu kadar materyalin içinde kaybolmadan dolaşabiliyorum. Bu da Allah'ın bir nimeti… O da şuradan başladı; Ben dualara eskiden beri meraklıydım. Bu sebeple bazı dua kitaplarını topluyordum. 1996 yılında bir Kur'an yazma isteği kalbime düştü. Ondan evvel Kur'an yazmaya cesaret edemiyordum. Bir buçuk cüz kadar yazdım... Uğur Derman Hoca vardır. Şu anda hat konusunda dünyanın en büyük otoritesidir. Yazdığım otuz sayfayı ona götürüp gösterdim. Kur'an yazmaya çalıştığımı söyledim. O da yazdıklarıma baktıktan sonra memnuniyetini izhar etti.
Uğur Derman Hocayla birkaç saat konuştuk. Konuşma esnasında bana, “Bunu bir yayınevi hesabına mı yazıyorsun?” diye sordu. Ben de hiçbir sözleşmem yok dedim. O da bana şöyle bir tavsiye de bulundu, “Bu Kur'anı yazmadan evvel, birkaç küçük çalışma yap” dedi. Çünkü ben daha kâğıdına, kalemine, kalemin inceliğine, kalınlığına, satır aralıklarına falan hiçbir şeye karar vermemişim. Deneme yapar gibi yazmışım bir buçuk cüzü. Uğur Hoca bana bu konuda güzel bir tavsiye vermiş oldu. Amme, Tebareke, Yasin, Delail'in Hayrat gibi küçük çalışmalar yapabileceğimi söyledi. Böylelikle yazımın daha da olgunlaşacağını, oturacağını ifade etti. Ben de dostça bir tavsiye olarak kabul ettim bu söylenenleri.
Ne yazabilirim diye düşündüm önce. Üstadın Hizbül Envarul Hakaikin Nuriye'sini yazmaya karar verdim. Onu zaten Hamit Hocaya ben yazdırmıştım hizmet adına. Hamit Hocanın yazdığına bakarak Hizbül Envarul Hakaikin Nuriye'yi yazmaya başladım. Niyetim evrad yazmak değildi aslında, niyetim kalemimi daha çok çalıştırmaktı. Bu şekilde baktım ki yüz sayfa kadar yazmışım. Zaten kitap iki yüz küsur sayfa bir şeydi. Yüzü yazan iki yüzü yazar diye düşünerek yazdım bitirdim.
Daha sonra uzun süredir “biri Celcelutiye'yi yazsa da ben de okusam” diye düşünürdüm. Baktım kimsenin yazacağı yok. “Ben yazayım” dedim. Ve Celcelutiyeyi yazdım. Ardından aklıma Risale-i Nur içinde Üstadın okuduğu mevsuk dualar geldi. Mesela 17. “Sözde Şahı Geylaninin manzum kaside-i esmaiyesini okurken yirmi beş sene evvel ona bir nazire yazmak hatıra geldi. İşte “hakimül kadaya...” diye başlayan bölüm... Sonra İmamı Şafiinin 19. mektubun dipnotunda Mısır’daki kahtu galanın kalkmasına vesile olan manzumesi var.
Bir de Şualarda, “Kardeşlerim beni sorgu hakimi çağırdı. Kardeşlerimi nasıl müdafaa edeyim diye düşünürken, İmam-ı Gazalinin Hizbul Masunu’nu açtım…” geçer. İşte böyle ifadelerle anlatılan bütün yerleri külliyat içinde buldum. Adı geçen duaları bir araya toplayınca ortaya bin sayfalık bir döküman çıktı. Onu da yazayım, bunu da yazayım derken beş yüz sayfa kadar yazdım bu duaları.
O sıralarda rahmetli ağabeyim hem işsizdi hem de parasızdı. Bende de bir miktar para vardı. Bu eseri kendimce tashih ettim. Düzelttim. Kitabı ve parayı ağabeyime vererek, “Al bu kitabı bastır. Parasını da çatır çatır ye. Artarsa paylaşırız. Artmazsa helali hoş olsun” dedim. Böylece o eseri bastık.
Bunun üzerinden biraz zaman geçti. Ben o yazıyı beğenmemeye başladım. Yazımı biraz daha geliştirdim ve bir daha yazdım. Fakat ağabeyim o sırada vefat etti. Hal böyle olunca bazı arkadaşlar bana gelerek, “Ağabey senin ve ağabeyinin bizim üzerimizde çok hakkınız var. Biz bu eseri basalım” dediler. Böylece o kitabı benim adıma bastırdılar. Te'lifi bende kalmak şartıyla bastılar tabi. Sağ olsunlar desteklediler. Bu zamanda kimsenin kimseye yapmayacağı bir şeydi bu.
Fakat daha sonra bu proje büyüdü. Ben eskiden rast geldikçe toplardım dua kitaplarını ama şimdi daha muntazam bir hale geldi. Öyle ki şimdi İran'da arkadaşım var. Bir şey bulduğu zaman bana getiriyor. Yani şu anda Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Beyt kaynaklı dünyadaki hemen bütün dualara ulaşmış vaziyetteyim. Peygamber Efendimizden (asm) bu güne kadar tebeyyün eden ne kadar dua varsa büyük kısmını topladım. Hepsini diyemem çünkü ne kadar da toplansa yeni bir şeyler çıkıyor mutlaka kıyıdan köşeden. Ama ana damarlara ulaştım. Tahminen altı, yedi bin sahife kadar bir doküman bu. Biraz tereddüt ediyorum sayfa sayısı hakkında. Çünkü kiminin yazısı kalın, kiminin ince, kiminin el yazması, kimi matbaa, kimi cep boyu... Ama tecrübelerime dayanarak söyleyebilirim ki altı-yedi bin sayfalık dokümandır bunlar.
EHL-İ BEYTİN İMAMLARININ DUALARI MUHTEŞEM
Bu duaların kaynakları da var mı?
Yaklaşık üç bin sayfalık kısmı Ehl-i Sünnet kaynaklı. Bir o kadarı da Ehl-i Beyt kaynaklı. Ehl-i Beyt kaynaklı duaları tetkik ettik, hemen hemen hiç bir tahrifat yok. Gene de dikkat etmek lazım tabii. Ama muhteşem dualar, Ehl-i Beytin imamlarının duaları. O nu da kabul etmek gerekiyor. Ehl-i Sünnet dualarının hemen hemen hepsini Üstad okumuş.
Bir de Üstadın kendi tertip ettiği dualar var. Mesela Hizb-u Mesnevi diye bir duası var Üstadın. Mesela Münacaat Risalesinin Arabî olanı var. Hizb-i Ekberi Nuri diye bir dua var. 29. Arabî lem'a. Tamamen münacattır o. Tefekküri bir münacattır. Bunlarda aşağı yukarı dört-beş yüz sayfayı buluyor.
Bir de Üstadın Hizb-ül Kur'anı Muazzam’ı var. Elfazı Kur'an, Elfazı Resul diye iki duası var. Yani sadece Üstadın münacatları beş-altı yüz sayfa oluyor. Bu muazzam bir doküman. Bunların hepsini yazmak arzu ettim. Bunun yedi cildi üstadın okudukları olacak ama Üstadın okudukları içinde, Kur'anda bir kısım dualar, özelliği olan ayetler, Cevşenül Kebir gibi, Peygamber Efendimize isnad edilen bir sürü dua var. Sahabe-i Kiram'dan başta Hz. Ali olmak üzere, Ukkaşe bin Mihsan, Enes bin Malik, İbni Abbas gibi sahabelerin duaları, Tabiin'den başta Veysel Karani, Hasan Basri gibi insanların duaları.
Daha sonra Eimme-i Erbaanın duaları vs. Bütün bunları Üstad Hazretleri 15 günde bir okuyor. Bilhassa Van'da Erek Dağı'nda, Nurşin'de sürgüne gitmeden evvel 15 günde bir devrediyor. Bunların bir kısmını sonradan daimi virdi yapmış. Daha sonraki yıllarda 15 günde bir olmasa bile zaman zaman başucu kitabı olarak okumuş. Zaman zaman hepsine dönmüş, okumuş. Devamlı bu dualarla meşgul olmuş.
ÜSTAD KAİDESİNİ BEKİR BERK İÇİN BOZDU
Üstadın tashihli nüshası şu anda Tahiri ağabeye intikal etmişti. Ondan Sungur ağabeye intikal etmiş. Sungur ağabeyde var. Ben aynı eseri almıştım. Sungur ağabey sağolsun kendi el yazısıyla Üstadın ilaveler, haşiyeler, eklemeler, çıkarmalar her ne yaptıysa hepsini benim kitabıma geçirdi. O sebeple Üstaddan musahhah nüsha elimde var şu anda.
Bunlar çok mühim tabi. Çünkü Üstad Hazretleriyle ilgili anılarını anlatan kişiler hep Üstadın gündüzdeki hallerini anlatıyor. “Çınar altında şunu dedi, çeşme başında şöyle baktı” falan gibi cümleler kullanıyorlar. Hâlbuki Üstad son sekiz yıla kadar akşam namazlarından sonra, son sekiz yıl yatsı namazından sabah namazına kadar kimseyle görüşmüyor. Hep ibadetle meşgul… Bu kaide Üstadın ömründe bir iki defa bozulmuş. Mesela bir tanesi: “Bekir Berk ne zaman gelirse bana getirin” demiş. Bekir ağabey bir defasında Emirdağ'a gece vakti gelmiş. Gece vakti Üstadla görüşmüş. Buna benzer Birkaç hadise dışında Üstad bu kaideyi bozmamış. Kapıyı dışarıdan kilitlettiriyor. İçeriden kendisi kilitliyor ve en yakın talebelerini dahi yanına kabul etmiyor. Şimdi bütün gece herhalde Üstad televizyon seyretmedi. İşte bu dua dokümanlarıyla meşgul oldu o.
RİSALE-İ NUR ÜSTADIN GECELERİ ELDE ETTİĞİ FÜYUZATININ KİTAPLAŞTIRILMIŞ HALİDİR
Siz nasıl bir çalışma düzeni takip ediyorsunuz?
Ben şimdi çalışma düzeni olarak Üstadın yaptıklarını örnek alıyorum. Mesela o günün 24 saatinin 12 saatini derslere, kitap tashihlerine, talebelerine, ziyaretçilerine ayırırmış. Kalan 12 saatini kendisine ayırırmış. Bu itibarla konu olarak gece hayatını seçtim. Gece oldu mu bunlarla meşgulüm. Şimdi öyle bir şey ki, adeta -deyim yerindeyse- Üstad hazretleri gece şarj oluyor, gündüz deşarj oluyor. Yani şunu anlatmak istiyorum. Risale-i Nur Üstadın geceleri elde ettiği füyuzatının tecessüm etmiş, libas giydirilmiş, kitaplaştırılmış halidir. Risale-i Nurun feyiz kaynağı gecedir yani. Ben de bu feyiz kaynağıyla uğraşıyorum.
Bir diğer mesele insanoğlu Peygamber olsun, Üstad olsun birisine bir şey anlatırken hususi hallerini anlatmaz. Peygamberimiz Hz. Ebu Bekir'le veya Hz. Ömer'le veya Hz. Aişe'yle geçirmiş hususi bir şeyini falancaya anlatırken bahsetmez. Etmesi de beklenmez. Ama “âlim-i külli şey” olan Cenab-ı Haktan neyi gizleyeceksin? O sebeple bu dualar ve münacatlar bu büyük zatların Cenab-ı Hak ile sansürsüz konuşmalarıdır. Bu itibarla baktığın zaman esasında en saf şekliyle İslam tefekkürü ve telakkisi bu… Hiçbir şeyi gizlemeden, Cenab-ı Hak'la hiçbir sırrını saklamadan konuşmalarıdır bunlar. Kutuptur, Müceddiddir, Peygamberdir, halifedir, hepsi... İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani, Şah-ı Nakşibendi, Şah-ı Geylani, Şeyh-i Sühreverdi, Mevlana Celaleddin, Halid-i Bağdadi gibi zatlar.
Dolayısıyla bu dua konusunu ben çok önemsiyorum ve çok da heyecanlanıyorum. Bu altı-yedi bin sayfalık doküman aslında dünya çapında bir çalışma değil, tarih çapında bir çalışmadan bahsediyorum. Tarihte böyle bir çalışma yok. Bir de bunun mealini vs. yaptırdığını düşün. 15 bin sayfalık İslam Ansiklopedisi büyük hacimli dehşetengiz bir eser bu esasında.
Oldukça kıymetli bir çalışma bu. İnşallah gerçekleşir.
Elbette ki çok önemli… Düşünün bir medeniyetin mirasını zapt ediyoruz. Tespit ediyoruz. Baştan sona bir abide… Ve bunları çok dikkatle yapıyoruz. Kritiğini yapıyoruz, ciddi insanlara anlatıp, öğretiyoruz/öğreniyoruz. Mümkün olduğu kadar sahih metinler ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Bu bakımdan önem arz ediyor.
Bunların dışında başka çalışmalarınız var mı?
Birkaç tane koleksiyon çalışması var. Kimisinin alt yapısı tamamlandı. Kimisine başladık. Kimisinin yazma safhasına geldik. Bu şekilde ben koleksiyon olarak çalışma yapmak istiyorum. Yani belirli bir konuda mesela padişah tuğraları... Bütün padişahların tuğralarını baştan sona hepsinin çizimlerini vs. çıkardım. Yani bunu istersem faaliyete geçireceğim. Bir tanesi bu mesela... Otuz altı padişahın tuğrası -Osman Gazi hariç- bazıları iki tane... Cem Sultanın da var. Ya da tuğra şeklinde yazılmış bazı ayetler de var bu çalışma içinde. Abdülkadir Geylani'ye, Bediüzzaman Said Nursi'ye vs. çekilmiş tuğralar var. Veya hadisler var tuğra şeklinde yazılmış. Bütün bunları, -tarihtekileri- toplayabildiğim kadar topladım. Yüz küsür parçalık bir koleksiyon bu. Ama bunu yazar mıyım? Ayrı mesele tabi... Ama buna benzer yedi-sekiz tane çalışma yaptım. Çizimlerini yaptım yani.
RİSALE-İ NURDAKİ İBARELERİ LEVHALAŞTIRMAYI DÜŞÜNEBİLİRİM
Levha çalışmaları yapıyor musunuz?
Bu kadar yoğun çalışmaların içinde levha tarzında çalışma da var. Bütün Hattat arkadaşlar levha çalışmaları yapıyor. Çok fazla bir ihtiyaç yok o konuda. Ama istersem yapıyorum. Levha yapacak olursam günün birinde koleksiyon olarak yaparım. Bir tane, iki tane olarak değil, koleksiyon olarak yapmak isterim. Mesela Üstadın Risalelerde yazdığı bazı ibareler var. Arapça, Farsça, Türkçe müthiş mana yüklü ibareler. Bunları yazmayı düşünürüm. Yani Risale-i Nurdaki ibareleri levhalaştırmayı düşünebilirim.
Günde 15 saate yakın çalışıyorum. O sebeple bu gibi şeylere vakit ayırmam kolay olmuyor.