Bu önemli sualin beş yönlü bir cevabı var; şöyle ki:
1) Evvela Risale-i Nur bugünkü yapay Türkçe ile değildir. Risale-i Nur dünya tarihinin en güzel ve en zengin dili olan Osmanlıcadır. Osmanlıca, Balkanları, Kafkasları, Hindi, İranı ve Orta Doğuyu birbirine bağlamak için en güzel bir iletişim aracı olduğu gibi; birçok medeniyet ve milletin kültürlerinin bir kaynağı olduğundan dünyanın en zengin ve en canlı dili sayılır. Demek Risale-i Nurun ilk muhatapları Osmanlı coğrafyasının insanları olduğundan haliyle dili de Osmanlıca olacaktır.
2) İngilizler 150 yıl uğraştılar. Dünya tarihinin en büyük kandırması olan; Türkleri önce İslam dünyasından sonra diğer milletlerden koparmak için ırkçılık tarzındaki Türkçülüğü ve yapay bir Türkçeyi zorla bu millete dayattılar. İslam literatüründe en büyük kandırmanın ismi deccaliyettir. Haliyle deccaliyet Türkçe üzerinden olunca mehdiyet de Türkçe üzerinden olacaktır.
3) Eğer Türkler uyanıp İngilizlerin bu oyununu bozarsa ve İslam dünyası ile birleşirse, Risale-i Nur dili olan Osmanlıca, İslam âleminin birinci ve ortak iletişim dili haline gelir. Bu konuda Osmanlıca Arapçadan daha şanslıdır. Çünkü Arapçada i’rab var ve bugün dünyadaki Arapların yüzde 95’i i’raba göre konuşmuyor. Osmanlıcanın ise böyle bir sorunu yok.
4) Ayrıca İslam birliğinin kurulması ve bütün dünya Müslümanlarının bir araya getirilmesi için Türkler, Araplardan da İranlılardan da daha şanslı bir konumdadırlar. Demek kaderin bu güzel tanzimine bir destek olsun diye, Risale-i Nur Türkçe yazılmıştır. Çünkü imanı kurtarmaktan sonra İslam birliği Risale-i Nurun ikinci büyük hedefidir.
5) Osmanlılık birçok medeniyetin ve bin yıllık İslamiyet birikiminin bir hulasası olduğundan eskiden göçebe olan Türkler için bir hazine olduğu gibi; Osmanlı coğrafyasında yaşayan diğer etnisiteler için de bir cennet gibi idi. İslam dini için de 20 İslam imparatorluğu içinden en önemlisi ve en değerlisi idi.. Tarih bu iddianın onlarca delilini gösterebilir. Fakat ben tarihçi değilim; ağırlıklı olarak Kur’an surelerinin tefsirini yazıyorum. İşte bu konuda size Kur’andan önemli bir delil: Süleymanın (a.s.) iktidarından söz eden kıssaların çoğu işari ve ebcedi olarak Osmanlı saltanatına bakıyor. Mesela; birçok çağdaş müfessirin, biz bu ayeti anlayamıyoruz, dediği bir ayetin bu konuda bizi uyarması:
“Biz Süleymanın (iktidarını) çürüttük. Ve onun tahtı üzerine bir cesed koyuverdik. Süleyman sonra dönüş yaptı.” (Sad suresi, 38/34)
Cesed ruhsuz ve akılsız beden demektir. Etimolojik olarak donmuş kan manasına gelir; sayısal değeri 67’dir. İşte bu ayeti ve içindeki bu ilginç kelimeyi biraz daha iyi anlamak için Bediüzzaman’ın 1911’de yazdığı Münazarat kitabında geçen bir cümlesine bakmamız gerekiyor; şöyle ki:
“Bizim için milliyet bir vücuttur; ruhu İslamiyet; aklı Osmaniyet; cismi ise, bu kitabın muhatapları olan sizde Türklük ve Kürtlüktür.”
Evet, İngilizlerin İstabul’u işgal etmesi ile İslam ve Osmanlı yani ruh ve akıl gitti. Türklerde bir nevi cesetçilik demek olan ırkçılık başladı. Yani Osmanlının Süleymanvari saltanatı gitti. O saltanatın tahtına akla ve dine düşman bir kadro oturdu.. Bakın bu ayet, bu tarihi olayı mucizevî olarak anlatıyor.. Ayetin genel manasından ve siyak sibakından başka bunun bir delili de şudur: Onun kürsüsü (tahtı) üzerine bir cesed atıverdik. Sonra dönüş yaptı, ayetinin sayısal değeri, şedde ve tenvin ile beraber 1335 ediyor ki; 1919’a denk geliyor.
Demek önce bize ruh olan İslamiyet gerekli.. Sonra dünyada yapacaklarımızı verimli ve akıllı kılacak olan Osmanlılık ruhu gereklidir. Osmanlının canlı ve akıllı olmasını sağlayan şu iki temel karakter ve ilke idi: a) Başta İslam dini olmak üzere inanca bağlılık ve saygı.. b) Cihanşümulluk ve adalet anlayışı.. Onun için Osmanlılar hiçbir dine ve hiçbir etnisiteye ve onların kültürüne zulmetmediler; hiç kimseyi asimile etmediler...
Evet, İngilizlerin demokrasiyi; Amerikalıların liberalizmi; Rusyanın sosyalizmi ihraç ettiği gibi; Osmanlılar da hayatın ruh ve aklı olan adalet ve cihanşümulluk ihraç ediyordu. Fakat imtihan gereği bu ruh ve akıl gitti; Türkler cansız bir cesed haline geldiler: İşte eğer yine canlanabilseler; iman, ruh ve aklın bir hulasası olan Risale-i Nurdaki değerleri ihraç edecekler ve bunun için Risale-i Nurun dili Türkçedir.
Bir Hatırlatma:
Üstad Bediüzzaman Türkçe yanında Arapça ve Kürtçe bilir. Fakat Türkçede daha iyi ifade ediyor. Ayrıca başta Kürtçe olmak üzere Risale-i Nurun bütün dünya dillerine çevrilmesini bekliyor. Başta Kürtçe diyorum, çünkü kendisi 1. Şuada: “Kürtler, Arapça ve Türkçeyi tam bilmedikleri için bütün bütün mahrum kalıyorlar. Risale-i Nur onların imdadına yetişecektir. Fakat şimdilik bu hizmeti açmaya mezun değilim; çünkü Halk Partisi İngilizlerin projesine uygun olarak bazılarının ırkçılık damarını depreştirip insanları Risale-i Nurdan soğutabilir.” diyor.
Evet, Osmanlı döneminde Kürt sorunu yoktu. İslamiyet ruhu ve Osmanlılık kültürü onlara yetiyordu. Ne zaman İngiliz projesi uygulandı; bizde bu sorunlar ortaya çıktı. Üstad, Tuluat kitabında: Neden İngiliz siyaseti daima diğerlerini yeniyor, mealindeki bir soruyu şöyle cevaplamıştır:
Siyasetinin hassa-i mümeyyizesi (en belirgin özelliği) fitnekarlık, ihtilaftan istifade, menfaat yolunda her alçaklığı irtikâp etmek, yalancılık, tahribkarlık, hariçte menfiliktir. (Dünyada olumsuzluklar çıkarmaktır.)
Bir adam kocaman bir binayı bir günde harab eder, bir taburu ihtilale verir. Şu alçak siyasettir ki (K.T.T)ni zahiren tel’in ettiği halde, gizlice dehalet ediyor. Fenalık ve ahlak-ı seyyie (kötü ahlak) siyasetine vasıta olduğu için, her yerde ahlak-ı seyyieyi himaye ederek teşci’ eder. Şimdiki İstanbul hali (buna) şahiddir.