Bir Tefsir Olarak Risale-i Nur-3
Namazla ilgili ayetleri tefsiri
Said Nursi, Sözler isimli eserinde, 4. Söz, 9. Söz ve 21. Sözlerde namazla ilgili ayetleri farklı şekillerde tefsir etmiştir. Namazın farzları, vacipleri, şartları, vakitleri gibi hususlarda hiçbir açıklamada bulunmaz. Zaten onlar, başta ilmilah kitapları olmak üzere fıkıh kitaplarımızda mevcuttur. Bu yüzden o, namazın manası, niçin gerektiği, beş vakit olmasının hikmetleri, namaz kılmakla ilgili insan zihninde meydana gelecek şüpheler gibi hususları anlaşılır, ikna edici bir tarzda anlatmaktadır. Namazın farz olduğu zaten bellidir. Ama hikmetinin ne olduğu pek bilinmediğinden namaz kılan insanlar çok fazla değildir. Bir insan namaz kılması gerektiğini duysa bile, bunun hikmetlerini bilmediği için namazı kılmaz. Kılsa da neyi niçin kıldığının farkına varmaz.
Zekatla ilgili tefsiri
Zekat ile ilgili tefsir de aynı mantıkla yapılmıştır. Zekatın miktarı, kimlere farz olduğu, kimlere verilmesi gerektiği gibi hususlar onun açıklamaları arasında kendisine yer bulamaz. Çünkü bunlar, mevcut olanları aynen tekrarlamak olacaktır. Bu yüzden zekatın bireysel ve toplumsal hayatta oynadığı rolü ve hikmetini anlatır, bu emrin yerine getirilmesiyle toplumun anarşi ve kargaşadan kendisini koruyacağına dikkat çeker.
Ahkam ve Kıssaları Tefsiri
Bediüzzaman’ın Kur’an’ın ahkamını ve kıssaları ile ilgili tefsir ve yorumları de mesajların günümüzde nasıl algılanacağı konusu üzerine yoğunlaşmaktadır. Said Nursi, Ehl-i Sünnet alimlerinin geleneğine uyarak Kur’an mesajlarının evrensel olduğuna inanır. Bu yüzden bazılarının Batı Medeniyeti karşısında aşağılık kompleksine kapılarak Kur’an’ın çağa uymadığını iddia eden, bu yüzden de Kur’an muhkem ayetlerini bile ortadan kaldırıp kendilerine göre yeni bir din, yeni bir Kur’an oluşturmaya çalışanlar gibi hareket etmez.
O eşsiz bir Kur’an müdafaası yapar. Ona göre, zaman ihtiyarlasa da Kur’an gençleşiyor. Hükümlerinin ne kadar lüzumlu ve hikmetli olduğunu, zaman geçtikçe daha iyi anlamış oluyoruz. O bu konularda bize bir bakış açısı sunar. Said Nursi, 25. Sözde, Kur’an’ın şebabeti, yani gençliği ile ilgili cümlelerini paylaşmak istiyorum:
“Kur’anın şebabetidir. Her asırda taze nazil oluyor gibi tazeliğini, gençliğini muhafaza ediyor. Evet Kur’an bir hutbe-i ezeliye olarak umum asırlardaki umum tabakat-ı beşeriyeye birden hitap ettiği için öyle daimi bir şebabeti bulunmak lazımdır. Kur’an her asra mahsus gibi bakar, baktırır, ders verir. Beşerin asar ve kanunları, beşer gibi ihtiyar oluyor, değişiyor, tebdil ediliyor. Fakat Kur’an’ın hükümleri ve kanunları, o kadar sabit ve rasihtir ki, asırlar geçtikçe daha ziyade kuvvetini gösteriyor.”
Örneğin, Batı Medeniyeti karşısında aşağılık kompleksine kapılan bazı akademisyenler, kendi uydurdukları Kur’an’ı yorumlama metodlarına göre Kur’an’da faiz ayetlerini kaldırıp, faizin helal olduğunu iddia edebiliyor. Toplumların faizle kalkındığını, bu yüzden faiz yasağının Peygamberimiz dönemine mahsus olduğunu ileri sürebiliyor.
Said Nursi ise, faizle ilgili açık ve net olan ayetleri ortadan kaldırmaya çalışanlara mukabil, faiz yasağının niçin lüzumlu olduğunu anlatarak, Kur’an’ı değiştirme teşebbüsünde bulunanlara karşı muhteşem bir Kur’an savunması yapıyor. Said Nursi, faiz haramdır demekle yetinmiyor, bu ayetleri mana bakımından tefsir ediyor, yasağın hikmetlerini anlatıyor.
Faizi kötü ahlakın kaynağı olarak gören Said Nursi, faizin “sen çalış, ben yiyeyim” cümlesine dayandığını bildirmektedir. Bu cümle, avam dediğimiz halk tabakasını kin, haset ve çatışmaya sevk etmekte ve insanların rahatını birkaç asırdır ortadan kaldırmaktadır. Faiz, insanlık için büyük bir yaradır. Bu yara, ancak faizin haram kılınmasıyla ortadan kalkar.
Ona göre Kur’an’da anlatılan kıssalar, laf olsun diye anlatılmıyor. Bir çok klasik tefsire baktığımız zaman, kıssalarda Kur’an ve hadislerde yer almayan İsrailiyat, yani Tevrat ve İncil’den alınan bilgilerin bir hayli yekun teşkil etiğini görürüz. Halbuki Said Nursi, kıssaları tefsir ederken, hiçbir zaman tafsilata girmez. Kur’an ve sünnette olan bakış açısını kısaca verir. Sonra nazarları kıssadan alınacak ibrete çevirir. Hz. Eyyüb ve Hz. Yunus kıssalarıyla ilgili ayetleri tefsir etmesi bu şekildedir. Yunus peygamber balığın karnına düşmüştür. Bizim nefsimiz bizim balığımız gibidir. O balık Yunus peygamberin birkaç günlük dünya hayatını mahvetmeye çalışırken, bizim bağlımız olan nefsimiz bizim edebi hayatımızı kaybettirmek istiyor. Geleceğimiz gaflet nazarıyla karanlık. O halde nefsimizin olumsuz etkilerinden kurtulmak için biz de Eyüp peygamber gibi dua etmeliyiz. “Rabbi inni mesenniye dduru ve en erhamürrahim” demeliyiz. Eyyüb peygamber zahiri hastalıklara maruz kalmış. Sonra dua etmiş ve şifa bulmuş. Nursi, bizim manevi hastalıklarımıza dikkat çeker. İşlenen günahlar, kafa ve kalplerde meydana gelen şüpheler insan kalbinde ve aklında şüphelerin oluşmasına sebep olur. Bu yüzden o peygamberin duasına ondan daha çok muhtaç olduğumuzu hatırlatır bize.
Bakara suresine ismini veren, Allah’ın İsrail oğullarına bir inek kesmeyi emretmesi, onların işin yokuşa sürerek ineği kesmek istememeleri, daha sonra onun rengini, özelliklerini sorarak kesmekten uzak kalmaya çalışmaları bir sonuç vermez. Sonuçta özellikleri anlatılan ineği bulurlar ve keserler. Nursi, bunun küçük bir olay, cüzi bir hadise olarak görülmemesi gerektiğini anlatır. Bu küçük olayda külli bir prensip gizlidir. Ona göre Allah, bununla bakarperestlik düşüncesini ortadan kaldırmak istemektedir. İşte biz de bu bakış açısından yola çıkarak, tapacak dereceye geldiğimiz nesnelerle aramıza mesafeler koymamız gerektiğini anlıyoruz. Herkes farklı şeyleri inek gibi putlaştırabiliyor asrımızda. Kötülükleri isteyen nefis, mal, para, eşya, araba, tarla, bahçe, ev gibi şeyler insanın farkına vararak ya da varmayarak tapmaya başladığı putlarıdır. İsrailoğulları bakarperest olmuşlardı. Biz de makamperest, tarlaperest, arabaperest, nefisperest olmuş durumdayız. Kendi putlarımızla aramıza nasıl mesafe koymamız gerektiğini düşünmeliyiz. Bunların hepsi mahlukiyet açısından, yani yaratılmış olma bakımdan eşittir. Bu yüzden mabud olmama, tapılacak bir varlık olmama açısından da eşittirler. Mümin en çok Allah’ı sevdiği zaman, bunları da Allah için sevmeyi öğrenir. Böylece bu sıkıntılardan da kurtulur.
Bilimsel tefsir metodu
Bazı tefsir bilimi çevrelerinin Kur’an’ın bilimsel açıdan tefsirine karşı çıkmasının haklı bir tarafı olmadığını ifade etmek istiyorum. Kur’an elbette bir pozitif bilim kitabı değildir. Ama ilahi hitabın, yani ilmi geçmiş ve geleceği kuşatmış olan Allah’ın mukaddes kitabının bazı bilimlerin ulaşabilecekleri son noktalara mucizane bir şekilde işaret etmiş olması, her halde Kur’an’a bir nakise getirecek bir durum değildir.
Said Nursi bu görüşleriyle tarihte ve günümüzde Kur’an’ın ümmi olduğunu söyleyen, bu yüzden sadece o zamanki Arapların anlayacağı ayetlerin indirildiğini ifade eden ve Kur’an’da onun dışında bir anlam aramanın mümkün olmadığını iddia eden imam Şatıbî gibi alimlerin ve onu kendine delil yaparak Kur’an’ın tarihsel olduğunu iddia edenlere de katılmadığını dile getirmiş olmaktadır. Kur’an ezeli ilme sahip olan Allah’ın kelamıdır. Mucizedir. Kıyamete kadar insanlara rehberlik yapacaktır ve yapmaktadır. Bu yüzden ayetlerde hem onların ülfet ettikleri anlamlara saygı göstermiş, hem de kullandığı ayetlerde bilimsel gelişmelere işaret etmiş ve insanlığı terakki ve tekemmüle sevk etmiştir. Bunlardan bir kısmına mucizeler yoluyla işaret etmiştir. Bir kısmına da ayetlerin kelime ve kavramlarıyla hatta harfleriyle işaret etmiştir.
Örneğin “veşşemsü tecri li müstekarrın lehe” ayetini ele alalım. Güneş hareket eder, döner diyor ayet. Bu anlam, normal, her gün güneşin doğuşunu gören bir insana bir anlam ifade etmektedir. İnsanlara her gün güneşin doğup batmasını düşünmesi istenmektedir. Ancak bu ayet, hem güneşin kendi ekseni etrafında döndüğüne hem de evrende gezegenlerle birlikte hareket edip vega yıldızı tarafına doğru gittiğini anlatmaktadır. (Güneş, Herkül Burcu yakınlarında bulunan ismine Vega denen bir yıldız istikametinde hareketini sürdürmektedir. Güneş, Vega yıldızına doğru her saniyede 20 kilometrelik bir hızla hareket halindedir. Güneş’in bu hareketinin, Kuzey Kutup Ekseni ile 37 derecelik bir açı yapacak şekilde gerçekleştiği ortaya çıkmış ve bu açıya bilimciler, “Solar apex” adını vermişlerdir.)
Said Nursi, müminlerin iman esaslarından olan peygamberi anlatırken, hem onların manevi kemalatta birer önder olduğunu, hem de maddi terakkiyatta birer önder olduğunu anlatarak peygamberleri daha iyi tanımamızı ve her iki konuda da onların yolundan gitmemiz gerektiğini dile getirmektedir.
Genelde bütün peygamberler, özelde ise bizim Peygamberimiz (s.a.v), Allah’ın, insanların maddi ve manevi olarak kemale erip terakki etmeleri için gönderdiği önderlerdir. Bu önderler, İslam dininin Kur’an ve Hadis-i şerifleri vasıtasıyla ideal insan prototipleridir. Çağımızda insanlık, bütün peygamberlerin “ahlak-ı hamidesini” üzerinde taşıyan ve Kur’an ahlakıyla ahlaklanan Hz. Muhammed’i (s.a.v.) örnek almaya muhtaçtır. Yoksa peygamberlerin mucizeler yoluyla insanlığın aklına kapılar açıp da, Allah’ın insanlığa hediye ettiği bilimsel gelişmeler, enaniyetleri kalınlaştıracak, herkesi ilahlaştırmaya devam edecek ve insanlığın huzuru da hiçbir zaman sağlanamayacaktır.
Cihad ayetlerini tefsiri
Tevbe suresi 111. Ayette şöyle buyrulur:
"Allah, Cennet karşılığında müminlerden mallarını ve canlarını satın almıştır. Allah yolunda savaşırlar, öldürür ve öldürülürler. Bu, Allah'ın Tevrat, İncil ve Kur'an'da onlara vadettiği bir haktır... Sözünde durmak için Allah'tan daha iyi kim olabilir? İşte ey müminler! Yaptığınız bu alışveriş ile müjdelenin, sevinin. Çünkü en büyük kazanç budur.’
Tevbe Suresinin 111. ayet-i kerimesi müfessirler tarafından çok değişik şekillerde tefsir edilmektedir. Çoğunluk bu ayet-i kerimeyi maddi cihadla sınırlarken, bazı müfessirler ise bunun her türlü cihadı kapsadığını ifade etmektedirler.
Bediüzzaman hazretleri de, Altıncı Söz'de bu ayeti açıklarken, büyük cihad olan nefisle mücadeleye yardımcı olacak unsurları zikretmektedir. Bu açıklamalarıyla bu zamanda bu ayetin nasıl algılanması gerektiğini dile getirmektedir. Ki kendi nefsini ikna eden ve hizaya getiren bir kimse başkalarını da ıslah etmek için çalışacaktır. Bu zamanın şartları nazara alınacak olursa, Bediüzzaman Said Nursi'nin ortaya koymuş olduğu nefisleri terbiye etme metodunun bu zamanın en büyük cihadı olduğu anlaşılır. Fahr-i Râzi de asırlar öncesinden "tevhide hüccet ile davet cihadından" bahsederek bizlere nasıl bir yol tutmamız gerektiğini göstermektedir. Bütün bunlar kâfirlerle savaşmanın ehemmiyetsiz olduğunu göstermez.
Ama şunu unutmamak lâzımdır ki, kâfirlerle cihad farz-ı kifâyedir. İnsanın nefsiyle cihadı ise farz-ı ayndır. Bediüzzaman, bu zamanın cihadının manevi olduğunu bildirmektedir Kesin delilerle insanları ikna etmeye çalışmak gerekir. Deliller kılıçların yerini almıştır. Medeni insanlara galip gelmek ikna ile olur, icbar ile zorlama ile olmaz. Ancak, bu maddi cihadın hiç olmayacağını da söylemez. Nitekim kendisi Birinci Dünya Savaşında Doğu Cephesinde gönüllü alay kumandanı olarak Ruslara karşı savaşmıştır. Elbette ki gerektiği zaman bu savaşta can ve mal ile mücadele edilecektir. Müslümanlar düşmanlara gerektiğinde cevap vermek ve mağlup olmamak için en iyi şekilde hazırlanacaktır. Onların silahlarından daha iyi silahlarda askerini donatacaktır. Ama bu caydırılıcılık için olacaktır.
Zaten bugün İslamı yaymanın, anlatmanın önünde hiçbir engel yoktur. Kitle iletişim vasıtaları da var olan suni engelleri de kaldırmıştır. Şimdi kendi evinde oturup dünyaya İslam ve imanı en güzel şekilde anlatmak mümkündür. Nitekim Kur’an’ın çağa uygun okunmasını sağlayamayanlar, DEAŞ gibi, FETÖ gibi terör yapan örgütlerin ortaya çıkmasına, insanların İslamı terör dini gibi görmesine sebep olmuşlardır. İslam terör dini değildir. İslam barış dinidir. İslamı kendi makam ve çıkarlarına alet yapmak isteyenler, insanları kendi çıkarları için yanlış bir İslam algısına teşvik etmişlerdir.
Sonuç
Said Nursi’nin telif ettiği 6 bin sayfalık hacimli eserlerinde bir çok İslami bilimlere dair bilgiler bulmak mümkündür. Onun kelam, hadis, fıkıh, mantık, Arapça gibi hem yüksek olan hem de alet olan ilimlerden yararlandığı bir realitedir. Ama o, eserlerini bir tefsir olarak nitelendirir. O klasik tefsirler gibi Kur’an’ın tamamını tefsir etmemiştir. Bu konuda yüz binlerce tefsir yapılmıştır. O, çağın ihtiyacı olan hususlarla ilgili ayetlerin tefsirlerini yapmak için büyük bir çaba göstermiştir. Pozitivist bilimlerin zihinlerde ve kalplerde meydana getirdiği şüpheleri ortadan kaldırmak, insanların imanlarını tahkiki yapmak, insanların imanla cennete gitmelerine yardımcı olmak için Allah’a iman ve tevhid ile ilgili ayetlerin tefsirlerine çok yer vermiştir.
Onun ahiret ile ilgili ayetleri bugüne kadar görülmemiş bir güzellik ve anlaşılır bir şekilde tefsir etmesi de bu ihtiyaçtan kaynaklanır. Yine ibadetlerdeki zaafın farkında olduğundan ibadetlerle ilgili ayetleri, onların hikmetlerini anlatıp zihinleri ibadeti sürekli yapmaya hazırlamayı amaç edinir. Kur’an’da zamanımızda ortaya çıkan ve çıkacak olan bilimlere de bir çok açıdan işaretler bulunduğunu bildirerek, Kur’an’ın bilimsel tefsirinin mümkün olduğunu, bunun da Kur’an’ın Allah’ın ezeli kelamı olmasından kaynaklandığını dile getirir. Diğer taraftan, Batı medeniyetinin tesirinde kalarak ahkam ayetlerini yok sayanlara karşı, kuvvetli bir Kur’an müdafaası yapar, Kur’an’ın her zaman gençliğini, tazeliğini koruduğunu bildirerek onun mesajlarının ve hükümlerinin evrenselliğine vurgu yapar.