Kastamonu Lahikası’nda yer alan 35’inci Mektup’ta Bediüzzaman Hazretleri’nin Nur Talebelerine tevdi ettiği vazifeler tadat edilmektedir. Bu mektuba göre “Şerh, İzah, Tekmil, Tahşiye, Neşir, Talim, Telif, Tanzim, Tertip, Tefsir, Tashih, Beyan, İspat, Cem, Tafsil” olarak belirtilen 15 vazifeye ilaveten başka yerlerde geçen “Tasvir ve Tasfiye” olarak sayılan iki adet vazifeyi de düşünürsek Nur Talebelerinin Risale-i Nur’a yönelik hizmetlerinin bir çerçevesi ortaya çıkmış olacaktır.
Yukarıda belirtilen 17 vazifenin tamamını tek bir kavramsal çerçevede anlatmak istesek, herhâlde, “Risale-i Nur’un neşrine ilişkin vazifeler” gibi bir ifade kullanmak yerinde olacaktır. Zira sayılan hemen bütün vazifeler “neşir” kavramı etrafında kümelenmektedir.
Son zamanlarda yaşanan “sadeleştirme ve devletleştirme (kamulaştırma)” tartışmalarına bu vazifeler yönünden bakıldığında, ciddi endişelerin ortaya çıktığı görülmektedir.
Sadeleştirmeyle ilgili olarak söylenecek çok söz var ve bunu Şubat 2012’de RisaleHaber’de yayınlanan “Kardeşim de yapıyor olsa sadeleştirme bir cinayettir” yazısına havale edip, burada Risalelerin kamulaştırılmasıyla ilgili bazı hususlar dile getirilmeye çalışılacaktır.
Öncelikle Bediüzzaman Hazretlerinin Risale-i Nur’un devlet tarafından basılmasına ilişkin girişimlerinin iki amaca matuf olduğu söylenebilir: Birincisi Risale-i Nur’lar’ın Devlet nezdinde resmen tanınması, literatüre girmesi, araştırma faaliyetleri ile üniversite ve okullarda tetkikine yol açılması gibi sonuçları olan “hukuki meşruiyetin sağlanması”na kapı açmak, böylelikle uluslararası platformlarda da tanınırlığının yolunu açmak; İkincisi hukuki meşruiyet zeminine oturan Risalelerle Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile ortaya çıkan tek tipli, tek metinli, tek paradigmalı bilim ve eğitim ortamının değişiminin yolunu açmak.
Yukarıda belirtilen iki hususa ilave edilecek birkaç amaç daha serdedilebilir. Fakat bunlarda da sayılanlara benzer bir duruş ve yönelimi ifade etmekten öteye gitmeyecektir. Bu amaçlar ve yönelimler, Risale-i Nur’un kamuya mal edilmesinin şartlarından sadece bir kısmına tekabül eder. Burada kritik olan ve özellikle belirtilmesi gereken husus şudur: Kamuya mal edilmek demek, Risalelerle ilgili vazifelerin ve hakların resmi kurumlara devredilmesi manasına gelmemektedir.
Kamuya mal etme (kamulaştırma ya da devletleştirme değil!) girişimlerinin yanında Bediüzzaman Risale-i Nurların esasında “umumun malı” olduğunu belirtir: “Risale-i Nur, dünyada her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, bir tarafa tâbi' ve dâhil olmaz. Belki mütecaviz dinsizlere karşı haklı tarafa yardımcı olur ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir nokta-i istinad olur”.
“Umumun malı” ifadesi, çok yerlerde geçtiği gibi metni benimseyen ve tasdik eden için kendi malı olarak görebileceği, herhangi bir telif konusu olmaksızın alıntı yapabileceği, faydalanabileceği, çoğaltabileceği.. vs anlamlarını mündemiç (içkin) olan genel bir ifadedir. Dolayısıyla, devletçe kamulaştırılma dâhil olmak üzere toplumun çeşitli kesimlerince “tahsis/özelleştirme” yapılmasına fırsat tanıyan, ancak başkalarının faydalanmasını kısıtlayacak şekilde “tekelleştirme” girişimlerinin de önünü kapayan bir mahiyet arz eder; tekelleştirmeyi kim hangi sebeple yaparsa yapsın. Zira kim tarafından yapılırsa yapılsın tekelleştirme Risale-i Nur hizmetinin ukde-i hayatiyyesi olan “neşr” vazifesinin gerçekleştirilmesini tehlikeye sokar. Bediüzzamanın maddi ve manevi mirasçılarından her birine tevarüs eden vazife “Nurların istiklaliyetini ve asliyetini muhafaza ile neşirlerinin devamını sağlamak”tır. Onlar Risale-i Nurun sahipleri değil müntesipleri ve hizmetkârlarıdır. 16 yayınevi değil 116 yayınevi Risale-i Nurları asliyetlerini bozmadan bassa, kimseye bu konuda bir yasak ya da kısıtlama getirmek Risale-i Nur müellifinin beyanları esas alındığında mümkün değildir.
Bu bakımdan, Hükumet nezdinde Risale-i Nur’ların devletleştirilmesi Risale-i Nur Hizmeti açısından büyük riskleri barındırmaktadır. Devletin Risale-i Nurları basması, önündeki engelleri kaldırması ve metninin korunmasını sağlaması kritik sınırı ifade eder. Bu sınır aşılırsa ve devlet Risale-i Nurların basımını tekeline alacak bir yola girerse; siyasetin, bürokrasinin ve bir takım devlet memurlarının keyfi muameleleriyle çok sıkıntılı bir süreç başlamış olacaktır. Aynı zamanda, Risale-i Nur hiç hak etmediği ve tamamen karşısında olduğu bir duruma düşecek; Hükumetin siyasi mülahazalarında kullanılacak bir enstrümana dönüşecek; devlet tekeline alınmış neşir hakları Nur Hizmeti yapanlar üzerinde büyük bir baskı vesilesi haline gelecektir. Risale-i Nurların tahrif edilmesi başlığı altında sayılacak birkaç maddeden sadece birisi olan Sadeleştirme meselesinin yolunu tıkayalım derken daha büyük bir bela başımıza açılmış olacaktır.
Şimdiye kadar Mevlana’nın Mesnevisi’nden tutun devletin koruması altında bulunan pek çok eser onlarca tip sadeleştirmesi yapılmış bir halde basılmaktadır. Risale-i Nur’ların bunlardan farklı muamele göreceğini düşünmek fazla iyimserlik olacaktır.
Risale-i Nurların ‘müspet/yapıcı anlamda muhalif’ duruşu bu milletin fazlasıyla takdirini toplamış ve teyakkuzuna sebep olmuştur, olmaktadır. Risalelerin devletleştirilmesi bu müspet anlamda muhalif duruşun halk nazarında itibarının zedelenmesine ve sürecin rejimle bir uzlaşmayla sonuçlanmasına da yol açabilir.
Risale-i Nur camiasının pek çok unsurunu kontrol altına almak, onları yönlendirmek bir süreliğine de olsa siyasal erkler tarafından defalarca başarılmış bir durumdur; fakat metin korunduğu ve benimsendiği müddetçe ve neşir vazifesi devam ettiği sürece istiklal ve uzlaşma için fırsat vardır, tövbe kapısı açıktır.
Ezcümle, Risale-i Nur’un devlet tarafından basılmasına, bandrol yoluyla metnin korunmasına, hukuki meşruiyetin önündeki kısıtların kaldırılmasına destek verirken; birilerinin bu eserlerin ipini, dolayısıyla müntesiplerinin istiklaliyetini kontrol altına almasına fırsat vermemek, özelimize namahremin gölgesini sokmamak için dikkatli ve itinalı olmak gerekmektedir.