بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
F.Gülen Edirne'de Kur'an kursu hocasıyken (1950 sonları) Büyük Doğu dergisi dağıtıp İstanbul' da Necip Fazıl ile görüşüyor.
Kapatılan Zaman gazetesi ve başka kaynaklarda yazıldığı gibi; Gülen taa Erzurum'dan başlayarak Necip Fazıl'a çok bağlı ve tvlerdeki vaazlarında hep; "Üstad Necip Fazıl" diye hitap eden biri.
Kendi yakın ekibi için kullandığı "Başyüceler Heyeti" ismi de Necip Fazıl'ın kitabında Büyük Doğu hareketinin yönetici kadrosuna verdiği isimdir.
F.Gülen Askerlik öncesi (1962/ 63) Edirne'de imamlık yaparken; Büyük Doğu'nun abone ve dağıtımını yaptığı ve üstadını Edirne'ye konferansa çağırdığı çıkardığı da kendi gazete ve tv'lerinde çokça anlatılıp yazılırdı.
İşte F.Gülen Edirne'de görevliyken; İstanbul Çemberlitaş Kiğılı Pasajı 1.katta bulunan rahmetli Bekir Berk'in yazıhanesine geldiğinde; Risale-i Nur'ları sadeleştirme düşüncesini Bekir Berk, Mehmet Fırıncı, Mehmet Birinci, Mehmet Kutlular vd. nur talebelerine kendi usül ve üslubuyla anlatır.
Onlar da, Kirazlı Mescid Sokağı 46 numaralı dersanede kalan rahmetli Zübeyir Gündüzalp'e yönlendirirler.
Görüşme sonucu kendi açısından tam bir hezimettir. Zübeyr Abi izah ve ispattan sonra F. Gülen'i ihtar edip uzaklaştırmıştır.
F.Gülen'in bu fikrinin arka planına bakalım.
2012'den itibaren gazete ve medyasında çok dikkatle okuduğum şudur Necip Fazıl Gülen'e özetle şunları dikte eder:
Risale-i Nur'lar Süleymaniye, Selimiye Camileri gibi eserlerdir. Fakat 'Ağabeyler' dediğiniz kimseler; dubaya yapışmış yosun gibi adamlardır! Risaleleri bunların elinden kurtarıp layık olduğu yere getirmek lazım. Bunun için Risale-i Nur'ları benim sadeleştirmem lazım. Git bunları anlat ve ikna et.
İşte bu telkin ve talimat eşliğinde F. Gülen İstanbul'a gelip red cevabı alıyor. (1966 öncesi)
Fakat sadeleştirme / sahteleştirme fikri zamanla tam bir saplantıya dönüşüp, yeterli güce ulaşacağı zamanı bekliyor.
Özellilkle belirtmeliyim ki Necip Fazıl 1950'lerde Büyük Doğu'da sadeleştirdiği Sözler'i kendi adıyla yayımlıyordu.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi ise talebesi Zübeyir Gündüzalp ve Ceylan Çalışkan'ı görevlendirdi. Açık, mukni edebi mektupla Necip Fazıl'ın bu yayını kesmesini rica ve ihtar ederek bu yayını durdurdular:
"Kahraman Necip Fazıl Bey! ...Şu ince noktayı, yalnız sizin gibi tasavvuf ehline arzedebiliriz ki; Risale-i Nur, Bediüzzaman Hazretlerinin irade ve ihtiyariyle te'lif edilen bir eser değildir.
Zaman zaman şedid ihtiyaç sıralarında ihtarı Rabbani ve ilham-ı İlahi ile yazdırılan Kur'an-ı Hakim'in Yirminci Asırdaki bir mu'cizey-i maneviyesidir. Bu hüccetli ve aşikar hakikata nazaran; allame-i cihan olan bir müellif dahi, Risale-i Nur'un bir cümlesinde bile değişiklik yapmaya asla cesaret edemez...
Şimdi siz de takdir edersiniz ki, Risale-i Nur başka eserlere benzemiyor.O tebdil edilmez ve edilemez. Şayet lüzum olursa, metin baş tarafa yazılıp, altında da şerh ve izah yapılabilir.
Sizin ‘İdeolocya Örgüsü’ ve diğer yazılarınız da başka muharrirlere benzemiyor. (....) Bununla beraber, ‘İdeolocya Örgüsü’nü bazı kimseler, ‘muğlak, ağır, anlaşılmıyor’ derler. Bu deyişler üzerine birisi kalksa da, sizin o yazılarınızı,—mânâ bozulmasa dahi—cümlelerde değişiklik ve metin içinde izahata kalkışsa, harika olan üslûbunuzun hassasiyetini büsbütün kaybetmiş olacaktır. Buna kat’iyyen müsaade etmezsiniz ya..."
Bir dava kardeşiniz Zübeyr
"...Hassaten şunu tebarüz ettirmek isteriz ki: İntişar eden son nüshalarınızda bir sütun açıp dercetmek vazifeperverliğini gösterdiğiniz Bediüzzaman Hazretlerinin müdafaatından ve Risale-i Nur'dan parçalar neşretmek meselesine gelince; çok memnun olmakla beraber -memleket çapında satışını ziyadeleştireceğinden şüphe etmediğimiz kıymetli mecmuanız için medarı şeref olan bu mukaddes vazifeyi yaparken- onun yarım milyonu aşan varislerini tahattur edip, çok muhterem müellifine mahsus üslub-u belagat, fesahat ve tarz-ı beyanını aynen hıfzıyla, hakikatların fehme takrib hüsn-ü niyete müstenid, TAHRİFİNİ kaldırmanızı çok rica ederiz."
Nur Talebelerinden Ceylan
(Mektuplar için bkz; Risale- Nur'un Neşir Tarihçesi, Abdulkadir Badıllı.Timaş 1987).
Bu kitapta yer alan Necip Fazıl'ın sadeleştirdiği/sahteleştirdiği kısa bir bölümü aktarıyoruz:
"Küçük Sait, bir müddet sonra, ağabeyisi Molla Abdullah ile Şeyhan yaylasına gitti. Oradaki medresede de aynı imtizaçsızlıklar ve kavgalar... Nihayet, en toy çağda can attığı medrese hayatını bırakarak babasının yanına dönüyor ve şöyle diyor:
-Ben artık büyümedikçe okumaya gitmeyeceğim! Çünkü talebelerin hepsi benden büyük... Birleşip üzerime çullanıyorlar. Onlara gücüm yetinceye kadar evde kalacağım!
O sırada şu rüyayı gördü: Kıyamet kopmuş... Kainat haşir vaziyetinde... Acaba o, Kainatın Efendisi Peygamberler Peygamberini nasıl görebilir? Sırat Köprüsünün başına giderek beklerse herhalde iyi eder. Zira her fert oradan geçecektir. Hemen gider ve beklemeye başlar. Bütün peygamberleri birer birer görür. Sıra, peygamberlerin ilki ve sonu olan Allah sevgilisine gelince, onu görmek mazhariyetine nail olur olmaz, uyanır.
Bu rüya üzerine, çocukta yeniden uyanan ilim şevki... Bu maksatla babasından izin alarak Arvas nahiyesine gitti. Burada kendisini gören Molla Mehmet Emin Efendi, karşısındaki ufak tefek çocuğa bakarak, onu kendisinden ders almaya ehliyetli görmedi.
"Sana talebelerimden biri ders versin!" dedi. Bu hitap çocuğa pek ağır geldi. Bir gün bu müderris camide ders verirken, birden bire çocuğun, şöylece sesini yükselttiği duyuldu:
"Öyle değil efendim, yanlışınız var!"
İşte hoca, ders vermeye tenezzül etmediği çocuktan ders alma vaziyetine geçiyordu. Oradan da Mir Hasan Veli medresesine... Orada da mizacına uygun şartlar bulamayan çocuk, Erzurum vilayetinin Bayezit kasabasına gitti ve artık Şeyh Mehmet Celali Hazretlerinin nezdinde gerçek tahsilini yerine getirmeye başladı." (Hayatı ve eserlerinden parçalar, N.Fazıl).
F. Gülen de sadeleştirme yolunda!
Gülen de 1978'den itibaren Sızıntı dergisinin orta sayfasında kendi sadeleştirdiği Sözler'i yayınlıyordu. Sonra Üstad Nursi'nin en yakın talebeleri, ona yanlış yaptığını yüzüne söyleyince "itizar" başlıklı bir yazıyla sadeleştirdiği Risalelerin Sızıntı'da yayımlanmayacağını duyurdu. Sonra 'kalbin zümrüt tepeleri' yazı dizisine başladı.
Aslında hedefinden vazgeçmedi ve yine pusuya yatıp uygun puslu havayı bekledi. (Detaylı bilgi için bkz: Şeytanın Gülen Yüzü kitabı, Latif Erdoğan)
İlk sadeleştirmeler Abdullah Aymaz'dan
Gülen'in beklediği ortam 2002'den sonra fazlasıyla eline geçti. Dindar siyasal güçler iktidara gelince F.Gülen ve adamları iktidarın fahri ortağı gibi çalışıp kazandı ve güçlendiler.
İki taraf için de "kazan-kazan" durumu vardı. İki taraf da ayakta kalıp güçlenmek için birbirine mecburdu. Yabancı zalimler ve kemalist münafıklar bu işbirliğini mecbur kılmıştı.
Bu sadeleştirmelere açık kuvvetli bir tepki gelmedi. Zayıf ve ferdi çıkışlar da o dönemki adıyla sözde "hizmet hareketi"ni durdurmadı. Zaten müslümanlar ve önde gelen nur talebelerinde iktidarın yaptığı güzel işlerden ötürü bir coşkulu bir sevinç hakimdi.
Bu arada F.Gülen gerekli tedbirleri almış, belli gruplar haricinde bu sadeleştirmelere karşı duran odak ve kimse bırakılmamıştı. Bu pervasızlık, 2012'ye kadar artarak devam etti. 2012 Ocak ayında; Bursa kitap fuarında gösterişli ve güçlü bir tanıtımla sadeleştirilen Lem'alar Ufuk Yayınları'nca piyasaya sürüldü.
Bir dizi ilahiyatçının desteği ve 20'li yaşlarda yayına hazırlayanlar olarak Adnan Kayıhan, M.İlhan Atılgan adları vardı. Bu gençler ve muhteris yayınevi sorumlusu her çeşit medyada övgüyle konuşturuluyordu.
Lem'alar'ın başında yayıncının notunda güya 3 gerekçe sunuluyordu.
1- Tv ve internetten beslenen yeni nesile Risale-i Nur'u anlaşılır kılmak.
2- Türkçe dünya dili olurken; Türkçe'yi yeni öğrenenlere Risaleleri ulaştırmak. Yani Sözler'i Türkçe'nin amaçları doğrultusunda araç ve malzeme yapmak!
3- Dünyadaki Türklere Sözler'i vasıta ve alet yaparak ulaşmak.
Kısa zaman içinde Lem'alar'ın 400 bin satışa ulaştığı vurgulanarak reklam ediliyordu. Bu rakam ise nurcuların onlara bakışında hayal edilemez ve gıpta edilecek bir başarı gibi geldi. Nitekim bu sadeleştirmeye ciddi bir karşı çıkış yapılsa da sadeleştirme hızını kesmedi, Mektubat, Sözler sırayla sadeleştirildi.
Vekil ve varislerin infiallerine karşı ise "hocaefendi'nin aldırmadığı, telefonlarına çıkmadığı, "Amerika'ya gelip konuşmak için boşa yorulmamaları" gibi yanıtları nurcu çevrelerde dalga dalga yayılıyordu.
Rahmetli Sungur Abi ise hasta haliyle bu sahtekarlığa şöyle karşı çıkıyordu: "Üstadımızdan nasıl duyduksak, nasıl telif edilmişse, şimdiye kadar nasıl gelmişse, öyle… Şimdi bu meseleyi şey edenler (tahrifat yapanlar) büyük hata ediyorlar. Risâle-i Nur’a büyük bir iftira ediyorlar. Sadakatsizlik gösteriyorlar. Bu, Risâle-i Nur’a tecavüzdür. Şimdiye kadar bir aklı yakın bir şey yazmamış da, şimdi böyle sadeleştirmeye uğraması, doğrudan doğruya Risâle-i Nur’a tecavüzdür. Bütün onların ruhlarına, ağabeylerin yaptıklarına, tecavüzdür. Risâle-i Nur’a, baştan başa ihanettir. Üstadın hukukuna tecavüzdür. Hiçbir şekilde cevaz verilemez. Üstadı beğenmemek gibidir. Üstadın sözleri yerine başkalarının sözlerini ikame etmektir. Buna karşıyız. Risâle-i Nur’dan başka, Risâle-i Nur’un esasından başka, şimdiye kadar telif olunduğu üzere, şimdiye kadar geldiği gibi, onun hilâfında, sadeleştirme adı altında yapılanlar tecavüzdür. Biz böyle itikad ediyoruz. Ve böyledir de. Şimdiye kadar hiç değiştirilmedi de, neden bu iş böyle oldu. Demek ki bazı muarazalar var. Risâle-i Nur’u çekemiyorlar yani. Risâle-i Nur’un yerine kendi ifadelerini, beyanlarını sokmak istiyorlar. Bunun şiddetle önlenmesi lâzımdır. Biz elimizden gelse, her tarafa çıkarak bu ihaneti, bu tecavüzü, lânetleyeceğiz. Lânet olsun yani. Bunu kim yaptıysa, elleri, bacakları kırılsın..."
Bacakları değil kafaları da kırıldı!..
Videoyu izlemek için şu linke tıklayabilirseniz:
Rahmetli Mehmet Fırıncı Abi sadeleştirmeye ayrıca kul hakkı/ kamu hukuku açısından bakıyordu:
"Bir kimsenin akrabasına ya da ahbabına yazdığı herhangi bir mektubu bile değiştirmeye kalkmak aslında o kişinin şahsiyetine ilişmektir. Yanlış bir tutumdur. Ben bu beyanı şu şekilde anlıyorum; nasıl ki şairlerin şiirlerini anlamak için tefsir ediyorlar onun gibi Risale-i Nurlarda da izaha değer veciz cümleler var. Bu bağlamda (kul hakkı) bunları açıklamak gerekmektedir."
(Devam edecek)