Risale Haber-Haber Merkezi
Bismihi Sübhanehu
Aziz Kardeşlerimiz
Cenab-ı Rabbül Alemin'e nihayetsiz hamd-ü sena ederiz ki bu vatanı ve bu vatandaki Hükümet-i Cumhuriye'yi büyük bir fitneden ve beladan muhafaza etti. Vatanın dört bir yanında kahraman ve necib Türk Milleti ve gençliğinin uymadığını ve her ne pahasına olursa olsun şehamet-i imaniyenin tecellisi olarak darbecilere meydan okuduklarını iftihar ile müşahede ettik. Hemen şunu ifade edelim ki bu terör örgütü ve mensupları vatanımıza ve hükümetimize ve memleketimize isyan ve ihanet etmeden çok evvel Kur'an'a ve İslam'a ve Kur'an'ın bu asrın fehmine bir dersi olan Risale-i Nur'a ihanet etmişlerdir. Aynı zamanda Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi'ye ihanet etmişlerdir. O mübarek Üstadımızın tamamen Kur'an'dan ve sünnetten tebellür edip inikas eden mesleğine ve meşrebine ihanet etmişlerdir ve seneler evvel Hükümetimizi ikaz ettiğimizde ifade ettiğimiz husus ki; bu kadar manevi değerlere ihanet eden bir güruh ve başındakiler, bundan sonra herşeye ihanet edebilir, öyle kanaatımız var ki kökü dışarda, dallar ve budakları içerde olan zındıka komitesi bu örgütü tamamen emrine almış ve aziz vatanımıza karşı emellerini gerçekleştirmek üzere istimal ediyorlar diye ifade etmiştik.
RİSALE-İ NUR’U SULANDIRMAK İÇİN BÖYLE HAİNLER DE SOKMUŞLARDIR
Şunu ifade etmek isteriz ki bugün yüzbin defa haşa ve kella, Üstadımız ve Üstadımızın nezih ve pak iman ve Kur’an hizmetini, bu vatan haini ve din düşmanları ile mukayesesi hakikati inciten bir haldir. Eynessera min essüreyya… Bütün hayatını imana ve Kur'ana feda etmiş Said Nursi nerede, şatahatçı bu güruh ve o terörist başı nerede. Böyle bir kıyasa girmeyi bile züll sayıyoruz. Hakikata haksızlık addediyoruz. Ve diyoruz ki kim hangi bahane ile olursa olsun Üstadımız Said Nursi'yi ve onun güzide talebelerini ve hizmetini ve onun telif ettiği Nur Külliyatı'nı ve bu Külliyat'ı okuyup istifade eden toplumun her kesiminden bireylerini FETÖ terör örgütü ile yan yana getirir, FETÖ ismi ile isimlerini anarak Nur talebelerine iftiralar atıyorsa, bilinmeli ki bunlar, FETÖ'ye hizmet ediyorlar, onun gayesini ve hedefini yerine getiriyorlar. Zira Risale-i Nur gibi kuvvetli iman dersini veren bir esere karşı öteden beri gerek müellifinin defaatle canına kastederek, gerek hapis ve sürgünlerle ve açılan binlerce mahkemelerle uğraşmışlar ve hatta içlerine bu hizmeti sulandırmak için böyle hainler de sokmuşlardır. İşte o hainlerden birisi ifşa olunmuştur. Onun en birinci hedefi ise bu Nur'lu eserlerin kıymetini tenzile gayrettir. O halde bu güruha karşı daha ziyade Nurları okumalı ve neşretmeliyiz. Ta ki onlar bu emellerinde muvaffak olmasınlar.
HÜKÜMETİN DE BİR KISMINI ALDATMAYA GAYRET GÖSTERMEKTE OLDUKLARINI İHTAR EDİYORUZ
Bazı gazetelerin zaman zaman yaptıkları neşriyattan anlaşılıyorki din ve İslâmiyet düşmanları, ekseriya perde ardından bahaneler icad ederek dine saldırmaktadırlar. Bu bazen Kur'an Müslümanlığı adı altında Anadolu'nun bin senelik geleneği ile oynamak suretiyle kendisini açığa vurmakta, bazen evliyaya hakaret ile bazen ehl-i sünnet ulemayı tenkir ile tekfir etmek suretiyle ortaya çıkmaktadır. Anadolu ve alem-i İslam'da Nur Risalelerinin milyonlar üzerindeki müsbet tesirini ve bilhassa gençler üzerindeki müessiriyetini müşahede eden bedbahtlar yeni planlar, yeni hile tuzakları sahnelemeye ve hatta hükümetin de bir kısmını aldatmaya gayret göstermekte olduklarını ihtar ediyoruz.
Doğrudan doğruya dinin ve İslâmiyetin aleyhinde bulunmuyorlar; dine hizmet eden, bu uğurda türlü fedakârlıklara katlananları nazar-ı âmmede kötülemek, halkın sevgisini çürütmek için hücuma geçiyorlar; ta ki dine hizmet edenleri âtıl vaziyete getirip, dinî inkişafa mâni olsunlar; imansızlığın, ahlâksızlığın revaç bulmasını te’min etsinler. İşte bugün endişe ile takip ettiğimiz hususlardan birisi ve ikaz etmek durumunda kaldığımız meselelerden en muhimmi bu zehirli güç odaklarının ve zındıka komitesinin FETÖ terör örgütünü bahane ederek ehl-i Sünnet vel Cemaat itikadını ve cemaatleri ve tarikatları o örgütün şümulüne dahil etme gayretidir. Buna karşı müteyakkız olunmalı bu fitneye zemin ihzar etmeye çalışanların zehirlerini farketmeli ve onların da bir maşa ve zındıkanın elinde bir oyuncak olduklarını bilmemiz icab etmektedir.
RİSALE-İ NUR KUR’ÂNÎ HAKİKATLER MANZUMESİDİR
Üstad, Risale-i Nuru te’lif ederken Kur’ân’ın i’cazî lem’aları olan bu eserlerin, her taife-i insaniyede inkişaf edeceğini, dinsizliğin memleketimizi istilâsına mani olacağını, memleket ve millet için bir sedd-i Kur’ânî vazifesini göreceğini, Risale-i Nur hizmetinin umumiyet kesbedip, Türk milletinin yine İslâmiyetin kahraman bir ordusu ve fedakârı olacağını, Risale-i Nur’un neşri ve ileride resmen intişarı, milletçe benimsenmesi ve maarif dairesinin hakikat-ı Kur’âniyeye yapışması neticesi; maddeten ve manen milletin terakki edeceğini, İslâmiyetin büyük kuvvet bulacağını zikretmiştir.
Risale-i Nur bir alemdir, ünvandır. Bu zamanda zuhur eden Kur’ânî hakikatler manzumesidir. Necip milletimizin, insaniyet-i kübra olan İslâmiyete sarılması, yepyeni bir ruh ve taze bir iman aşkı ve heyecanı içinde uyanmasının ifadesidir. İçinde bulunduğumuz asrın değiştirdiği hayat şartları ve yeni bir dünya nizamı ve görüşü karşısında imanın tahkim ve takviyesi ile feveran eden hamiyet-i İslâmiyenin mânasıdır. Mütenebbih, kalbleri îman ve muhabbet-i Nebevî ile coşkun ve cihan değer şeref-i intisabiyle serefraz fedakârların yetişmesi ve bu milletin mazisine mütenasip kahramanlığı, yüksek iman ve ahlâkı izhar etmesi işaretidir.
SAİD NURSÎ’NİN BU MİLLETTEN, GENÇLİKTEN İSTEDİĞİ
Bediüzzaman, Risale-i Nuru hiçbir makam ve meşrebin te’siri altında kalmadan, maddî-mânevî hiçbir menfaat ve hissiyat karışmadan, doğrudan doğruya Kur’ân-ı Hakîm’in umumun istifade edebileceği ve umuma hitab eden hakikatlarını tefsir etmiş, bu hakikatların tercümanlığını yapmıştır. Te’lif ettiği âsârından herkes istifade edebilmektedir. Bir taifeye, bir sınıfa veya halka mahsus değildir. Said Nursî, Risale-i Nur’la, bu millete en büyük hizmeti, iyiliği yapmıştır. Mukabilinde, şahsı için bir teşekkür dahi istemiyor; Said Nursî’nin bu milletten, gençlikten istediği; imanla, dünyevî ve uhrevî saadeti kazanmalarıdır. Bunun için, Kur’ân’ın bu zamana ait dersi olan Risale-i Nur’u esas tutup her yerde, her dairede neşrini, îman hakikatlarının öğrenilmesini istemektedir.
Üstadın Rıza-yı İlâhî’ye matuf hizmet, hareket ve faaliyetlerini başka maksat ve gayelere yorumlamak isteyenler, ancak basiretsizliklerini ilân ediyorlar. İnsanın yüksek mahiyet ve ruhunun istediği hakikî saadet, ancak Kur’ân’ın gösterdiği yolda ve rıza-yı İlâhînin parıldadığı ufuktadır. Bediüzzaman'ın dâvasındaki muvaffakiyeti ruhun maddeye, hakkın bâtıla, nurun zulmete, imanın küfre her zaman galebe çalacağı, ezelden ebede değişmeyecek olan İlahi kanunların başında gelen bir hakikat olduğunu göstermektedir.
Herhangi bir iklimde zuhur eden bir ıslahatçının mahiyet ve hakikatını, sadakat ve samimiyetini gösteren en gerçek mi’yar, dâvasını ilâna başladığı ilk günlerle, muzaffer olduğu son günler arasında ferdî ve içtimaî, uzvî ve ruhî hayatında vücuda gelen farklılıktır, derler. Meselâ: O adam ilk günlerde mütevazi, âlicenap, feragat ve mahviyetkâr… Hulâsa, bütün ahlâk ve fazilet bakımından cidden örnek olan gayet temiz ve son derece de mümtaz bir şahsiyetti. Bakalım, cihadında muzaffer olup; hislerde, emellerde, gönüllerde yer tuttuktan sonra yine o eski temiz ve örnek halinde kalabilmiş mi? Yoksa zafer neş’esiyle birçok büyük sanılan kimseler gibi yere göğe sığmaz mı olmuş?
İşte büyük-küçük herhangi bir dâva ve gaye sahibinin mâhiyet ve hakikatını, şahsiyet ve hüviyetini en hakikî çehresiyle aksettirecek olan en berrak ayna budur. Tarih boyunca bu müthiş imtihanı kazanmanın şâheser misâlini, evvelâ Peygamberler ve bilhassa Sultânü’l-Enbiya Sallâllahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, sonra O’nun Halife ve Sahabeleri ve daha sonra onların nurlu yolunda yürüyen büyük zâtlar vermişlerdir.
PAKİSTAN MAARİF NAZIR VEKİLİNİN BEDİÜZZAMAN GÖRÜŞMESİ
1950 senesinde Pakistan Maarif Nazır Vekili Ali Ekber Şah Ankara'da bir konuşma yapmak üzere Türkiye'ye teşrif ettiklerinde, merhum Salih Özcan ile birlikte Emirdağ’da Üstadımızı ziyaret etmişlerdi. Kendisi Arapça konuşuyor Salih Özcan da tercüme ediyordu, bir aralık Üstadımız "Salih sen dur, ben kırk yıldır konuşmadığım Arapça ile muhatab olacağım" buyurup tam bir saat Arabi konuştu. Ankara'ya dönen Ali Ekber Şah gazetelere beyanatta bulundu ve o zaman dedi; "Türk milleti, bahtiyarsınız, ben alem-i islamda aradığımı Türkiye'de buldum. Bediüzzaman, yalnız sizin değil, o bütün âlem-i İslâmındır. Ve yakın bir zamanda bütün İslâm âlemi onu anlayacaktır. Siz bu Nur eserlerine dikkatle bakın. Ben bunu doksan milyon İslâmlar içinde neşredeceğim. Benim âlem-i İslâm hakkında pekçok endişelerim ve Üstada pekçok soracaklarım vardı. Bir saat kadar yanında yalnız Onu dinlemekle bütün endişelerim zâil olup, bütün suallerime cevap aldıktan sonra şimdi Pakistan’a âlem-i İslâmın mukadderatı hakkında büyük müjdelerle gidiyorum. Ben Türk ve İslâm tarihini tedkik ettim. Evet çok kahramanlar, çok İslâm fedaileri ve çok vatanperverler gelmişler. Hepsi büyük fedakârlık ve kahramanlıkla millete, vatana hizmet etmişler. Fakat o hizmetlerinin neticesinde lâyık oldukları mükâfat onlara verilmiş. Her birisi birer mükâfata mazhar olmuşlar. Fakat bugün Üstad, yirmi küsur senedenberi bu milletin saadet-i dünyeviyesi ve uhreviyesi için târife imkân olmayan zulüm ve işkenceler içerisinde işte bu eserleri te’lif ve neşrederek bu millet içerisinde din aleyhindeki cereyanların intişarına mâni olan Bediüzzamanın evinde bugün bir lâmbası bile yok. Halbuki talebelerinden sadaka ve teberrüklerini kabul etmiş olsa bugün bir milyoner olabilirdi. İşte o herşeyi terkederek yalnız ve yalnız dine hizmet için çalışmıştır. Elbette âlem-i İslâm yakında böyle bir zâtı eserleriyle tanıyacaktır.”
Peygamber Efendimiz, şu اَلْعُلَمَاءُ وَرَثَةُ اْلاَنْبِيَاء yâni: “Âlimler, Peygamberlerin vârisleridirler” hadis-i şerifleriyle âlim olmanın pek kolay bir şey olmadığını, i’cazkâr belâgatleri ile beyan buyuruyorlar. Zira mâdemki bir âlim, Peygamberlerin varisidir, o halde, hak ve hakikatın tebliğ ve neşri hususunda, aynen onların tutmuş oldukları yolu tâkip etmesi lâzımdır. Her ne kadar bu yol; bütün dağ, taş, çamur, çakıl, uçurum... daha beteri; tâkip, tevkif, muhâkeme, hapis, zindan, sürgün, tecrid, zehirlenme, idam sehpaları ve daha akıl ve hayale gelmeyen nice bin zulüm ve işkencelerle dolu da olsa...
HİZMET REHBERİNİ VE İŞARATÜ'L İ'CAZ'DAKİ MÜNAFIKLAR BAHSİ OKUNMALI
Bu makamda şu ibretamiz mektup hatıra geliyor ve Necib Üstadımızın derece-i feragat ve fedakarlığı ile acib ihlasını hayretle müşahede ediyoruz:
“Dördüncüsü: Senin mektubunda benim istirahatimi ve eğer iktidarım olsa, benim Şam ve Hicaz tarafına gitmeme dair sizin hükûmet-i hâzıraya müracaat maddesi ise: Evvelâ: Biz, îmanı kurtarmak ve Kur’ân’a hizmet için, Mekke’de olsam da buraya gelmek lâzımdı. Çünki, en ziyade burada ihtiyaç var. Binler ruhum olsa, binler hastalıklara müptelâ olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin îmanına ve saadetine hizmet için burada kalmağa Kur’ân’dan aldığım dersle karar verdim ve vermişiz. Saniyen: Bana karşı hürmet yerine hakaret görmek noktasını mektubunuzda beyan ediyorsunuz. “Mısır’da, Amerika’da olsaydınız, tarihlerde hürmetle yâdedilecektiniz.” dersiniz. Aziz, dikkatli kardeşim! Biz, insanların hürmet ve ihtiramından ve şahsımıza ait hüsn ü zan ve ikram ve tahsinlerinden mesleğimiz itibariyle cidden kaçıyoruz. Hususan acib bir riyakârlık olan şöhretperestlik ve câzibedar bir hodfüruşluk olan tarihlere şa’şaalı geçmek ve insanlara iyi görünmek ise, Nurun bir esası ve mesleği olan ihlâsa zıddır ve münafidir. Onu arzulamak değil, bilâkis şahsımız itibariyle ondan ürküyoruz. Yalnız Kur’ân’ın feyzinden gelen ve i’câz-ı mânevîsinin lemeatı olan ve hakikatlarının tefsiri bulunan ve tılsımlarını açan Risale-i Nur’un revacını ve herkesin ona ihtiyacını hissetmesini ve pek yüksek kıymetini herkes takdir etmesini ve onun pek zâhir mânevî keramatını ve îman noktasında zındıkanın bütün dinsizliklerini mağlûb ettiklerini ve edeceklerini bildirmek, göstermek istiyoruz ve onu rahmet-i İlâhiyeden bekliyoruz.(Emirdağ-1-193-196)
Kendisinin, ilmî, ahlâkî, edebî birçok fazilet ve meziyetleri arasında beni en çok meftun eden şey; O’nun o dağlardan daha sağlam, denizlerden daha derin, semâlardan daha yüksek ve geniş olan îmanıdır, diyor Medine-i Münevvereden Ali Ulvi Kurucu, önsözünde.
Cenab-ı Erhamürrâhimîn'den bütün esma-i hüsnasını şefaatçı yapıp niyaz ederiz ki; bizleri insi ve cinni şeytanların şerlerinden muhafaza eylesin ve sırr-ı ihlasa muvaffak eylesin. Âmîn.
Haşiye; Kardeşlerimizden bugünlerde bilhassa Hizmet Rehberini okumalarını tavsiye ediyoruz. Ayrıca İşaratü'l İ'caz'daki Münafıklar Bahsi de bugünlerde vukua gelen hadisata bakması hasebiyle mütalaa edilmelidir.
Bediüzzaman Hazretlerinin Talebesi ve Hizmetkarı Hüsnü Bayramoğlu